Taha Kılınç / Yeni Şafak
Birkaç nokta
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesi, hiç şüphesiz, Ortadoğu yakın tarihinin en önemli gelişmelerinden biri. Taşıdığı dinî ve siyasî kimlik sebebiyle, Nasrallah’ın şahsiyeti çerçevesinde yoğun tartışmaların yaşanması da oldukça normal. Hadise henüz taze olduğu için, şimdilik birkaç noktanın altını çizmekle yetinelim:
*Hasan Nasrallah’ın ve diğer bazı Hizbullah yöneticilerinin ölüm haberinin bilhassa Suriyelilerin geniş bir kesiminde sevinçle karşılanması gayet anlaşılır bir durum. O insanlar, Nasrallah’ın emriyle Suriye’ye akın eden Hizbullah mensuplarının vahşi saldırılarında en yakınlarını ve sevdiklerini kaybettiler. Şimdi belki unutuldu gitti, ama birkaç sene öncesine kadar Suriye’de, bugün Gazze’yi aratmayan manzaralar yaşanıyordu. Bunların hafızalardan silinmesi mümkün değil.
*Hadiselere İran penceresinden bakanlar, Suriye’de öldürülen herkesi “IŞİD’ci” veya “tekfirci” olarak damgalamaya meyyal. 500 binden fazla kurbanın hepsine birden bu ithamları yöneltmek için, asgarî ahlâk ve insaf ölçülerini tümüyle yitirmiş olmak gerekiyor.
*Hizbullah ve diğer Şiî milisler eliyle zulme uğrayan insanların bugünkü sevinçli tavrını “mezhepçilik”le izah da mantıklı görünmüyor. Zira 2006’da İsrail Lübnan’a saldırdığında, tüm bu insanlar hiçbir şekilde mezhep farkına bakmadan, Nasrallah’ın ve Hizbullah’ın arkasında saf tuttular; hatta Lübnan’a geçip Hizbullah cephesinde savaşanlar bile oldu. Sorulması gereken soru şudur: O zamandan bu zamana ne değişti? Cevap, Suriye’de yaşanan mezalimde gizli.
*Suriye’de Nusayrî bir cuntanın tahakkümü altında yaşayan halka, 2011’den itibaren adil ve makul bir dönüşüm imkânı sunulabilirdi. İran ve Hizbullah, Suriye’de bu dönüşüme öncülük edebilecek yegâne odaktı. Ancak bunu yapmak yerine, sivillerin üzerine kurşunlarla, savaş uçaklarıyla ve varil bombalarıyla abandılar. Barışçıl gösteriler terörize edildi, mesele iç savaşa dönüştürüldü. 1400 yıldır sinelerde unutulmaya çekilmiş mezhebî farklılıklar, Şiî milisler eliyle hortlatıldı. Bundan sonra belki de hiç kapanmayacak yaralar açıldı.
*Suriye’de adil ve makul bir dönüşüm yaşanabilseydi, İsrail bugün kuduz bir köpek gibi etrafına böylesine rahat şekilde saldıramayacaktı. İran’ın başını çektiği “Direniş Ekseni” Baas rejimine siper oldu, ancak bugün geldiğimiz noktada ortaya tamamen kırılgan, çok parçalı ve eskisinden daha zayıf bir Ortadoğu çıktı: Ruslar Akdeniz’e indi, PKK ve türevleri Suriye’de tabanını genişletti, her ülkede iç çatışmalar ve ideolojik ayrışmalar yoğunlaştı. Bölge halkının değişim isteğine “NATO projesi” olarak bakılıp, insanî talepler bombardıman enkazlarının altına süpürülünce sorunlar çözülmüş olmadı.
*Hizbullah’ın komuta kademesinin birkaç hafta içinde tamamen yok edilmesi, örgüt saflarındaki Siyonist sızmanın boyutlarını da gözler önüne serdi. Öte yandan, İsrail bir yıldır en korkunç yöntemlerle Gazze’yi vurmasına rağmen, Hamas’a tek bir adım bile geri attırabilmiş değil. (İsmail Heniyye, Tahran’a gitmemiş olsaydı, o da şimdi sağdı.) Bu durum, Hizbullah’la Hamas arasındaki kalibre farkını açık biçimde gösteriyor.
*Hamas’ın kalibre farkı, 2011’de Suriye rejimi kendi halkına kurşun yağdırmaya başlayınca, Hâlid Meşal liderliğindeki yönetim kademesinin Şam’dan ayrılmayı tercih etmesiyle de ortaya çıkmıştı. Sonraki süreçte Hamas’ı şeytanlaştırmayı seçen bazı Arap rejimleri, hem İran’ın etkinlik sahasını genişlettiler hem de Ortadoğu’nun geleceğini olumlu istikamette şekillendirme adına çok önemli bir fırsatı kaçırmış oldular.
*Hizbullah’ın yaşadığı ağır sarsıntı, örgütün yıllar içinde “İsrail’e karşı direniş” temel hedefinden epey saparak, Lübnan’ı ekonomik ve siyasî açıdan yönetmeye odaklanmasının doğal bir neticesi. Lübnan içinde seçimlere müdahale, siyasetin dizaynı, politik ayak oyunları, sınır ötesi ticaretin kontrolü, Suriye’de askerî operasyonlar derken, yolun sonunda Hizbullah, Lübnan’da kurduğu statükoyu korumayı önceleyen bir tür holdinge dönüştü. Aksa Tufanı başladıktan sonra İsrail’le doğrudan bir çatışmaya girmekte gösterilen isteksizlik de zaten bunun göstergesiydi.
*İslâm coğrafyası, bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olduğu için, bugün yaşanan her şeyin bir uzantısını dünde bulmak mümkün. Dolayısıyla, “Şimdi maziyi hatırlatmanın vakti değil” uyarısı da, gerçekçi değil. Bugünün krizleri, dünün üstü örtülen veya bastırılan krizlerinin devamı. Lübnan’da bugün şahit olduğumuz yangın, dün Suriye’de başlamıştı. Hadiselere böyle bütüncül bakmak zorundayız, yoksa bölgemiz daha nice acılar çeker.
*İçinden geçtiğimiz süreç, hepimiz adına, alınması gereken derslerle dolu. Zulmün her türlüsüne karşı çıkıp, mazlumun her türlüsüne kol-kanat germeye bizi sevk edecek kapsayıcı bir şuura muhtacız.