Hizbu’t-Tahrir’in Beyrut Sempozyumu

Ahmet Varol

Geçtiğimiz hafta sonu Hizbu’t-Tahrir’in uluslararası bir sempozyumuna katılmak için iletilen bir davete icabetle Beyrut’taydım.

İlk davette içeriğiyle ilgili fazla bilgi verilmeden medya mensuplarına yönelik bir uluslararası sempozyum olduğu söylenmişti. Oraya gidince medya mensuplarına, kendi teşkilat mensuplarına ve merak eden herkese gündemdeki birtakım meselelerle ilgili mesajlarını iletme amacıyla düzenlenen bir sempozyum olduğunu gördüm. Ama benim açımdan maksat yine hâsıl oldu.
18 Temmuz 2010 Pazar günü düzenlenen sempozyumun ana başlığı “Sıcak Uluslararası ve Bölgesel Sorunlara Hizbu’t-Tahrir’in Bakışı” şeklindeydi. Katılım konusunda müşahade ettiklerimiz gerek Türkiye’den gerekse Türkiye dışından davet edilenlerin birçoğunun tereddütlü yaklaştığını gösteriyordu. Sanıyorum toplantıya davet edilip de başka bir engeli olmadığı halde sırf tereddütten dolayı katılmayan meslektaşlarımızın birçoğu aynı konuda örgütün ileri gelenlerinden biriyle röportaj yapmak için epey çaba sarf edebilirler. Ayaklarına gelen fırsatı neden geri çevirdiklerini anlamıyorum. Bizim için önemli olan belli bir taraftar kitlesine sahip bir örgütün gündemdeki sorunlarla ilgili görüşlerini birinci ağızdan dinlemektir. Basın mensubu sıfatıyla böyle bir etkinliğe katılmam duyduklarımın altına imza atmam veya söz konusu meselelerde halka ne anlatmam gerektiği konusunda talimat almam anlamına gelmiyor. Tam aksine eleştiri ve tahlillerimin birinci ağızdan verilmiş bilgi ve mesajları nazarı dikkate alması fırsatı sağlıyor.
Yaklaşık iki hafta önce Yemen’de düzenlenen Özgürlük Filosu konulu bir günlük sempozyuma arkadaşların beni de konuşmacı olarak davet etmeleri üzerine vize için Yemen Konsolosluğu’na gittiğimde siyonist işgalcilerin bizi kaçırdıktan sonra Ben Gurion Havaalanı’ndan ülkelerimize gönderirken pasaportlarımıza kasten bastıkları mührü hatırlattım. Çünkü Yemen siyonist işgalin vizesini veya gümrük kapılarında basılmış mührünü taşıyan pasaportları kabul etmeyen ülkelerden. İstanbul Konsolosu mührün “Özgürlük Filosu” içinde kaçırıldığımız sırada basılmış olması sebebiyle vize verebileceklerini ama sonra havaalanında da sorun yaşayacağımı hatırlattı. Program öncesinde pasaportu değiştirmem mümkün olamayacağı için de Yemen seyahatimi iptal ettim.
Lübnan seyahati öncesinde de pasaportu değiştirme fırsatı bulamadığım ve Lübnan da aynı kategoriye giren ülkelerden olduğu için biraz tereddütlü idim. Ama Lübnan’daki prosedürde esneklik payının artırıldığını ve devletin resmî kurumları arasında müspet gerekçeleri bazı yasakların iptalinde kullanabilmeye imkân sağlayan ilişki akışının Yemen’e nispetle çok daha hızlı olduğunu düşündüğümden kendi tereddüdümle vazgeçme yerine güçlü ihtimali değerlendirmeyi daha doğru buldum.
Beyrut Havaalanı’ndaki giriş işleminde, Ben Gurion Havaalanı’nda basılmış çıkış mührü pasaportumuzun sayfalarını karıştıran görevli polisin dikkatinden kaçmadı. Ama tarihe de biraz dikkatlice bakarak İsrail çıkış mührünün neden kaynaklandığını sordu. “Sen İsrail’e gittin mi?” diye sormadı; çünkü o da benim gibi işgal altındaki Filistin topraklarını “İsrail” olarak nitelendirmiyor; İsrail’i gayrimeşru bir işgal olarak kabul ediyordu. Ben de mührün Özgürlük Filosu”nda bulunmamdan ileri geldiğini söyledim. Bunun üzerine “ehlen ve sehlen” diyerek Türkiye’den gelen ve benimle aynı sıraya giren diğer arkadaşların hepsinin Özgürlük Filosu’ndan mı olduğunu sordu. Ben bir arkadaşımın daha filodan olduğunu söyleyince onu çağırmamı istedi. Ben de başka bir sırada beklemekte olan Mustafa Özcan’ı bulup getirdim ve farklı bir prosedüre göre ikimizin de giriş işlemini gerçekleştirdiler. Hatta zorunlu bazı işlemlerimizin zaman almasından dolayı özür dileyip “Lübnan sivi seviyor” diyerek içeri aldılar.
Bizi bekleyen görevli elemanların Beyrut’ta bir otele götüreceklerini beklerken, kuzeye Trablus’a doğru yola çıktılar. Sonra da Dimniye adlı dağlık bir bölgeye doğru virajlı yolları katetmeye başladı. Yaklaşık iki buçuk saat süren yolculuktan sonra dağın eteklerinde, ağaçlık bir bölgede, serin rüzgârların estiği bir yamaçta yer alan bir otele yerleştirdiler. Odalarımızı düzenledikten sonra serin rüzgârların estiği açık bahçede toplandığımızda otelcilerin ilk ikramları da büyük tepsilerle getirip önümüze koydukları armutlar olmuştu.
Mekân çok güzeldi ama seçim son derece hatalıydı. Çünkü biz oraya tatile değil vaktimizi çok iyi değerlendirmemiz gereken bir faaliyet için gitmiştik. Sempozyum dışında kalan zamanlarımızda da farklı kesimlerin ileri gelenleriyle görüşmek, kurumlarını ziyaret etmek istiyorduk. Beyrut ile arasındaki mesafe iki buçuk saat olan bir mekânda ikamet etmemiz günde beş saati yola harcamamız anlamına gelecekti. O yüzden zaten Bursa’daki Olay Tv adına katılan iki arkadaş baştan itiraz ederek aynı gece geri dönüp Beyrut’ta bir otele yerleştirilmelerini istediler.

VAKİT