Hocaefendi ne demek istedi?

Ali Bulaç

12 Eylül referandumu genel bir rahatlama getirdi. Referandumdan sonra en çok tartışılan konulardan biri Fethullah Gülen Hocaefendi ve onun fikir ve tavsiyelerini takip eden insanların Türkiye'nin siyasi ve toplumsal hayatında işgal ettikleri yer ve etkinlik oldu.

"Din, Kent ve Cemaat-Fethullah Gülen Örneği- (Ufuk Y. İst.,-2008)" adlı çalışmamda belirtmeye çalıştığım gibi, Türkiye'de "Batı-dışı ve bize özgü modernleşme" konsepti içinde Türkiye'yi demokratikleştiren, özgürleştiren ve zenginleştiren asıl aktörler, geniş toplumsal mobilizasyon imkânlarına sahip olan cemaatler, İslami-muhafazakâr fikri ve politik stoka sahip çevrelerdir. Bunların toplamı ülkenin ana gövdesini oluşturmaktadır. II. Mahmut'la formüle edilen ve İttihatçılık ve tekparti döneminde otoriter toplum mühendisliğine dönüşüp geçen yüzyıl boyunca emredici ve taşıyıcı araçlarla toplumu cendereye sokan modernizasyon, şimdi yerini sivil, demokratik ve geleneksel formu muhafaza etmeye dayalı farklı bir modernleşmeye bıraktı. Bunun çeşitli komplikasyonlara yol açtığı görmezlikten gelinemez. Ancak en azından bir durum tespiti olarak, bundan sonra Türkiye'nin değişmekte olan sermaye, siyaset, entelektüel ve medya yapısının bunun açtığı mecrada şekil bulacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok.

Kaybeden zümrelere, geleneksel iktidar seçkinlerine karşı siyasi temsildeki payını artırmak isteyen büyük toplumsal kesimler arasında belli belirsiz gerilim yaşanacaktır; ama Türkiye'nin genel yönelimi bu doğrultudadır ve eğer Türkiye Kürt sorununu da çözebilme başarısını gösterebilirse, bölgesel bir güç olarak yeni bir dönemin altında imzasını atacaktır.

Söz konusu yönelimin ilk işaretlerini çeşitli seviyelerde ve toplumsal, iktisadi ve bölgesel hamlelerde müşahede etmek mümkün. Bunlardan biri Fethullah Hoca'nın referandumdan sonra başlayan polemiklerle ilgili bu hafta yaptığı açıklamalardır. (Bkz. Zaman, 12 Ekim 2010) Hocaefendi, gayet net bir biçimde "Sözlerime değer verenlerin, Emniyet'te de, mülkiyede de" olabileceğini belirtip "bana sempati duymayın diye ilan veremeyeceğini" söylüyor. AK Parti iktidarıyla belli çevrelerin sıklıkla ve elbette sanki bir 'suç unsuru'ymuş üslubuyla dile getirdikleri "kadrolaşma iddiaları"nın "yakışıksız olduğu"nun altını çizip: "Bu milletin fertlerini, kendi memleketlerindeki müesseselere girmeleri için teşvik etmeye sızma denemez." diyor.

Hocaefendi'nin altını çizdiği ikinci husus referandumla ilgili düşünceleridir. "Referandumun sonucuna millet adına sevindiğini" söyleyen Hocaefendi'ye göre, bu olayla "halkımız demokrasiyi ileriye götürmüştür. Halk, sandık sayesinde önemli değişiklikler yapabileceğini gördü. Bu referandumdaki kazanımdan daha büyük"tür.

Hocaefendi'nin kadrolaşma, bürokrasi içinde kendisine sempati duyan insanların mevcudiyetiyle ilgili söyledikleri, Türkiye'nin geçen yüzyılın ilk 10 yılından bu yana dinî cemaat ve genel olarak dindar halk kitlelerinin çektiği büyük sıkıntılar, yaşadığı derin korku ve kaygılar göz önüne alındığında belki de ilk defa bir "özgüveni"n ifadesi yerine geçmektedir. Bunun ne anlama geldiğini yakın siyasi, tarihi, sosyal psikolojinin verileri desteğinde okumak gerekir.

Altını çizdiği diğer bir nokta, halkın sandık sayesinde önemli değişiklikler yapabileceğini görmüş, somut olarak anlamış olmasıdır. Bunun tercümesi, artık toplumun ana gövdesi durumunda olan dindar-muhafazakâr çevrelerin toplamda iktisadi kalkınma, demokratikleşme ve özgürleşme yolunda kendilerini inisiyatif sahibi birer özne olarak ortaya koymuş olmalarıdır. Geniş toplumsal kesimler, bunun tamamen bilincinde olduklarını hissettiriyorlar, gelişmelerin yönünü etkilemek istiyorlar ve geçen yüzyıldan bu yana ülkeyi yoksullaştıran, kendi içine kapatan, her sorunu otoriter politikalarla bastırma yoluna giden bürokratik merkeze karşı iktisadi ve politik performanslarıyla cevap veriyorlar. Reform ve iyileştirme programları toplum tarafından destek görüyorsa başarılı olur, yoksa seçkinlerin fantezilerinden öteye geçmiş olmaz.

ZAMAN