Taksim Gezi parkı eylemleri ile ilgili olarak daha ilk günden itibaren Hizmet Cemaati yayın organlarının Tayyib Erdoğan'ın tutumunu eleştirici, Abdullah Gül'ün tutumunu ise onaylayıcı bir tutum takındıkları ve bu tutumlarını bu güne kadar sürdürdükleri müşahade ediliyor.
Başlangıcı bu niyetle olmasa? bile süreç içinde iç ve dış küfür odaklarının islam karşıtı bir saldırısı olarak gerçekleşen eylemlere, Tayyib Erdoğan'ı bitirip Abdullah Gül'ü ön plana çıkarma ve iktidara getirme amaçlı bir fırsat olarak yaklaşıp, direk Tayyib Erdoğan'ı hedef tahtası haline getiren cemaat medya organlarının; bu topyekün saldırının islam karşıtı değil Tayyib Erdoğan karşıtı olduğu hususunda İslamcı camialar ve muhafazakar halk bazında çok ciddi kafa karışıklığına sebep olduğu ve topyekün saldırıya bu camialar ve muhafazakar halk tarafından verilecek sert tepkiyi örselediği ve yumuşattığı acı bir gerçek.
Cemaatin bu tutumu yeni değil. Eskiye doğru gidildiğinde, islama karşı saldırıların arttığı hemen her dönemde cemaatin bu tutumu takındığını, islama karşı yapılan top yekün saldırılara, belki kendisini ve müntesiplerini korumak güdüsüyle, kendisi dışında birtakım İslamcı kişi ve yapıları hedef tahtasına koyarak saldırganlarla beraberce vurduğu çok açık bir hakikat. Bu yazıda belli başlılarını vermeye çalışacağım bu tutumlar elbette burada yazılanlardan daha fazla.
Cemaatin 90'lardaki Başörtüsü Eylemlerinde Tutumu
Cemaatle ilgili hafızamdaki ilk satış görüntüsünü, 1990'larda YÖK'ün üniversitelerde başörtüsü yasağını yaygınlaştırmak ve kalıcı kılmak için yaptığı çalışmalara karşı camiamızda özellikle Cuma namazı çıkışlı yapılan kitlesel eylemlere karşı tutumunda hatırlıyorum. Eylemcileri anarşist olarak damgalayıp, eylemcilerin bir kısmının çarşaf giymiş eylemciler olduğunu iddia etmişti Hoca'nın bizzat kendisi.
Bu arada şuna da dikkat çekmek gerekir diye düşünüyorum. Son yıllara kadar bu satış tutum ve tavırları bizzat Hoca'nın açıklamalarıyla söz konusu olurken, son yıllarda bu hususta çok ince bir siyaset geliştirmiş görünüyor cemaat. Hoca her tarafa çekilecek yuvarlak eleştirilerle her kese mavi boncuk dağıtırken, cemaatin resmi sözcüsü olmayan! kişi ve medya organları açıktan ve sert eleştirileri yapıyor.
Tabi bu arada aslında cemaatten olmadığı halde, konjoktür yada menfaat gereği cemaatle aynı safta durmakta olan İslamcı, liberal yada başka görüşlerden kişiler yoluyla ifade ediliyor bu sert eleştiriler.
Cemaatin 28 Şubat Örtülü Darbesindeki Tutumu
28 Şubat döneminde takındığı çirkin tutumlarıyla da hatırlıyorum cemaati. O günlerde de bu günlerde Tayyib Erdoğan'a yapıldığı gibi Erbakan oturtulmuştu hedef tahtasına 28 Şubatçılarca. Hoca'da 28 Şubatçılarla bir olup vurmuştu Erbakan'a.
Üstelik, başörtüsü teferruattır diyerek okullarına devam edebilmeleri için kızların başlarını açabileceklerine fetva vererek o günlerdeki başörtüsü direnişine belki de en büyük darbeyi vurmuştu.
Şu anda tam hatırlamıyorum, Reha Muhtar mı yoksa M. Ali Birand'mı, bir televizyoncunun programına çıkarak ağlamaklı ve özür dileyici ifadelerle 28 Şubatçılardan cemaatini korumaya çalışmış, değil bir cemaatin liderine, sıradan bir İslamcıya bile yakışmayacak tavır ve konuşmalarda bulunmuştu.
Lakin tüm bu çirkin tavır ve tutumlar bir işe yaramadı da hoca çareyi ABD'nin şefkatli kollarına atlamakta buldu. O gün bu gündür de ABD'nin şefkatli kollarında yönetiyor cemaatini. Tabi, yavurun ekmeğini yiyen kılıcını sallar demişler ya, mecburen gerektiğinde ABD (ve İsrail)'in kılıcını sallıyor kendisine ihtiyaç duyuldukça.
Cemaatin Mavi Marmara Saldırısındaki Tutumu
Nitekim bu yavurun kılıcını sallama konumunu en açık 31 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleştirilen ve 9 Türkiyeli müslümanın şehadetiyle sonuçlanan Mavi Marmara Saldırısının akabinde gördük. Saldırı sonrası önceleri gerek Hoca ve gerekse cemaat medyası, müslümanlar ve şehitler lehinde tavır koymuşken; nereden estiği bilinmeyen! bir rüzgarla önce Hoca, ardından biraz kıvırmakta zorlansalar ve zamana yaysalar da cemaat medyası çark etmişti bu tavırdan.
O günlerde en ciddi eleştiri olarak otoriteden (İsrail) izin alınmadan yapılan Mavi Marmara eyleminin yanlışlığını dillerine dolayan Hoca ve cemaati, aynı izni gezi parkı eylemcileri için gerek görmediler nedense.
Yine geçen yıl çıkan MİT Başkanını tutuklatma girişimi de ekmeğini yediği yavurun kılıcını sallama konumuyla alakalı bir tutumdu anladığım kadarıyla. Gezi Parkı eylemleri vesilesiyle Tayyib Erdoğan'ı tu kaka gösterip Abdullah Gül'ü ön plana çıkartmaya yönelik eleştirilerinde bu yavurun kılıcını sallama durumunun mu yoksa Erdoğan'ı gönüllerince kullanamamalarından mı kaynaklandığını henüz net olarak anlayabilmiş değilim.
Cemaatin Taksim Gezi Parkı Eylemlerindeki Tutumu
Cemaatin bu konudaki tavır ve tutumunu yazının girişinde açıklamıştık. Hocanın dolaylı olarak, cemaat medyasının ise direkt olarak Tayyib Erdoğan'a saldırı mahiyetinde yaptıkları eleştirilerin en dikkat çeken argümanları ise, Erdoğan'ın kibirli olduğu, güç kirlenmesine uğradığı, tek başına hareket ettiği ve diktatörleştiği gibi hususlar etrafında dönüyor.
Bizler peygamberlerin bile hata yapabileceğini, onların korunmuşluğunun ancak Allah'ın direkt ve dolaylı korumasıyla söz konusu olduğuna iman ediyoruz. Dolayısıyla Tayyib Erdoğan'ın teorik ve pratik bazlarda bir değil belki binlerce hatasından bahsedilebilir.
Lakin bu eleştirileri yapanların öncelikle iyi niyetli, yani maksatlarının üzüm yemek olup bağcıyı dövmek olmaması gerekir. İkinci olarak ta, eleştirdikleri hususların kendilerinde olmaması gerekir. Üçüncü olarak ta eleştirilerin doğru zamanda ve doğru usüllerle yapılması gerekir ki, bu kaideler islam ahlakının eleştiriyle ilgili genel kabul görmüş esaslarındandır.
Cemaatin Eleştirileri İyi Niyetli mi?
Elbette kimsenin Tayyib Erdoğan'ı sevmesi gerekmiyor, lakin dürüst olması gerekiyor. İşlerine geldiği sürece Tayyib Erdoğan'a aslansın kaplansın diyenlerin; işlerine gelmeyince tu kakasın demeleri asla iyi niyetle izah edilemez. Dostluğunda düşmanlığında ölçülü olması gerekir. Velev ki Tayyib Erdoğan'ı eleştirmekte tamamen haklı ve iyi niyetli bile olsalar, doğru zamanda ve doğru bir şekilde eleştirmeleri gerekir.
Sırtlanların hakkından gelmek için hep birlikte saldırdıkları bir anda sırtlan tabiatında olmayanlarca yapılması gereken öncelikle aslanı saldırıdan kurtarmaya çalışmak, en azından kavgaya karışmamaktır. Kavga bittikten sonra arslan kazandı ise o zaman aslanı istediğiniz kadar eleştirebilirsiniz. Lakin daha düne kadar beraber yürüdüğünüz birini böyle can pazarına düştüğü, sırtlanların saldırdığı bir anda onlarla beraber saldırmak, niyetin üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğunu ortaya koyar.
Üstelik, o sırtlanların arslanı yedikten sonra keskin dişlerini size çevireceklerini ve sizi de bir gün mutlaka parçalayacaklarını az çok akıl edebiliyorsanız, yapmanız gereken bu kavgada tarafsız kalmak bile değil, mutlaka o arslana yardım etmektir. Çünkü ister istemez kader birlikteliğiniz vardır.
Tayyib Erdoğan sizce en doğru olan birtakım hizmetlerinize engel oluyor olabilir. Lakin ona saldıranlar sizin sadece birtakım hizmetlerinize değil, varlığınıza dahi tahammül edemeyen bir güruh olup, elleri yettiği anda bunu yapmaktan da geri kalmayacaklardır. Bu nedenle Tayyib Erdoğan'a yapılan bu küresel saldırı korosuna dolaylı ve direk katkı vermeniz, hiyanet demesek bile çok ölümcül bir gaflettir.
Siz kabul etseniz de etmeseniz de, Tayyib Erdoğan ve arkasına aldığı halkın gücü, sizin sırtlanlara yem olmanıza dair gerçek tek somut engeldir. Bu engel bir gün kaldırılırsa, güvendiğiniz Amerika dağlarına kar yağması gecikmeyecek, ABD ve batı sizinle işleri bittiği anda sizi Türkiye'deki gerçek işbirlikçileri olan malum sırtlanlara yem etmekten bir an bile geri durmayacaklardır.
Tayyib Kibirli ve Diktatör mü?
Tayyib Erdoğan'a tek başına hareket eden, güç kirlenmesine uğramış kibirli bir diktatör oldu diyenler, öncelikle kendi cemaatlerine şöyle bir baksınlar sonra yüzleri varsa bu eleştirileri (tabi gezi parkı kavgası bitip sular durulduktan sonra) yapsınlar.
Şahsen benim kanaatim, yapılan eleştirilerin Tayyib Erdoğan'dan ziyade hocaya ve cemaatine daha uygun olduğu yönünde. En azından dışarıdan iki tarafı gözlemlediğimde bende böyle bir kanaat oluşuyor.
Ben yanılmış bile olsam, bu eleştirileri yapanların kendi hocaları ve cemaatleri hakkında böyle bir muhasebe yapma ihtiyacı dahi hissetmemeleri, kendilerini sütten çıkmış ak kaşık olarak görmeleri doğru mudur?
Hizmet cemaati neye ve kime hizmet ediyor?
Bu yazıyı daha da uzatmak ve ayrıntılandırmak mümkün. Cemaatin yargı ve emniyetteki gizli yapılanması, buralarda tam bir gizli örgüt mantığıyla çalışması ve MİT operasyonu gibi ayrıntılar mesela. Lakin şimdilik bu nokta da kalmak daha doğru gibi geliyor bana.
Yazıyı camiamızda ki Müslümanların sık sık içlerinden geçen ve gezi parkı eylemleri gibi durumlarda dillendirmek zorunda hissettikleri bir soruyla bitirmeyi uygun buluyorum. Hizmet cemaati neye hizmet ediyor?