Hollywood Sinemasında Irkçılık: Ötekinin İnşası

​​​​​​​Georg Floyd’un vahşice katledilmesiyle Batı’da ortaya çıkan tartışmalar, heykellerden sokak isimlerine ve son olarak sinemaya kadar taşındı. Ancak batıda düşmanlığın sadece siyahi topluluklar için geçerli olmadığı da bir gerçek.

Temmuz Dergisi’nin 27. sayısında yer alan Erkam Kuşçu'nun “Hollywood’da Ötekileştirme” başlıklı yazısını sunuyoruz.

Tarihsel süreci açısından ötekileştirme olgusu aslında batı için yeni bir olgu değildir. Anti-semitizm ve İslamofobi kavramsallaştırmalarının kökleri 16. yy hatta çok daha gerilere götürülebilir. Bu durumun toplumsal, siyasal, sanatsal açıdan birçok yansıması vardır. Günümüzün en hâkim aktarma/anlatma araçlarından birisi olan sinema içinse durum pek parlak değil. Ötekileştirmenin boyutları Hollywood açısından dehşet noktalara varmıştır denilebilir. Ötekileştirilen için ise ortaya bambaşka bir sorun çıkacaktır, “benlik” problemi. Kendisini tarihiyle, geçmişiyle ilişkilendiremeyen bireyin “öteki”nin şahsına bürünme çabası. R. D. Laing’in tanımlamasıyla, sahte benlik,  kendisi olmamanın bir yoludur. Kişi burada kendisini kabul ettirme aracı olarak maruz bırakıldığı kavramların alanından yararlanmaktadır. Bu aynı zamanda onun topluma karşı takındığı maskesidir. Reel Bad Arabs isimli çalışma Hollywood’daki ötekileştirmenin boyutlarını anlamak açısında oldukça önemli bilgiler vermektedir.

Ötekinin İnşasında Hollywood: Reel Bad Arabs Belgeseli

Arap asıllı Amerikalı Profesör Jack Shaheen’e ait olan Reel Bad Arabs isimli kitap ve belgesel, 900’e yakın Hollywood filminde Arap/Müslüman kimliğine dair Hollywood’un bakış açısını incelemektedir. Rakamlarla vermek gerekirse bu 900 filmin sadece belli bir kısmının olumlu bir imaj çizdiğini, 50 tanesinin tarafsız olduğunu, geri kalan filmlerin tamamının Arap halkını aşağıladığını, hor gördüğünü, terör sevdalısı gibi gösterdiğini belirtmektedir. Bu korkunç istatistik haliyle sinemanın ulaştığı her bireyi de etkilemektedir. Araplar aşağılık, kadın ve para düşkünü, düzenbaz, pis, işbirlikçi, müdahaneci, beceriksiz, ölçüsüz insan tipinin sinemada karşılık bulmuş halidir. Savaş içerikli filmlerde Araplar de-hümanize edilerek sayısal verilere indirilmekte ve öldürme/katliam fiilleri bu sayede önemsizleştirilmektedir. Jack Shaheen bu 900 filmin içerisinde en kötü örnekler olarak: 1. Rules of Engagement (2000), 2, The Delta Force (1986), 3. Death Before Dishonor (1987) ve 4. True Lies (1994) filmlerini zikretmektedir. Bu dört film açısından Arap karakterler terörist ve acımasız tiplerdir. O yüzden onlara karşı verilen savaş aslında “özgürlük savaşı”dır. Bu savaşlar aslında Arapları, Araplardan kurtarmak için de yapılmaktadır. ABD burada özgürlük(!) taşıyıcısıdır. Hiç alakasız gibi gözüken Disney animasyon filmlerinde dahi benzeri temalara rastlanmaktadır.1

Rules of Engagement (2000) isimli film bu bağlamda daha yakından incelenmeyi hak ediyor. Jim Webb isimli ABD Donanma sekreterliği makamında yer almış eski bir asker tarafından senaryosu yazılan film, Yemen’de sivillere yönelik katliam girişiminde bulunduğu iddiasındaki askerler için başlatılan soruşturmayı merkezine almaktadır. Bu filmi diğerlerinden ayıran husus ise bu “soruşturma” faslıyla ilgilidir. Film ilk başta sivillerin haksız yere katledildiği fikrini izleyiciye sezdirir. Ancak gerçek sonradan ortaya çıkacaktır. Filmin en iğrenç sahnesi ise kameraların çatışmada tek ayağını kaybetmiş bir kız çocuğuna odaklandığı sahnedir. İlk önce bu kız çocuğuna sempati duyarız. Ne de olsa masum, engelli bir kız çocuğudur.Bu şekilde onunla duygusal bağ kurarız. Fakat gerçekler çok farklıdır. Soruşturma ilerledikçe ilk ateşin gösteri halindeki kalabalıktan Amerikan askerlerine doğru açıldığı anlaşılmaktadır. Bu küçük kız çocuğu ise elinde revolveri ile Amerikan askerlerine doğru öfkeli bakışlar atarak mermileri saydırmaktadır. Yani o da küçük yaşına rağmen diğer teröristlerden herhangi birisidir. Yalnızca küçük bir teröristtir. Ardından Hollywood’un önemli aktörlerinden Samuel Jackson elinde telsiz ile bağırmaktadır: Harcayın şu aşağılıkları! Sivillere yönelik katliam gayet açık bir şekilde ve zafer edasıyla izleyiciye aktarılarak sahne sona erdirilir.

Arap kadınları için durum daha kötüdür. Onlar kocalarının yanında önemsiz birer nesne veyahut meze masalarında ki cinsellik objesinden ibarettir. Farklı birçok yapımda Arap kadın kimliği bu şekilde sunularak “doğuda kadının ehemmiyetsizliği” fikri pekiştirilmektedir. Sinemanın ilerleyen yıllarında ise durum biraz daha farklılaşmaktadır. Arap kadınları artık eli silahlı birer isyancıdır. Bu konuda zirveyi Death Before Dishoner2 (1987) filmi elinde tutmaktadır. Yahudi bir aileyi soğukkanlı bir şekilde katleden Arap kadın terörist bir diğer sahnede Amerikan askerlerine işkence ederken gözükmektedir. Bu yapımların ortak özelliği ise popüler temaları kullanmaları ve sinematografik açısından çokta başarılı örnekler olmamalarıdır. Ancak kitlelere çok kolay bir şekilde ulaşan bu yapımlar en çok izlenen filmler arasında yer almaktadır. Türkiye’de de televizyonlarda pek çok kere gösterilen bu filmler “öteki”lere öteki olduklarını hatırlatmakta ve bunu yaparken de bir Amerikalı gibi düşünmelerini istemektedir.

Bir diğer ötekileştirilen kimlik unsuru Filistinlilerdir. Yahudi kökenli yapımcılar olan Menachem Golan ve Yoram Globus tarafından Cannon isimli şirket adına çektirilen 30’a yakın filmde Arap-Müslüman ve özellikle Filistinli kimliği terörize edilmiş ve aşağılanmıştır. Yine popüler temaların kullanıldığı ve sinema açısından üzüntü verici olan bu yapımlar Arap-Yahudi ayrışmasının kökleşmesine önemli katkılar sunmuşladır. Jack Shaahen kitabın içeriğinden oluşturulan aynı isimli belgeselde yukarıda zikredilen filmlerden sahneler eşliğinde bu dehşet verici ötekileştirme temalarını incelemektedir. Başarılı bir şekilde gerçek görüntülerle kıyaslanarak verilen filmler aslına bakıldığında çok temel birer propaganda nesnesinden ibaret gözükmektedirler. Sanatsal açıdan hiçbir değeri olmayan bu yapımlar, Hollywood ile Washington arasındaki sıkı ilişkileri de ortaya sermektedir. Bu durum bizzat Amerikan Sinema Filmleri Derneği başkanı Jack Valenti tarafından şu şekilde dile getirilmektedir: ‘Washington ve Hollywood aynı DNA’dan gelmektedir.’Farklı yapımlar olarak gösterilebilecek filmleri de belgeselde zikreden Shaahen, bu yapımların en azından muhatabını anlamaya yönelik çabasını önemsemektedir. Three Kings (1999) ve Kingdom of Heaven (2005) filmleri bu yapımlar arasında sayılmaktadır. Bizce, Three Kings filminde Amerikan askerini sorguya alan Iraklınınönemli soruları dışında kayda değer bir farklılıktan bahsetmek mümkün olmasa da Kingdom of Heaven filmi gerçekten farklı bir yapım olarak düşünülebilir. Hulasası ötekileştirme batı açısından tarihsel bağları güçlü bir olgudur. Bugün ise sinema bunun taşıyıcısı olma konumdadır. Buradaki sorun batının kendisine yönelik bakışı ile alakalıdır. Yani önce kendileri ile olan meselelerini halletmeden sorun ortadan kalkacak gibi gözükmemektedir… 

Dipnotlar:

1- Disney’in en çok izlenen çizgi filmlerinden Aladdin (1992, dünya hasılatı: $504,050,219) şöyle bir şarkıyla başlamaktadır: "Uzak diyarlardaki memleketimden geliyorum. Kervan develerinin gezindiği, yüzünüzü beğenmezlerse kulağınızı kestikleri… Barbarca ama olsun; memleket sonuçta."

2- Türkiye’de isyancılara/barbarlara karşı savaşanlar kast edilerek ‘Şerefli Askerler’ ismiyle gösterime girdiğini belirtmek gerek.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!