Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermeni sorunu olduğu gibi Ermenistan ve Ermeni toplumunun da Türkiye ve Azerbaycan (Türk ve Azeri) sorunu var. Bu öyle bir sorun ki, basit çatışma ve rekabet duygularından değil tehcir, katliam ve işgal gibi epeyce köklü, sarsıcı ve giderilmesi imkânsız bir dizi acı ve kayıplara dayanıyor. Fakat malum olduğu üzere sloganlar, milliyetçi retorikler ve yüzünü sürekli kendi acı ve kayıplarına sabitlemekteki ısrarlar ise çözümü değil ancak çözümsüzlüğü derinleştirmektedir.
Türkiye bir taraftan 1915’te yaşanan Ermeni tehciri ve tehcirin yol açtığı kitlesel kıyımların 100. yıldönümünde yine ve ısrarla ‘soykırım’ suçlamasıyla karşı karşıya. Diğer taraftan Nahcivan ve Dağlık Karabağ meselesi üzerinden süregiden Ermenistan ve Azerbaycan anlaşmazlığının getirdiği yüklerle baş etmeye çalışıyor. Üç toplum, üç ülke ve üç hükümet bu krizlerle daha ne kadar yaşayabilir? Bu krizi adaletli bir biçimde aşmanın imkân ve usulleri nasıl hayata geçirilecek?
Katliam Kesmez, ‘Soykırım’ Olsun!
SSCB’nin dağılmasıyla birlikte öteden beri tartışma konusu olan Dağlık Karabağ meselesi Ermenistan ve Azerbaycan’ı savaşa sürükleyen bölgenin her açıdan stratejik bölgesiydi. 1991 ve 1993 yıllarında Ermenistan Rusya’nın desteğiyle Dağlık Karabağ’la birlikte Ağdam, Laçin, Kelbecer, Fizuli, Cebalayır ve Gubaldi’yi işgal edip tampon bölge oluşturdu. Azerbaycan ve Ermenistan aynı süreçte AGİT’e üye olduysalar da 26 Şubat 1992’de Hocalı’daki Müslüman Azeri unsurlara karşı bir katliam gerçekleştirildi. Sonuçta Ermenistan asker ve milis kuvvetlerinin saldırısı sonucunda Azeri sivillerden yaklaşık 600 ölü, 1275 yaralı, 487 esir ve 150 kayıptan oluşan Hocalı katliamı ortaya çıktı.
Ermenistan işgal ettiği bölgedeki Müslüman Azeri toplumu süratle tehcir etmeye başladı. Azerbaycan da benzeri yöntemlerle karşılık vermeye girişti ve savaşa dönüşen çatışmalar ancak 1994 Mayıs’ında Minsk’te ateşkesle sona erdirilebildi. 2007’ye kadar Minsk grubunun üç eş başkanı Rusya, ABD ve Fransa’nın nihai formül olarak sunduğu çözüm formülünü deklare etti lakin ne işgal edilen topraklar, ne tehcir edilen Müslüman unsurlar ne de bu suçların faillerinin yargılanıp cezalandırılmasıyla alakalı ileri bir adım atılabildi.
Uluslararası hukuk açısından da Dağlık Karabağ’da açık bir işgal olduğu tartışma dışı. Fakat buna rağmen Rusya, ABD ve Fransa’nın başını çektiği Minsk grubu Ermenistan’ın işgaliyle birlikte başta tehcir ve katliam olarak ortaya çıkan hiçbir sorun çözülmeden hem barış hem de normalleşme beklemektedir. Azerbaycan ve Türkiye’den, hiçbir şart ileri sürmeksizin Ermenistan’a uyguladıkları ambargoyu sonlandırması ve derhal sınırlarını açması dayatılmaktadır. Çeyrek asra yaklaşan bu denklemin “işgali unut, ambargoyu sonlandır” formülüyle çözümlenebilmesi mümkün olur mu?
İHH İnsani Yardım Vakfı ise Hocalı Katliamının 23. yıldönümü vesilesiyle İstanbul’da “İnsanlığın Adalet Arayışı” başlıklı bir sempozyum düzenledi. Benim de bir tebliğ sunduğum sempozyuma akademisyen, siyasetçi ve mağdurlardan da katılım oldu. Bu tür etkinliklerde maalesef acıları yarıştırmak gibi bazı mikro milliyetçilik hastalıkları kolay ve yaygın bir biçimde tezahür edebiliyor. Oysa her şeyden önce amaç yaşanan acıları hatırlamak, haksızlıkları ve faillerini ifşa etmek, gasp edilen hakların temini yolunda somut gelişmelerin yolunu açmak olmalıdır. Ne yazık ki, acılar kontrolsüz bir hamaset, nefret ve mağduriyeti milliyetçileştirmek, acılar üzerinden siyaset ve toplum üzerinde hegemonya oluşturmak gibi açmazlara sürüklüyor genelde tarafları.
Sempozyum “İnsanlığın Adalet Arayışı” ve Hocalı Katliamı başlığını taşıyor olmasına rağmen kimi konuşmacılar ısrarla “Hocalı soykırımı” söylemi eşliğinde müthiş bir Ermeni nefret ve düşmanlığı propagandası yaptılar. Azeri halkı hak ve mağduriyeti, Ermeni halkı zulüm ve gaspı nasıl olurda tek başına temsil edebilir? İşgal ve katliama karşı çıkmak yaşanan karşılıklı acılara saygı duymaya engel değil ve de olmamalıdır. Ermeni milliyetçiliğinin körüklediği histerik söylemler hangi yaraya ne kadar merhem olabilirse Azeri milliyetçiliği de ancak o kadar merhem olur. İşgal ve katliam yeteri derecede büyük bir kötülüktür zaten. İlle de “en büyük kötülük olan soykırım yaftasını Ermenilerin boynuna asacağız” diye yırtınmanın bir anlamı ve faydası var mı?
Dağlık Karabağ ve işgal altında tuttuğu diğer Azerbaycan toprakları Ermenistan’ın en önemli uluslararası krizidir. İşgal, nispeten uzaklardaki Rusya ve daha uzaklardaki AB ve ABD’nin desteğini ama hemen yanı başındaki Azerbaycan ve Türkiye’de öfke ve tepkileri büyütmektedir.
Hemen herkesin bildiği gibi “uzak dost-yakın düşman” dengesi hiçbir ülke ve topluma huzur ve güven getirmemiştir. Tam da bu gibi sebeplerle Ermenistan, hem Azerbaycan’a hem de Türkiye’ye karşı Rusya (ve kısmen İran) tarafından olduğu kadar AB ve ABD tarafından da bir baskı, şantaj ve tampon bölge olarak kullanılmaktadır maalesef. Ancak buna karşın Ermenistan hem Türkiye hem de Azerbaycan tarafından uygulanan ambargo ile tamamen tecrit edilmiş, izole edilmiş ve iyiden iyiye öfke ve yoksullukla içe dönmüş bir ülke pozisyonundadır. İşte bu pozisyon Ermenistan’ı (Azerbaycan’a karşı) hem Rusya ve İran’ın hem de AB ve ABD’nin ipotek altında tutabileceği bir ülke olmaya mecbur ve mahkûm etmektedir.
Azerbaycan: En Yakın Uzak!
İHH’nın geçtiğimiz hafta sonu düzenlediği söz konusu sempozumdaki “İslam Dünyasının Karabağ Sorununun Çözümündeki Rolü” başlıklı konuşmamda daTürkiye’den başka bu bölgeye odaklanmış bir başka Müslüman ülke olmadığı vurguladım. Kafkasya’da işgal ve tehcirle temin edilen statüko sürdürülemez elbette. Rusya, AB ve ABD’nin “Kafkasya’da barış ve istikrar istiyoruz” söylemi Ermenistan’ı koruyup kollayan paradigma ile malul ve bu çarpık paradigma ile çözüm üretilemez. İşgal politikalarını diplomatik ve politik manevralarla, askeri ve siyasi zorbalıklarla kalıcı kılmakta ısrarcı olmak sistematik olarak insanlığa karşı suç işlemektir.
Dağlık Karabağ sorunu köklü ve karmaşık bir sorun olarak tasvir edilebilir. Ancak ne Azerbaycan-Ermenistan ne de Türkiye-Ermenistan sorunlarının çözümü Dağlık Karabağ işgalinin sona erdirilmesinden bağımsızdır. Azerbaycan ve Türkiye tek başlarına veya birlikte bu sorunu çözmeye belli bir dönem daha muktedir olamayabilirler. Bununla birlikte bu sorunu çözümsüz kılanların da normalleşme beklemeleri ham hayal olur.
Ermenistan ile kıyaslandığında Azerbaycan toplum, ekonomi, siyaset ve stratejik açıdan önemli bir üstünlük taşıyor. Fakat bu cesametine rağmen bölge siyasetinde zaaf ve bağımlılık sembolü olarak beliriyor. Diğer taraftan Ermenistan siyasi istikrarsızlık, iktisadi açmaz ve yoksulluklar, önü alınamayan göçler ülkesine dönmüş durumdadır. Ne enflasyonla ne de her geçen gün büyüyen işsizlik sorunuyla baş edilebiliyor. Ermenistan adına şöyle tuhaf bir trajedi var: Karabağ’ı işgal altında tutmak ve 1915’te maruz kalınan tehcirin derin acılarını ‘soykırım’ olarak kabul ettirmekten başka çare ve çıkış yolu olmadığı konusunda Ermenistan, mutlak bir inanç ülkesi olarak duruyor karşımızda.
Hem Ermenistan hem de Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarındaki işgal ve tehcir politikaları açık veya örtük destekleyen devletler kendileri adına meşruiyet kaybını tescillemektedirler. Dağlık Karabağ ve çevresindeki 7 beldedeki Ermenistan işgalinin son bulması, tehcir edilen Müslüman Azeri toplumun kendi topraklarına geri dönmesi adaletin acil bir gereğidir. İşgalin bitirilmesi ne diplomatik ve siyasi ne de ticari-iktisadi bir al-ver meselesidir. Lakin işgal politikasıyla birlikte yükselen nefret ve düşmanlık duygularını giderecek, yerine kardeşçe komşuluk ilişkilerini ikame edecek adımların atılması da bu yollarla mümkün olacaktır. Tek seferde değil, sorunların aşama aşama çözülebileceğini akılda tutmak reel şartlara daha uygundur.
Burada hassaten şu önemli noktayı vurgulamak elzemdir: Dağlık Karabağ ve çevresinde yaşanan işgali sonlandırma gayretleri hiçbir surette 1915’te yaşanan tehcirin yol açtığı büyük acı ve kayıpları inkâr etmek veya bastırma operasyonu olarak düşünmemek gerekir. Ermeni halkının yaşadığı derin acıları ne inkâr edebilir ne de bir başka acıyla kıyaslayıp gölgede bırakmaya teşebbüs edebiliriz.
Çözüm Azeri Milliyetçiliği mi?
Karabağ sorununun çözümünde İslam dünyasının rolü ne olur? Azerbaycan-Ermenistan arasında yaşanan kronik sorunlar İslam dünyasının gündemine nasıl girer? Karabağ’daki işgalin bitirilmesi için hangi devletler rol alır? Açıkça ve net söyleyelim: Sadece Karabağ meselesi değil Azerbaycan’ın kendisi de İslam dünyasının gündeminde değil. Bu durum sınırdaş olmayışla veya Ermenistan’ın ciddi bir tehdit olarak algılanmayışıyla da ilgili olabilir. Fakat bunun daha ötesinde bir sorun var. Azerbaycan toplumu, aydınları, akademisi ve hükümeti İslam dünyasıyla duygusal veya kültürel, diplomatik, askeri, stratejik yakınlık hissine ne kadar sahip acaba?
Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ veya başka bir sorununda çözüm ortağı olarak yer almak bir tarafa haber düzeyinde bile ilgi yok denecek kadar az. Böylesi bir vasatta Azerbaycan toplum ve siyasetine sorumluluk düşmektedir doğal olarak. Azerbaycan meselesini Bosna hatta Kosova meselesiyle bir kıyaslayalım. Neden Bosna ve Kosovagibi bölge ve halklar İslam dünyasının gündeminde yer tuttu da Azerbaycan meselesi sadece Türkiye’nin gündeminde karşılık bulabiliyor? Azerbaycan’ın burada tüm unsurlarıyla ciddi bir özeleştiri ve muhasebeye ihtiyacı var. Çünkü İslam ve Müslümanlık, Azeri milliyetçiliği ve basit iktidar hesaplarına endekslenip görmezden gelinecek, çiğnenebilecek kadar ucuz değerler değildir.
Azerbaycan Hükümeti ve iktidar sınıfları İslam’a ve Müslüman toplumlara sırtını dönmekte inat ettiği oranda zayıflamaya, hem kendi içinde hem de küresel düzlemde kaybetmeye mahkûm olacaktır. Ermenistan’la kıyaslandığında açık üstünlük taşıdığı nüfusu, ekonomisi, stratejik imkânları, doğal kaynakları kendi öz değeri olan İslami değerlere yakın olduğu kadar bir kıymeti harbiye taşımaktadır.
Kardeş Halkların Kardeşlik Limiti
Mesela Azerbaycan’da siyaset ve toplumu temsil eden aktörler Filistin meselesine,İsrail’in ırkçı ve işgalci politikalarına karşı nasıl bir pozisyon almaktadır? Afganistanve Irak yıllarca ABD ve müttefiklerinin işgali altındayken Azerbaycan’dan nasıl bir ses yükseldi? Çin zulmü altında inleyen Doğu Türkistan’a, Sisi darbesiyle alt üst edilen Mısır’a, Rusya adına Çeçenistan’da sömürge valisinden daha şedit terör estiren Kadirov yönetimine, Esed/Baas rejimiyle eşgüdüm halinde Suriye’yi kan denizine çeviren İran ve Hizbullah’ın mezhepçi fanatizmine vs. dair Azerbaycan’da nasıl bir gündem var acaba? Pek de olumlu haberler alamıyoruz ne yazık ki!
Azerbaycan devleti, Azerbaycan halkını Azeri milliyetçiliği duygu ve düşünceleriyle daimi seferberlik halinde tutmayı resmi ve öncelikli bir politika ittihaz etmiş. Diğer yandan petrol ve doğal gazdan gelen zenginlikle seküler hayat tarzı ve tüketim çılgınlığına müptela kılınan halk adeta gün geçtikçe zayıflayan Ermeni işgalinden başka hiçbir dert ve tasa taşımayan ruh haline evriliyor. Hatta öyle ki, Türkiye ve Azerbaycan için söylenen “kardeş halklar” söylemi enerji merkezli politik hesapların altında iyiden iyiye ezilmektedir.
“Kardeş halklar” söylemini, dillere pelesenk edilen içi boş bir klişe olmaktan çıkarıp hayatın gerçeği haline dönüştürmek için yapılacak işlerin dökümünü ve izlenecek yolun rotasını belirlemekten başlanabilir adım atmaya. Fakat bu adımları atılabilmesi için Türkiye’de Tek Parti ve askeri darbe süreçlerinde yaşanan “İslam’ı kamusal alandan tecrit etme” politikalarının Azerbaycan’da da tekerrür etmesine son verilmesi icap ediyor. Sadece siyaset, akademi, medya vs. zeminlerinde değil toplumsal hayatın en merkezinde bile gerek tesettür, mescid gibi sembollerin gerekse İslami eğitim ve öğretim gibi temel hak ve özgürlüklerin önünün açılması gerekiyor. Tecrübeyle sabit olduğu üzere, kamusal alandan, toplumsal hayattan, sanat ve akademiden İslami değerleri arındırma politikası Azerbaycan halkına ödenecek faturanın ağırlığını arttırmaktan başka bir şeye de yaramayacaktır. Çünkü Azeri milliyetçiliğini merkeze oturtan seküler ideolojik tutum ne kadar güçlü ekonomik-askeri destekle mücehhez kılınsa da yine de mevcut yalnızlık ve zayıflık halini gidermeye güç yetiremez.
Ermeni milliyetçiliğinin söylem ve eylem biçimlerini merkeze almak, sorunları Türk-Azeri milliyetçi söylem ve ilişki modelleriyle çözmeye şartlanmak büyük ve ölümcül bir tuzaktır. Bu tuzaktan hem kendimizi hem de kadim komşumuzu uzak tutma gayretinde olmalıyız. Karşılıklı olarak acıları anlamak, paylaşmak, yüzleşmek hiç kimseye zarar getirmez tersine hepimize fayda sağlar.