İnsanoğlunun bitmek bilmeyen hırsı ve doymak bilmeyen nefsi arzuları en eski çağlardan günümüze kadar hiç değişmedi. Bunun sonucu olarak zalim ve mazlum, hak ve batıl mücadelesi hep var olageldi. İnsanın bugününden yeryüzüne adım attığı ilk gününe doğru geri dönüp baktığımızda utanılacak çok şeyin olduğunu görürüz. Şüphesiz utanç vesilesi olan tablonun araçlarından bir tanesi de savaşlardır.
İnsanlık tarihi bir yönüyle savaşlar tarihi gibi de okunabilir. Tarih boyunca milyonlarca insanın ölmesi, sakat kalması, evsiz, yurtsuz kalması ve daha birçok dramın yaşanmasına sebep olan savaşlar yaşanmıştır. Çok uzaklara gitmeden I. Dünya Savaşı’nda (I. Paylaşım Savaşı 1914-1918) dokuz milyona yakın insan ölürken, yirmi bir milyon kişi yaralanmıştır. II. Dünya Savaşı’nda (II. Paylaşım Savaşı 1939-1945) durum çok daha vahimdir. Yaklaşık kırk dört milyon sivilin öldüğü bu savaşta toplamda yetmiş milyonun üzerinde ölen vardır. Bir veya birkaç kişinin ölümü normal bir insan için depresyon-bunalım sebebi olurken binlerin ya da milyonların ölümü istatistiki bir bilgiden öteye geçmiyor maalesef.
Siyasi, ekonomik ve coğrafi sebeplere bağlanabilen savaşların en çok başvurulanı din ve mezhep savaşları olmuştur. İnandıkları din uğrunasavaşa fetva çıkarabilen her topluluk bir şekilde din savaşlarının içine girmiştir. Müslümanların da tarih boyunca savaş meydanlarında yer aldığı bir vakıadır. Fakat savaş da, hayatın her alanını kuşatan ve düzenleyen İslam’ın belirlediği ölçülere, kurallara tâbidir.
İslam’da savaş denince akla ilk gelen kavram cihad‘dır. Cihad bugün islamofobi algısının yaymak isteyen Batı kaynaklarının tanımladığı gibi doğrudan savaş demek değildir. Gerektiğinde savaşmayı da içinde barındıran bir mücadele demektir. Bir işi başarmak için elindeki bütün imkânları kullanmak anlamındaki cehd kökünden gelir ve dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, İslam’ı tebliğ, dış düşmanlara karşı savaş ve nefis mücadelesi anlamlarına gelir. Bizim anladığımız anlamıyla savaş - kıtal şeklindeki cihad belirli sebeplere bağlanmıştır. İslam hukukçularının çoğu savaşın meşruiyet sebebinin düşmanın tecavüzü olduğunu, Müslümanlarla savaşmayanlarla savaşmanın ve sadece Müslümanlığı benimsemediği için insan öldürmenin caiz olmadığı yönünde görüş belirtmişlerdir. İslam, dinin kabul edilmesi için insanlara baskı yapılmasını kesinlikle yasaklamış, zor ve baskı altında kabul edilen imanın geçersiz olduğu hükmünü ortaya koymuştur. İnsanlara İslam’ın kabulü için yapılacak şey savaş değil tebliğdir. Ayrıca savaş yoluyla ölen insanların İslam’a girme şansları da ortadan kaldırılmış olacaktır. Yaşasalardı belki ileride İslam’ı benimseme ihtimalleri vardı. Cihad ile ilgili Kuran’da geçen ayetlerde ve hadislerde gerekli okumalar yapılırsa benzer bir yoruma ulaşabiliriz.
Hal böyleyken Batıdan uyarlanan ve temeline cihad kavramı koyulan islamofobi algısı dünyaya şu mesajı vermektedir. Bu sakallı ve cübbeli Müslümanlar elinde silah, dilinde tekbir, cihad demekten ve insan öldürmekten başka bir şey bilmezler. Her konuda geri kalmış ve cahildirler, modern dünyada da yerleri yoktur. Bunun en büyük sebebi ise İslam dinidir.
Modern dönemde sinema, islamofobi yaygarasının en önemli kanalı durumundadır. Özellikle 11 Eylül 2001 tarihindeki saldırıdan sonra gözler İslam ülkelerine ve Müslümanlara çevrilmiş adeta hayat Müslümanlar için buhrana dönmüştür. Bu konuyu ele alan onlarca film yapılmıştır. Gerek 11 Eylül gerekse İslam korkusu! üzerine Operasyon ARGO (2012, Ben Affleck), Unthinkable (Akılalmaz 2011, Gregor Jordan), World Trade Center (Dünya Ticaret Merkezi, 2006 Oliver Stone), United 93 (Uçuş 93, Paul Grengrass), The Hurt Lucker (Ölümcül Tuzak 2008, Kathryn Bigelow) Green Zone (2010, Paul Grengrass), Camp X Ray (2014, Peter Sattler) akla gelen bazı filmlerdir. Bu veya benzer filmlerde genel olarak Amerikalı masum insanların(!) başına gelen olaylar, Müslüman teröristlerin din uğruna saldırıları ve sonuçları konu edinmiştir.
Söz konusu sinema olunca Amerika Hollywood Sineması maharetiyle tüm tarihini aklamayı becerebildiği gibi bu konuda da dünyaya haklılığını duyurmuştur(!) Kafa derisi yüzen(!)Kızılderililerden başlayarak, sinsi savaş taktikleri bilen(!) Vietnam, komünist(!) Rusya, atom bombasını çoktan hak eden(!) Japonya, demokrasiden bihaber(!) Irak, çağ dışı(!) Afganistan ve daha birçok yerde doğrudan ya da dolaylı olarak karıştığı insanlık ayıplarını sinema filmleriyle örtmeye çalışmıştır. Sinema endüstrisi onlar için her dönem bir düşman algısı yaratmak için çalıştırılmıştır.
Savaşlar konusuna geri dönecek olursak savaşlar iki veya daha fazla taraflar arasında karşı tarafı yok etmek ya da gücünü kırmak ve üstünlüğünü kabul ettirmek üzere yapılır. Sonuçta belli anlaşmalara varılarak (işgal ya da vergi vs.) sonrasında siyasi olarak sürdürülür. Savaş askerler arasında olur. Bu arada masum sivillere dokunulmaz. Bu haliyle bile savaş tabi ki doğal ve basit bir olay olarak görülemez. Katliam, soykırım ya da silahsız sivillerin öldürülmesi savaş suçu kapsamındadır. Yaşadığımız çağ hiçbir alanda ahlak tanımadığı için savaşta da bir ahlak tanımamaktadır. Oysa savaşın da bir ahlakı vardır ve olmalıdır. Buna göre savaş bütün barışçıl yollar denendikten sonra diyalog imkânı kalmadığında gerçekleşir. Bu sebeple savaş esasen saldırıyı önlemek, canı, malı, nesli ve dini korumak için yapılabilir. Savaş bittiğinde anlaşma kurallarına uyulur.
Peygamber efendimiz bir savaştan sonra ölmüş vaziyette yatan bir kadın gördü ve bu kadın savaşmıyordu diyerek durumdan duyduğu rahatsızlığı belirtti. Sonrasında Halid Bin Velid’e haber göndererek kadın ve çocukların savaşta öldürülmemelerini söyledi. Eğer savaşın sebebi insanların Müslüman olmamaları ya da İslam dinini kabul etmemeleri olsaydı kadınların ve çocukların da öldürülmeleri gerekirdi. Bu mantığa göre bugüne kadar ya herkes Müslüman olurdu ya da yeryüzünde Müslüman kalmazdı diyebiliriz.
Hiç şüphesiz peygamber efendimizin izini takip ederek, savaş meydanlarında komutanlık yapan en güzel örneklerden birisi de Selahaddin Eyyubi’dir. Eyyubi, 1187’de Kudüs’ü Haçlıların elinden geri aldı veHaçlı seferlerini püskürtmeyi başardı. Bu konu beyaz perdeye de taşınmıştır. (Selahaddin Eyyubi ve Haçlılarla mücadelesine değinen Kingdom of Heaven (Cennet’in Krallığı) Ridley Scot’ın 2005 tarihli filmidir. Hollywood yapımı olan bu filmde dahi eksikleri olmasına rağmen Selahaddin Eyyubi’nin savaş ahlakı teslim edilmek zorunda kalınmıştır.)
Haçlılar Kudüs’ü ele geçirirken halkı kılıçtan geçirmiş ve her türlü zorbalığı yapmıştır. Buna rağmen Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü geri aldığında esirlerin can güvenliğini sağlamış hatta onları geri dönerlerken korumuştur. Çünkü o savaşın bir ahlakının olması gerektiğini biliyordu, Müslüman savaşçının nasıl olması gerektiğini tarihe not düşmüştü. Açgözlü ve kibirli değildi, adaletten yanaydı, ilim sahibiydi, aynı zamanda şehri imar etmeye çalışan bir kültür insanıydı.
Bosna soykırımında (1992-1995) direnişin lideri olan Aliya İzzet Begoviç savaştan sonra yaşanan onca zulüm ve işkenceler henüz hafızalarda tazeyken “geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız, kin ve intikam peşinde koşmayacağız” diyebilmiştir.
Aynı şekilde İtalyanlara karşı verdiği mücadeleyle tüm insanlığa ders veren Ömer Muhtar benzer bir tavır takınmıştır. “Biz esirleri öldürmeyiz.” “Onlar bizi öldürürlerdi” itirazına “Onlar bizim öğretmenimiz değil” demiştir.
Tarihin üç farklı döneminde üç farklı komutana bu davranışları yaptıran İslam’daki cihad anlayışıydı. İşte savaş yoluyla cihad bu olsa gerektir.Bugün cihad kelimesini katliamla bir tutarak İslam korkusu (islamofobi) diye bir şey ortaya atanlar ve insanların belleğine bunu kazıyanlar acaba ülkeleri ne uğruna savaş yapıyorlar hiç düşünürler mi? Müslümanların tarihi sadece inançlarından dolayı başlarına gelen zulüm, katliam ve soykırımlarla doludur. Sadece son yüz yılda Rusya’nın Çeçenistan’da, Sırpların Bosna’da, Fransa’nın Afrika’da, Amerika’nın Afganistan ve Irak’ta neler yaptığını biliyoruz. Selahaddin Eyyubi’nin, Ömer Muhtar’ın ve Aliya İzzet Begoviç’in savaş ahlakı hiç birinde yoktu.