Türkiye’de haber dilinin fazlasıyla aktüel hatta magazinsel bir şekilde kurulması gelişmelerin, temasların ve hedeflerin de aktüel ve magazinsel olduğu anlamına gelmiyor. Siyaset ve toplumun gündem ve gidişatını seri bir şekilde değiştirip tayin etmeyi alışkanlık edinmiş iktidar sınıflarının medyası ve aydınları da bu sebeple halen yeni duruma adapte olabilmiş değil.
“Eksen kayması, Malezyalılaşma, endişeli laikler, otoriter cumhuriyet ve tehlikeli yalnızlık” gibi bir dizi suni karanlık ve bitimsiz yokuşlara sürülerek mecalsiz bırakılmak istenen siyasal ve toplumsal dinamizm çökertilemedi. Suriye ve Irak’a ilişkin tezlerinde ısrarlı, İsrail ve Sisi cuntasıyla yaşanan gerilimde geri çekilmiyor. Ne Gezi Ruhu’yla ne Fethullah Gülen ekibinin merkezinde yer aldığı geniş darbe ittifakıyla dişe diş mücadeleden imtina ediyor.
‘Fırça Atacaklar’ Beklentisi
John Kerry başta olmak üzere üst düzey ABD yetkililerinin Türkiye’ye yoğun ilgilerinin sebebi hiç kimse için meçhul değil. ABD basınında ve ona paralel seyreden Türkiye’deki laik-liberal-sol ve tabi ki Türk-Kürt ulusalcı yayınların Hükümeti IŞİD karşıtı koalisyona dâhil etmeyi bir türlü beceremeyişleri bu ziyaretlerin artışındaki muharrik unsurdur. Elbette AK Parti Hükümetinin Suriye ve Irak’a ilişkin tezleri, Filistin ve Mısır’a dair talepleri halen karşılık bulmadı. Ancak hem bu konuda ısrarcı olmak hem de kendisine dayatılan rolleri reddetmekteki iradesi ciddi bir özgüvenden daha fazlasını işaretliyor.
Papa Françesko’nun gelişi de her ne kadar Ortodoks-Katolik kiliselerinin arasındaki ilişkileri geliştirmek maksadına binaen olduğu lanse edilse bile yaptığı görüşmeler ziyaretin bundan daha fazlasını ihtiva ettiğini ortaya koymaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Papa Françesko’ya daha geçen hafta Vatikan’da misafir ettiği General Sisi meselesi üzerinden bütün bir Batı’ya sitemde bulundu ve tutarlılık çağrısı yaptı mesela. Erdoğan’ın konuşmasında Batı’nın ırkçı-ayrımcı yapısını, işgal ve darbeleri teşvik eden geleneğini sorunların merkezi olarak tarif etmesi ziyaretin muhtevası kadar moral üstünlüğün adresini de açık etmektedir.
Temas her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Papa Françesko arasındaysa da neticede rekabet halindeki iki dünyanın karşılıklı olarak birbirini tartması ve sınaması söz konusudur. Papa’nın ve Vatikan’ın Batı için sembolik anlamını göz önünde tutarak söyleyelim: Kilise tarafından yükseltilen boş barış ve kardeşlik çağrılarının Batı siyasetindeki demokrasi ve insan hakları söylemi gibi hiçbir derde deva olamayacağının ifade edilmesi Türkiye-Batı ilişkilerinde başka bir safhaya geçildiğinin göstergesidir.
‘Tehlikeli Yalnızlık’ türü isnatlarla itibarsızlaştırılmak istenen aslında Türkiye’nin son dönemlerde ulusalcı ve işbirlikçi pozisyonu terk ederek hem iç hem de dış politikada üstlenmiş olduğu adalet ve ahlak merkezli misyondur.
1 Aralık tarihinde Rusya Devlet Başkanı Putin’in 10 bakan ve kalabalık bir işadamları heyetiyle Türkiye’ye gelecek olması analiz adı altında sergilenen kara propaganda seferberliğiyle gerçekler arasındaki makasın ne kadar açık olduğunu ortaya koyuyor. 9 Aralık’ta da İngiltere Başbakanı David Cameron’un gerçekleştirmesi planlanan ziyareti de bu bağlamda değerlendirmek icap ediyor.
Türkiye’ye yönelik bu ziyaretlerin yoğunlaşma sebebi nedir? Talimat vermeye mi, ticaret yapmaya mı, belli noktalarda mecburen ortaklık aramaya mı geliyorlar?
Yol Haritasını Kim Çizecek?
Kozmik bilgilere sahip aydınlar-gazeteciler, tecrübe fışkıran akademisyen ve diplomatlar tarafından söylenenlere bakılırsa Erdoğan-Davutoğlu yönetimindeki Türkiye giderek değersizleşiyor. Suriye, Irak, Mısır, Filistin politikalarındaki saplantıları nedeniyle tecrit edildiği ve iflasa sürüklendiği iddia ediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarının hem bölgesel hem de küresel ölçekte hep alay konusu olduğunu tekrar ediliyor. Diplomatik zeminin ayağının altından kaydığı gibi söylenenlere bakılırsa harekete geçirdiği Arap sokakları da arkasından çekiliyormuş!
Bu durumda Washington başta olmak üzere Batılı başkentlerde baş ağrıtan, fazlasıyla sinirlendiren ve üstü çizildi çizilecek noktasına gelen AK Parti Hükümeti’yle hızlandırılan bu temaslar da neyin nesidir? NATO Zirvesi, G-20 Zirvesi filan derken diplomasi trafiği hızlandıkça hızlanıyor. Batılı siyasetçiler, askerler, diplomatlar Türkiye’ye fırça atmaya, hizaya çekmeye veya yol haritası verip belli bir istikamette tutmak üzere mi geliyorlar? İnce belli bardak, mütevazı araba, dua değil hayranlık duruşu… üzerine yazılıp çizilirken gözden kaçanlar en hayati meseleler ne yazık ki.
Dersim’e 2.500 polis eşliğinde gidebilen ve tek kişiyle göz teması kuramadan ezberlerini kameralara tekrarlayan Devlet Bahçeli neler olduğunu okuyabilir mi? Kemalizme angaje olmuş Alevilik-Kürtlük meselesinin timsali Kemal Kılıçdaroğlu çıkış yolunun ne olduğunu idrak edebilir mi?
Ama Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç hem süreci okuma hem de çıkış yolunu idrak etme meselesinde farkındalığını ortaya koyacak gibi. Haşim Kılıç 3 haftaya kadar “seçim barajı hak ihlali” kararını alabileceklerini beyan etti. Yüksek Yargı, siyasete yeniden el koymak üzere hareketlendi anlayacağımız.