Hızır Kimdir?

Hızır’la ilgili anlatılan hikâyelerin kahir ekseriyeti İsrailiyat kaynaklıdır. Ancak bunu bahane ederek Hızır olayını ‘mitos’ diye tanıtmak da isabetli değildir.

FARUK BEŞER, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan makalesinde Hızır Kıssasını yorumluyor:

Bir grup hoca arkadaşla yirmi beş yıl sürdürdüğümüz Kuranıkerim derslerimizi bir açıklamalı meale dönüştürüp, mevcut meallerin pek çoğu için söz konusu edilen olumsuzlukları giderebilir ya da en aza indirebilir miyim diye yıllardır uğraşıyorum. İşi ciddi tutunca bu kadar zor olacağını bilseydim muhtemelen başlamazdım. Ama mademki üç dört yılda yarıyı geçmiş bulunuyorum, dualarınızla ve Allah’ın lütfu ile bitireceğiz inşallah.

Bu çalışmada başarmayı hedeflediğim işlerden biri de Kuranıkerim’de zikredilen tarihi kişileri çok kısa olarak ve sahih bilgilerle tanıtabilmek.

Resulüllah Efendimiz Hûd Suresi beni kocalttı buyurmuştu ya, Kehf Suresi de beni kocalttı. İçerdiği dört kıssanın anlaşılması gerçekten zor bir meseleymiş. Bu kıssaların her biriyle ilgili olarak sonunda vardığımız ortak nokta şu oldu; bunların sadece Kuranıkerim’de anlatılan kadarını ve verdiği mesajı bilelim yeter, kıssalar etrafında oluşturulan edebiyatın teferruatına fazla takılmayalım. Ama bu kıssaların bir gerçekliğinin ve bir arka planının olduğu da açık.

Bu konuda ulaşabildiğim sahih bilgileri okumaya çalıştım. Şimdilik bunlardan sadece biri olan Hızır ile ilgili vardığım sonucu sizin için de özetliyorum.

Bir gün Hz. Musa’ya (sa), senden daha bilgili birisi var mıdır, diye sorulmuş, o da belki biraz nefsini ululayarak, ‘yoktur’ diye cevap vermişti. Bir peygamber için bu kadarı dahi muhtemelen bir hata sayılmış ve Allah ona iki denizin kavuştuğu yerde kendisinden daha âlim bir ‘kulunun’ bulunduğunu söyledi.

Hz. Musa Allah’tan kendisini o kuluna ulaştırmasını istedi. Allah da (cc) ona, bohçasına bir balık koyup yola çıkmasını, balığın kaybolacağı yerde o adamı bulacağını bildirdi. Yanına genç bir yardımcı alıp yola çıktı.

Kuranıkerim’de bu gencin/fetânın kim olduğu söylenmez, ama Buhari gibi kaynaklarda onun Yusuf’un zürriyetinden, Musa’nın kız kardeşinin oğlu genç Yuşa bin Nûn olduğu, gittikleri kulun da Hızır olduğu açıklanır. Kıssanın Kuranıkerim’de zikredilmeyen, ama sahih rivayetlere dayanan böyle çok az detaylarına da güvenmeliyiz.

Fetâ genç demektir, hizmet için tutulan yardımcılar genellikle genç olanlardan seçildiği için hizmetçiye yani uşağa da fetâ denir. Buna Musa’nın (sa) fetâsı, hizmetçisi, uşağı ya da sadece yoldaşı diyen müfessirler var. Ama Hz. Musa ona sürekli emrettiğine göre o sadece bir yoldaş değil, aynı zamanda yardım için tutulan bir hizmetçi olmalıdır.

Sahil boyunca olduğu anlaşılan bu yolculukları esnasında uyudukları bir yerde balık canlanır, denize dalıp gider. Yollarına devam ederler, genç bunu ancak bir süre sonra hatırlayıp Musa’ya söyler. Musa da, işte hedefimiz tam da orasıydı deyip izleri üzere o noktaya geri dönerler ve o kulu orada bulurlar. Musa (sa), Allah’ın ona öğrettiği bilgilerden kendisine de öğretmesini rica eder.

Olayı anlatan müteakip ayetler bu ilim yolculuğunun ana başlıklarını verir ve Musa’nın (sa) Hızır’dan gördüklerine tahammül edemeyip ondan ayrıldığını anlatır. Onları Kuranıkerim’den takip edebiliriz.

Kuranıkerim’de ismi verilmeyen o kulun, yani Hızır’ın bir peygamber mi, bir veli mi, bir melek mi olduğu tartışılır durur. Anlaşılan bir melek olma ihtimali çok zayıftır, bir peygamber ya da Allah’ın veli bir kulu olabileceğinin işaretleri vardır. Ulema genellikle peygamber olduğunu, tasavvuf ehli de veli olduğunu söylerler. Çünkü eğer o bir veli ise sair evliyanın da böyle harikulade işler yapabilmesinin kapısı açılmış olur.

Bu kıssa barındırdığı birçok hikmetler yanında müşriklere de sanki Musa (sa) aradığı hakikati bulmak için yıllarca yürümeyi göze alıyor da siz ayağınıza gelmiş hidayeti reddediyorsunuz der gibidir. Kıssa aynı zamanda kulun en özel malı zannettiği ilminin bile ona Allah’ın bir vergisi olduğuna, O’nun dilediğine dilediği bilgiyi verebileceğine, bu sebeple insanın kendinin sandığı ilmiyle gururlanmaması gerektiğine de işaret eder. Ayrıca ilim için cefaya katlanmanın önemini anlatır.

Hızır’la ilgili anlatılan hikâyelerin kahir ekseriyeti İsrailiyat kaynaklıdır. Ancak bunu bahane ederek Hızır olayını ‘mitos’ diye tanıtmak da isabetli değildir.

Bazı âlimlerin Hızır’ın halen yaşamakta olduğunu, insanların imdadına yetiştiğini, senenin bir gününde İlyas (sa) ile buluştuğunu söylemelerinin dini bir delili yoktur ve muhakkik İslam âlimlerinin çoğu Hızır’ın vefat edip gitmiş bir beşer olduğu kanaatindedirler. Elmalılı Hamdi Yazır da bu görüşü benimser ve delillerini zikreder.

Bizim kesin bildiğimiz şey, onun Allah’ın kendi katından ilim verdiği bir kulu olduğu, Musa’ya dahi öğretilmeyen bir ilme Allah katından sahip bulunduğu ve Hz. Musa gibi bir peygamberin ondan bilgi almak için yola çıktığıdır. Fakir onun ‘bilge kul’ diye isimlenmesinin de uygun olmayacağı kanaatindeyim.

Hızır’ın yaşadığı olaylar, kerametin itiraz edilemeyecek delilidir. Ancak onun, mahiyetini bilmediğimiz bu kerametlerle verdiği gaybi hükümlere dayanarak gayb ile hükmetmenin bizim dinimizde yeri olmadığını da bilmeliyiz.

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı