HAKSÖZ-HABER
Araştırma sebebimiz bizdeki HSYK’nın Cumhurbaşkanı dahil hiç kimseye karşı sorumluluğunun olmaması. HSYK’nın sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğinin ancak onun konumundan istifade etmeyi kafasına koymuş, bunu aylar öncesinden hesaplamış bir alternatif örgütlülüğün kokuları etrafa yayılınca kavramaya başlıyoruz.
Bir şeyi daha kavramış bulunuyoruz. 2010 sonrası referandum sürecindeki “Hayırcılar” şimdilerde işlerine geldiği ve hükümete zarar verdiği için referandumdaki HSYK modeline sahip çıkmaktalar. Tıpkı TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun önce müdahaleyi eleştirip, ardından Ergenekoncular lehine müdahaleleri talep turlarına çıkması gibi!
Soru “Yargıya Darbe mi?” olunca cevap da “Hayır Yargı Darbesi!” şeklinde olmakta.
Hükümeti dün “hayırcılık”a sığınıp topa tutanların referandum sonuçları sayesinde kamuoyu vicdanında meşru görülmeyen haklara da kavuştuğunu unutmayalım. Ergenekon sanıklarının kendilerine sağladıkları bir takım avantajlar da aynı referandumun getirdiği özgürlükler sayesinde gerçekleşmişti. Bugün bu özgürlüklerden en fazla istifadeye çalışanlar, geçmişte geniş kitlelerin özgürlüklerini iç etmiş, haklarını gaspetmiş, can, mal, namus emniyetlerine kastetmiş olanlar. (en azından bizim eleştirilerimiz onlar için)
Ne ilginçtir ki bunların gadrine uğramış olanlar, hala gereğince bu haklardan istifade edememekteler. Onların isimleri dahi kamuoyunda bazı duyarlı insanlar tarafından, o da siyasi atmosfer oluştuğu için lütfen zikrediliyor. Çünkü birileri hem propaganda hem de kitlesellik açısından gayet güçlüler. TBB Başkanı çıkıp onları bir güzel ziyaret ediyor. Onlar da “istemem yan cebime koy” şovunu bile yapabiliyorlar ama ya Müslümanlar ve diğer siyasi tutsaklar?! Çevik Bir’in falan tahliyesini anladık da, Yakup Köse gibi sembolik şahsiyetler üzerinden bile güç gösterisinde bulunabilen ve zihin ve vicdan (adalet anlayışı) kodlarının hedeflerini ortaya koyan yapılara gözümüzü kapamak ne mümkün!
Bugün en azından şunu biliyoruz. Diğerleri bir yana en azından bir İsveç HSYK’sı Türkiye’de hükümetin pozisyonunu izah eden yapıların varlığını ortaya koymakta (Cengiz Çandar’ın Avrupa parlementosundaki dostları aksini düşündürtmeye çalışsa da)
O halde soru şu: Türkiye’deki HSYK’nın gücü ve tavrını örnekleyecek bir tek Avrupa ülkesi gösterebilir miyiz?
Üstelik yargıçların bir takım kesimler ve medya mahfilleri ile birlikte ortaya koyduğu tutumu onaylayabilecek bir Batı Krallığı, cumhurbaşkanı, senato ve meclisini bulabilmek mümkün mü?
Hukuk değil, bir siyaset savaşının hüküm sürdüğü ve hangi kesimler arasında gerçekleştiği çok açık iken, hükümetin ve Erdoğan’ın kolunu kanadını kırmaya çalışanların Batılı dostlarını da şahit getirerek ülkeyi içine soktukları kaosu hala “Yargıya Müdahale”; “Kuvvetler Ayrılığı”; “Yargıya Darbe” retorikleriyle tartışmak tam anlamıyla kara mizah.
Oysa HSYK son kale ise eğer; “demokrasi” tamamen tehlikede olduğu ve Türkiye’de Mısır formülü de devreye sokulamadığı için Türkiye’yi savaşa sokarsınız olur biter! Bunu da biz mi söyleyelim?!