Hollanda İslam düşmanlığına teslim mi oldu?

Ömer Faruk Ergün, Hollanda'da sağ koalisyonun iktidarıyla sonuçlanan milliyetçi yükseliş dalgasını incelerken Hollanda'daki Müslümanlar için endişe verici gelişmelere dikkat çekiyor.

Ömer Faruk Ergün / Perspektif.eu

Hollanda ırkçılık ve İslamofobi’ye teslim mi oluyor?

Hollanda gündemi yakın zamanda 500 nüfuslu küçük bir köyde işlenen İslamofobik bir cinayetle sarsıldı. Hamza el-Baghdadi isimli bir genç yaşadıkları bir tartışma sonucunda 55 yaşındaki komşusu Gerben van Vlimmeren tarafından silahla vurularak öldürüldü. Cinayetin sebebi ilk etapta otopark konusunda yaşanan bir tartışma gibi görünse de, zanlının sosyal medya hesaplarındaki İslam karşıtı paylaşımları, soğukkanlılıkla işlenen cinayetin altında yatan ırkçı motivasyonları ortaya koyuyor.

1999 yılında Hollanda’nın Oosterhout kentinde doğan Hamza el-Baghdadi Fas göçmeni bir ailenin çocuğu olarak hayatını Hollanda’nın güneyindeki 500 kadar nüfusu olan Stampersgat köyünde sürdürmekteydi. Hamza yakın zamanda evlenmiş ve 2 ay önce baba olmuştu. 11 Temmuz 2024 tarihinde sıradan bir günün sonunda evine girmek üzereyken, 55 yaşındaki komşusu Gerben van Vlimmeren ile yaşadığı park yeri ile alakalı bir tartışma sonucunda komşusu tarafından 3 el ateş edilerek kendi evinin önünde öldürüldü. Hamza vurulduktan sonra aldığı son nefesleri karısına “kapıyı açma” diye bağırmak için kullanabildi. Silah sesini duyduktan sonra camdan bakıp eşinin vurulduğunu gören Hamza’nın karısı 2 aylık bebeğini alarak evinin banyosuna saklandı. Görgü şahitlerinin anlattıklarına göre katil zanlısı Gerben van Vlimmeren öldüğünden emin olmak için önce Hamza’nın başında bekledi ve emin olduktan sonra Hamza’nın evine yönelerek eşine ve 2 aylık bebeğine “sıra siz ikinizde” diye bağırdı.

Gerben van Vlimmeren çok kısa bir süre sonra olay yerine gelen polis ekipleri tarafından tutuklandı. Birkaç hafta sonra olayı haberleştiren Hollanda’nın en büyük ulusal gazetelerinden De Telegraaf katil ve maktul arasında uzun zamandan beri süregelen park yeri tartışmasına dikkat çekiyordu. Benzer şekilde yetkililerden gelen ilk açıklama da saldırganın İkinci Dünya Savaşı silahlarına karşı aşırı bir ilgisinin bulunduğunu belirtiyor ancak ırkçı motivasyona ilişkin bir şey söylemiyordu.

Ancak aktivist bir grup olan Muslim Rights Watch tarafından ortaya daha sonradan çıkarılan detaylar saldırganın cinayeti işlemeden yalnızca birkaç saat önce sosyal medya hesaplarından Müslümanlara ve İslam’a karşı nefret içeren paylaşımlar yaptığını gösteriyor. Saldırganın paylaşımları arasında bütün Müslümanların tehlikeli olduğunu belirten, İslam’la çocuk istismarını ilişkilendiren ve İsrail tarafından Filistinli çocukların öldürülmesini kutladığı paylaşımlar da bulunuyordu. Katil zanlısının sosyal medyadaki İslamofobik paylaşımlarının savcılık tarafından davaya dahil edildiğinin duyurulmasıyla birlikte De Telegraaf dahil birçok ulusal medya organı cinayetin ırkçı ve İslamofobik bir motivasyonla işlenmiş olabileceği ihtimalini gündeme getirdi. Ancak yine de Hamza’nın yakınları ve ailesinin hâlen yaşamakta olduğu kent Oosterhout’ta yaşayan Müslümanlar medyanın olaya yaklaşımından ve cinayetin gerçek motivasyonuna çok az dikkat çekilmesinden şikayetçiler.

İslamofobik ve ırkçı motivasyonlu saldırıların artması tesadüf değil

Meld Islamofobie isimli girişim tarafından ortaya konan bir rapora göre Hollanda’daki İslamofobik nefret saldırılarında ciddi bir artış var. Rapora katkı sağlayan araştırmacılardan sosyolog Rahma Bavelaar bir internet gazetesine verdiği röportajında Ekim 2023’ten bu yana Hollanda’da İslamofobi motivasyonlu 400 saldırı gerçekleştiğini belirtiyor. Bu sayılar Hollanda’da ortalama her gün en az 1 İslam karşıtı vakanın meydana geldiğini gösteriyor. Ancak İslamofobik ve ırkçı temelli şiddet olaylarındaki artış politik arenada artan yabancı düşmanı ve İslam karşıtı söylemler göz önüne alındığında kaygı verici olsa da maalesef şaşırtıcı değil.

Bilindiği üzere Hollanda’da geçtiğimiz yıl göçmenlerin aile birleşimi noktasında yaşanan bir anlaşmazlık sonucunda koalisyon dağılmış ve bir önceki seçimin üzerinden 18 ay geçmeden yeni bir seçim kararı alınmıştı. Koalisyonu oluşturan ve merkez sağda konumlanan Mark Rutte’nin genel başkanlığını yaptığı Özgürlük ve Demokrasi Partisi (VVD) ve Hristiyan Demokrat Parti (CDA) aile birleşiminden faydalanan sığınmacıların sayısına kota koymak istemiş, koalisyondaki diğer partilerin bunu kabul etmemeleri ise ülkeyi yeni bir seçime sürüklemişti.

Bu süreçte Adalet Bakanı olan ve daha sonra Mark Rutte’nin yerine genel başkanlığa seçile-cek Dilan Yeşilgöz-Zegerius bir televizyon programında aile birleşim hakkı sebebiyle binlerce sığınmacı ailenin Hollanda’ya geldiğini iddia etmiş ve seçim sonrasında bu iddianın yanlış olduğunun ortaya çıkmasıyla özür dilemek zorunda kalmıştı. Fakat ortaya atılan bu yanlış iddianın da etkisiyle Hollanda yeni bir seçime gitmek zorunda kaldı.

Göçmenler seçim kampanyalarının ana konusu

Son zamanlarda Avrupa’nın hemen her ülkesinde olduğu gibi Hollanda’da da sağ partiler seçim kampanyalarını göç ve göçmenlerle ilişkili konular merkezinde yürüttüler. İlk olarak Hollanda’nın son 4 hükûmetini kurmuş olan Mark Rutte’nin istifası ile Özgürlük ve Demokrasi İçin Halk Partisi (VVD)’de gerçekleşen genel başkan değişimi, VVD’de aşırı sağcı Geert Wilders’in partisi Özgürlük Partisi’ne (PVV) yönelik tutum değişimine yol açtı. Önceki seçimlerde Geert Wilders ile koalisyon yapmayı PVV’nin ırkçı politika ve söylemlerini gerekçe göstererek reddeden Mark Rutte’nin aksine, VVD’nin yeni başkanı Dilan Yeşilgöz-Zegerius seçim sonuçlarına göre PVV ile iş birliği yapılabileceği mesajlarını verdi. Buna ek olarak, Dilan Yeşilgöz-Zegerius’un göreve gelmesinden kısa bir süre sonra yayınlanan “Alan aç. Sınır koy” (Ruimte geven. Grenzen stellen.) başlıklı seçim manifestosunda göçmenlere yönelik politikaların sıkılaştırılması ana öncelik olarak belirlenmişti.

Merkez sağ gelenekten gelen bir diğer parti olan Hristiyan Demokratlar Birliği (CDA)’dan ayrılıp kendi partisi Yeni Toplumsal Sözleşme’yi (NSC) kuran Pieter Omtzigt de daha sıkı göç politikalarını savunan bir diğer lider olarak öne çıktı. Mardinli Süryani bir Türk vatandaşı ile evli olan Pieter Omtzigt göçmen sayısının 50 bin ile sınırlandırılması gerektiğini öne sürüyordu.

Diğer taraftan aşırı sağcı ve muhafazakar partiler de seçim sürecinde göç ve İslam karşıtı söy-lemlerini normalleştirme ve rahatça dile getirme imkanı buldular. Bir önceki bölgesel seçimlerden birinci parti olarak çıkan Çiftçi Vatandaş Hareketi (BBB)’nin başbakan adayı Mona Keizer’in “Yahudi düşmanlığı İslam kültürü’nün neredEyse bir parçası” açıklaması gündemi bir süre meşgul etti. Bu açıklama sol partiler ve bazı sivil toplum kuruluşlarından tepki alsa da Çiftçi Partisi Mona Keizer’in açıklamalarının arkasında durdu.

Siyasi başarısızlıklar göçmen karşıtlığı ile örtülüyor

Merkez sağ partilerin göç ve göçmenlikle ilgili konuları ana seçim konusu hâline getirmeleri ve politikalarını sertleştirmeleri, aşırı sağ partilerin yıllardır süregelen söylemlerini doğrulayan nitelikte olmasından ötürü merkez sağ partilerden çok aşırı sağ partilere yaradı. Nitekim seçim sonuçları Hollanda’da Geert Wilders’in aşırı sağcı partisi PVV’nin tarihi zaferini gösteriyordu. Daha önce Hollanda’da yaşayan Faslılara karşı ayrımcılık ve nefret suçlarından hüküm giyen Geert Wilders’in aşırı sağcı Özgürlük Partisi sol ittifak GL-PvDA’nın önünde 150 sandalyeli meclisin 37 sandalyesini alarak birinci parti oldu. Ülkedeki göçmenler ve Müslümanlar arasında büyük kaygı uyandıran bu seçim sonuçlarından 7 ay sonra PVV, VVD, BBB ve NSC ile birlikte 4 sağ partinin koalisyonuyla daha önce yabancılar ve göçmen dairesi başkanlığı da yapmış olan Dick Schoof başbakanlığında yeni bir hükûmet kurulabildi.

Seçim sürecinde sürekli gündeme getirilen ve yayılan göçmen ve yabancı karşıtı söylemlerin toplumsal birlikteliğe zarar verdiği ve yabancılara yönelik şiddet olaylarının artmasına zemin hazırladığı önemli bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Siyasi söylemlerdeki bu sorumsuz açıklamalar seçimler geçmesine rağmen aşırı sağcı ve göçmen karşıtı bir partinin zafer kazanması nedeniyle son bulmuş değil. Seçim sonrasında merkez sağ ve liberal olarak nitelenen bir parti olan VVD’nin bir milletvekili göç meselesinin ülkenin birinci, ikinci ve üçüncü en önemli sorunu olduğunu iddia etti. Buna ek olarak göçmenlerin ev piyasasında büyük bir baskıya sebep olduklarını öne sürdü. Ancak 2023 yılında BM tarafından bağımsız yürütülen bir soruşturma Hollanda’daki mevcut ev krizinin sebebinin göçmenler değil hükûmetin yanlış politikaları olduğunu ortaya koymuştu. 2010 ve 2024 yılları arasında Hollanda’yı 14 yıl yöneten VVD’nin bu tarz popülist açıklamalar yapması siyasi başarısızlıklarını örtme amacıyla göçmenleri hedef tahtasına koyduğu bir örnek teşkil ediyor. Bütün bunlar birlikte düşünüldüğünde seçim sürecinde yayılan göçmen karşıtı söylemlerin göçmenlere yönelik şiddet olaylarında önemli rol oynadığı düşünülebilir.

Benzer şiddet olayları korkusu

Hamza el Baghdadi’nin cinayetinin ardından Hollanda’da yaşayan Müslümanlar benzer olayların artmasından endişeleniyor. Oosterhout Al-Mohsinin Camii yöneticisi Yousef Elhadjoui bir gazeteye verdiği röportajda cinayetin şehirdeki Müslümanlarda büyük kor-kulara yol açtığını belirtiyor. Buna ek olarak mevcut aşırı sağcı hükûmetin ve Geert Wilders’in sorumsuz açıklamalarının bu tarz cinayetlere zemin hazırladığını ancak buna rağmen Hollanda halkının büyük çoğunluğundan destek ve dayanışma mesajları aldıklarını vurguluyor.

Cinayet sonrasında medyanın ve yetkili mercilerin takındıkları tutum ve yakın zamanda ortaya çıkan bazı bakanlık ve emniyet gibi kurumlardaki kurumsal ırkçılık iddiaları Hollanda’da yaşayan Müslümanların güvenlikleri noktasında yaşadıkları endişelerin yersiz olmadığını gösteriyor.

Hollanda Müslümanlar için bir yurt olabildi mi?

2014 yılında seçim sonuçlarını değerlendirdiği bir mitingde destekçilerine Hollanda’da daha fazla mı yoksa daha az mı Faslı istediklerini soran Geert Wilders’in binlerce insana “daha az Faslı” (minder Marokkannen) sloganını attırması Hollanda gündemini uzun sü-re meşgul etmişti. Bugün Hamza cinayetinin Wilders’in partisinin seçimin kazananı olduğu bir siyasi ortamda “daha az Faslı” motivasyonundan bağımsız olarak işlendiğini düşünmek naif bir yaklaşım olur. Cinayet sonrası Hamza’nın naaşı Hollanda’ya değil memleketi Fas’a gönderilerek ailesinin geldiği köye defnedildi. Yapılan kampanya ile birlikte ailesinin geldiği şehir olan Nador’a Hamza adına bir su kuyusu açılabilmesi için kısa zamanda 24 bin Euro bağış yapıldı.

Hamza’nın cenazesinin, doğduğu ve hayatını geçirdiği yer olan Hollanda yerine ailesinin geldiği ülke olan Fas’a defnedilmesi Hollanda’ya yerleşimlerinin üzerinden 60 yıl geçmesine rağmen Hollanda’nın Müslümanlar nezdinde hâlen bir yurt niteliği kazanamaması tartışmasını yeniden gündeme getiriyor.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!