’Hoş Neyamedi!’ Sesleri Arasında İran’a Gidiş..

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

secakirgil@yahoo.com

Tayyîb Erdoğan’ın iç siyasette olduğu gibi, dış siyasette / diplomaside de kendine özgü ve farklı bir dil geliştirdiği artık neredeyse dünyaca biliniyor.

Özellikle İsviçre-Davos’ta, 31 Ocak 2009 akşamı, sionist İsrail rejiminin o zamanki C. Başkanı olan Şimon Perez’in, İsrail’in Filistin’de işlediği  cinayetleri aleyhinde Türkiye’den de yükselen protestoları eleştirmesi üzerine, Başbakan Tayyîb Erdoğan’ın, muhatabının cumhurbaşkanı olması hasebiyle diplomatik açıdan mevkıdaşı olmayan Perez’e hitab şekli, dünya kamuoyunu şoke etmişti.

Hattâ içerde bile, ’80 yıllık dış siyasetimizin sütunları havaya uçuruldu..’ gibi sözleri söyleyen muhalefet liderleri ve eski diplomat siyasetçiler olmuştu. Ama, aynı tipler, halk kitlelerinin Tayyîb Bey’in o çıkışına büyük bir destek verdiğini görünce, eleştirilerini geri çekmek gereğini duymuşlardı. 

Tayyîb Erdoğan’ın benzer tavırları az değildir.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği’nin Munich’te 4-5 yıl önce yaptığı bir toplantıda, Ermenistan Başbakanı’nın Türkiye’yi eleştirmesi üzerine, ’Sen önce, kendi vatandaşlarının durumunu düzelt. Bugün benim ülkeme izinsiz olarak gelip çalışmak zorunda kalan 70 binden fazla ermeni vatandaşın var. Biz onların kaçak olduklarını bildiğimiz halde, gözyumuyoruz..’ kabilinden sert cevabı ; ya da, gerek Gürcistan, gerekse Ukrayna ve özellikle Kırım’ın ilhakında Rusya’nın takib ettiği siyaseti yanlış gördüklerini Putin’e net şekilde söyleyen bir Erdoğan örneği de aynı minval üzere..

Bunlara karşı, Rusya lideri Putin’in, ’Erdoğan’la her konuda anlaşamayabiliriz, ama, anlaşamadığımız noktalarda görüşlerini çok net olarak ortaya koyuyor ve sözünün eri birisi.. Zihninde ayrı bir ajandası yoktur..’ demesi de bu yüzden..

*

Aynı şekilde, 17 Aralık  2013 operasyonları öncesinde, Amerikan B. Elçisi Ricciardone’nin, Ankara’daki  AB ülkeleri b.elçileri ve temsilcilerine verdiği bir yemekte, ’bir imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz..’ gibi sömürge valisi havalı laflar ettiğinin anlaşılması üzerine, ’Haddini bil.. Seni taşımak zorunda değiliz..’  diyerek onu ’Persona non grata / istenmeyen adam’  ilân etmek durumunda kalacaklarının işaretini veren ve onun görüşme taleblerini aylarca kabul etmeyen de yine Erdoğan...

Nisan-2014’ün son haftasında Türkiye’ye resmî bir ziyarette bulunan Alman C. Başkanı Joachim Gauck da, ODTÜ’de iç-muhalif çevrelerin diliyle yaptığı üst perdeden ve ’Türkiye’de fikir ve basın özgürlüğünün kısıtlandığını öne sürerek gelişmelerden endişe duyduğu’ gibi, kendileriyle ilgisi olmayan konularda konuşunca, ’Ülkemizin içişlerine karışılmasına asla tahammül edemeyiz. Devlet adamlığının gereği neyse onu yapması lâzım., Herhalde kendisini hâlâ rahib- papaz  sanıyor. Çünkü bir zamanlar rahib idi.  O anlayışla bakıyor. Olmazzz. Bunlar çok çirkin şeyler..’ diyerek kesin bir tavır ortaya koyan da Tayyîb Bey idi..

*  

Ya da, bir ay öncelerde Amerika'da üniversite tahsili yapan, sırf müslüman oldukları için öldürüldükleri anlaşılan 3 müslüman karşısında iki gün sessiz kalan Obama’ya, ’Ey Obama neredesin?’ diye eleştiriler getiren de o idi..

Kezâ, Suriye rejimiyle ve Beşşar Esed’le aile boyu yakın ilişkiler kurmuşken; arab diyarlarında başlayan halk patlamalarının Suriye’ye de sıçrayacağının korkusu ile, Baasçı Esed rejiminin, silahsız, sivil halk gösterilerinin protesto gösterilerine orantısız güç kullanmaması konusunda çağrıda bulunan ve bu konuda Dışişleri Bakanı Ahmed Davudoğlu’nu birkaç kez Şam’a gönderen de Erdoğan idi.. Ama, bu tavsiyelere rağmen, Esed’in Ürdün sınırındaki Deraa’daki sivil halk kitlerinin üzerine bombardıman uçaklarını gönderip bombalar yağdırması üzerine, ’İşte bunu kabul edemeyiz..’ deyip, ’Beşşar Esed’e olan itimadımızı artık kaybettik, bize verdiği sözlerin tam tersini yapıyor..’ diyerek onunla  irtibatı kesen de o..

Keza, Mısır’da Husnî Mubarek’in 30 yıllık iktidarının sona ermek üzere olduğu son günlerinde, Şubat 2011 başında, öldürülenlerin sayısı 1000’i geçerken, Mubarek’e çağrı yapıp, ’Kan dökme, çekil!’ diyen de yine o idi..

Mubarek’in devrilmesinden sonra, Mısır’da ilk kez serbest seçimle cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Mursî’nin iktidarı henüz 11 ayında iken, ’pahalılığı önleyemediği ve bazı gösterilerde ölümlere sebebiyet verildiği’  gibi gerekçelerle General A. Fettah Sisî liderliğindeki bir askerî darbe ile devrilmesi üzerine darbecilere en sert tepkiyi gösteren de o..

Hattâ, öyle ki, Amerikan Başkanı Obama, bir ziyafette kendisinin bulunduğu masaya  Erdoğan’ı davet etmesine rağmen, o masada bir ihtilalci general var , halkının iradesini hiçe sayan bir darbeci ile aynı masaya oturmam diyerek, Sisî’nin bulunmasına tepki koyan da Tayyîb Bey..

*

Bu gibi net tavrılar, insan ilişkileri açısından herhalde en sağlıklı olandır. Yüze gülüp, arkadan gizli planlar yapmaktansa, muhatabına duygu,  görüş ve  fikirlerini net olarak ortaya koymak, hoşa gitmese bile söylemek, herhalde tercihe şayandır.

Ancak, bu usûl ve uslûb, muhatablarından da aynı netlikte karşılık bulur mu? Hele de siyaset ve diplomaside?

Erdoğan böyle birisi.. Onun ülke içinde, geniş halk kitlelerince yüzde 50’leri aşan bir seviyede desteklenmesi ve sevilmesinde bu dobralığı, duygularını gizlememesi, oyunlar çevirmemesi de etkilidir, mutlaka.. Ancak, o kendisini haklı görse bile, -ki, haklı görüyordur ve bu, herkes gibi, onun da hakkıdır-; haklı gördüğü konularda görüşlerini net olarak ve hattâ hışımla söylemesi  her zaman aynı neticeyi verir mi?

*

Çünkü, onun hışımla söyledikleri, çok kere onun haklılığından ziyade güç gösterisinden kaynaklandığı şeklinde yorumlanıyor ve bu da, karşı tarafta yanlış tepkilerin ortaya çıkmasına yol açıyor.

Nitekim, onun son olarak, İran’ın Suriye, Irak ve Yemen’de takib ettiği siyasetlerin kabul edilemez boyutlarda olduğu’  üzerine söyledikleri, diplomatik kurallara uygun görülmemekte.. Ve arkasından da, İran’dan, itirazlar ve ağır eleştiriler, suçlamalar yükselmeye başladı. Ve (Hoşamedi/ Hoşgeldin!)  yerine, (Hoş neyamedi../ Hoşgelmedin!)’  sesleri yükselmeye başladı..

Buna rağmen, Erdoğan, muhatabının o sesleri yükseltenler olmadığını belirterek ziyaretini gerçekleştirmeye kararlı olduğunu ve düşman olarak değil, acı da olsa, görüşlerini dostça söyleyeceğini gösterdi..

İran’ın etkili kesimlerinden yükselen itirazlara gelince..

İran makamları, ’dışsiyasette, sadece, İnkılab Rehberi, C. Başkanı ve Dışişleri Bakanı söz sahibidirler, diğerlerinin sözlerine itibar etmeyiniz..’ diyorlar, ama, rejimin içinde çok önemli kilit noktalarda bulunanların beyanlarının kenarından geçilemez. Üstelik onların da diplomatik açıdan bir netice vermese bile, bir şekilde söylenmesi gereken sözleri söyledikleri de iç siyasette ifade edilmekte ve daha üst makamlarca takdirle karşılanmakta..

Nitekim, bir keresinde eski Dışleri Bakanı Salihî’ye bazı yetkililerin, bazı üst derece komutanların sözleri Erdoğan tarafından hatırlatıldığı zaman, Salihî, her zamanki gibi, ’onlar resmî beyanlar değil, şahsî görüşlerdir..’ demiş,  bunun üzerine Erdoğan da, ’Biz de C. Başkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı dışındakilerin sözlerine itibar etmeyiniz desek ve sonra da Genelkurmay Başkanımız bir söz söylese siz bizim sözümüze inanır mısınız..’ diye karşılık vermişti..

Salihî bu gibi sorular karşısında güç durumda kaldığını, vazifeden ayrıldıktan sonraki bir mülâkatta açıkça beyan etmiş ve bundan dolayı da İran medyasında eleştirilere uğramıştı..

*

Erdoğan, Tahran’a gideceğini bile, proğramında bu ziyaretin olduğunu  bildiği halde, daha geçen hafta, Suudî rejimi öncülüğündeki Arab rejimlerinin Yemen’e karşı başlattığı harekatı desteklediğini açıklarken, ’İran, bölgeyi adetâ domine etmeye, (hâkimiyeti altına almaya)  çalışmaktadır. Bu durum bizi de, Körfez ülkelerini de rahatsız etmeye başlamıştır. Buna gerçekten tahammül etmek mümkün değil..’ demişti.

Şimdi, Tahran’a gitmekte olan Tayyîb Erdoğan’ın ziyaretine engel olunması için, ya da en azından, ’İran halkına yaptığı hakaretler’(!)den dolayı  65 kadar m.vekili C.Başkanı Ruhanî’ye,  bir açık mektub yazarak, Erdoğan’ın İran’la ilgili ’basiretsiz’ açıklamalarından dolayı Erdoğan’ı uyarmasını ve özür diletilmesini istemekteler..

Ancak, bunu isteyenler, Erdoğan’ın fıtratını bilmiyorlar.

Batı dünyası, esasen, onun boyun eğmeyen dik duruşu karşısında, geçmişte T.C. yöneticilerinde alışmadıkları bir tavrı ortaya koyması hasebiyle, onu diktatörlükle suçlamaktalar. Ve bu görüşler, emperyalist dünyanın medya organlarından naklen veya direkt olarak, İran medyasında da sık sık tekrarlanıyor, son zamanlarda.. Ve, Erdoğan, Halifeliği ihya etmek veya Yeni bir Osmanlılık siyaseti izlemekle ve küstahlıkla suçlanıyor.

Erdoğan elbette doğru bildiği yolda ilerliyecektir, ama, bu tavrın, diplomasiyi genel olarak dalavere olarak niteleyenler karşısında her zaman geçerli olmadığı, ve reel-politik açıdan bir takım olumsuzlukları getirebileceği de unutulmaması gerekir.

Erdoğan, uslûbunu belirlerken, tekrarlayalım, güçlü olduğuna değil, haklı olup olmadığına bakıyor ve haklı olduğunu düşündüğü noktalarda gerekirse, sert ve bazan hışımlı ifadeler kullanıyor.

Ancak, bu uslûbun bütün muhatablarda aynı etkiyi meydana getirmesi beklenemez.

Umulur ki, iki ülke arasındaki ihtilaflı konular dostça ve açıkça ortaya konulur ve emperyalistler sevindirilmez; iki taraf için de hoş sonuçlar ortaya çıkar; bu ümidle, biz şimdiden, Tayyîb Bey’e, ’Tahran’dan hoşgelişler ola..’ diyoruz

Hz. Ali-Muaviye ihtilafı sırasında, bazıları Hz. Ali’ye gelip, kendisinin siyaset bilmediğini; rakibinin ise, çok ince siyasetler ürettiğini söyleyince.. Hz. Ali’nin, ’Eğer siyaset, dalavere, entrika demek ise, Allah’dan korkum olmasaydı, dalavere ve entrika çevirmekte kimse benimle yarışamazdı.. Ama, ne yapayım ki, bu konuda benim elim bağlı..’ dediği kaydedilir, bazı tarihî metinlerde..

Doğru olan da budur. Zaman içinde, geriye o sözlerin doğruluğu kalmıştır; karşı tarafın ise..