Aydın Ünal / Yeni Şafak
Artvin saldırısı ve PKK’nın özrü
Gündem o kadar hareketli ki, bugün birkaç konuya değinmek istedim.
ARTVİN SALDIRISI SONRASI PKK “PARDON” DEDİ
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu teröristlerle yol yürüdükleri iddialarına cevap verirken kendisinin PKK’nın saldırdığı tek genel başkan olduğunu söyledi. Doğru ama eksik. PKK, 25 Ağustos 2016’da Artvin’de CHP konvoyuna saldırmış, 1 askerimiz şehit olmuş, ikisi de yaralanmıştı. Olaydan hemen sonra PKK adeta özür diler gibi bir açıklama yayınladı. Hedeflerinin Kılıçdaroğlu olmadığını, güvenlik güçlerini hedef aldıklarını, vurabilecekken makam aracını vurmadıklarını, Kılıçdaroğlu’na saldırmak gibi bir niyetlerinin olmadığını söyledi. İlginçtir, olaydan sonra Kılıçdaroğlu “PKK” adını hiç ağzına almadı. Olayı “terör, terörist” gibi genel ifadelerle geçiştirdi. Hatta olayın üzerinde bile durmadı. Konu kısa sürede onlar için kapandı. Saldırıyı yapan terörist ise güvenlik güçlerimizin takibi sonucu öldürüldü.
FİS KÖYÜ’NDEN MESAJ VERMEK
CHP’liler sokakta pazarda “PKK’lılar defolun” protestolarına maruz kalıyorlarmış ve bundan rahatsızlarmış. 14 Mayıs seçimleri öncesinde, CHP’nin milletvekili ve aynı zamanda Diyarbakır Milletvekili Adayı Sezgin Tanrıkulu bir video yayınladı ve “Çocukluğumdan bu yana Kulp’a giderken ve gelirken hiç ihmal etmediğim bir yerdeyim; Fis’teyim. Bahar gelmiş coğrafyamıza…” dedi. Fis ne midir? Fis, 1978’de PKK’nın kurulduğu köydür. PKK’lılar için adeta kutsal bir mekândır. Geçmişte de benzer açıklamaları olan vekiliniz apaçık PKK propagandası yapıyorsa, halk sizi protesto ettiğinde bir zahmet şaşırmayın.
BU ÇOCUKLARA NASIL KIYDINIZ
Eli kanlı terörist dahi olsa bir insanın genç yaşta ölmesi düşündürücüdür. Eğer yaşasalardı belki de o yanlış yoldan çıkacak, doğru istikameti bulacak, farklı bir hayat sürecek, evlenip çoluk çocuğa karışacaklardı. 1960 ve sonrasında ülkede çok sayıda solcu genç öldü; hayatta kalan onların “silah arkadaşları” ise, bankalarda, reklamcılık sektöründe, ticarette kapitalizme çark oldular ve konforlu bir hayat sürüyorlar. Bunun en somut örneği de Mahir Çayan ve Ertuğrul Kürkçü’dür. 1972’de Mahir Çayan ve 9 arkadaşı çatışmada ölürken Ertuğrul Kürkçü saklanmış, hayatta kalmış, 1986’da hapisten çıkmış, milletvekili olmuş, şu anda da rahat bir hayat sürmektedir. Ölüm yıldönümünde hem HDP hem de CHP Mahir Çayan ve arkadaşlarını andı; Kılıçdaroğlu’nun son videolarından birinde masa üstünde Deniz Gezmiş kitabı vardı. HDP’li Pervin Buldan önceki hafta bir teröristin mezarı başında Kılıçdaroğlu’na oy istedi. Bu gençlerin bir hiç uğruna ölmelerini idealize ve romantize ediyorlar; bir hiç uğruna ölecek yeni gençleri kandırmaya çalışıyorlar. İyi de, siz fırıldak gibi dönerken, daha kaç genç hayatının baharında ölecek? Hem CHP, hem HDP, hem de PKK, sosyalizm ile faşizm arasında gidip gelirken, anti-emperyalist maskeyle Amerikan çıkarlarının taşeronluğunu yaparken, daha kaç gencin hayatı sönecek? Seçim kazanmak uğruna mülteci düşmanlığı gibi Hitlervari bir faşizm sergilerken, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve daha nice gencin boşuna akmış kanlarından da mı rahatsız olmuyorsunuz?
PARAZİTİK SEVGİ
Muhalefet önce yer göğe sığdıramıyor ama beklediği olmazsa tüm edep ve ahlak kurallarını çiğneyip linç ediyor. Masadan kalktığında Meral Akşener’e, Muharrem İnce’ye, en son da Cumhur İttifakı’nın destekleyeceğini açıklayan Sinan Oğan’a bunu yaptılar. Oysa Sinan Oğan olmasa, Erdoğan seçimi ilk turda kazanmış olacaktı. Konya’dan Prof. Dr. Mehmet Babaoğlu hocam bu durumu “Parazitik Sevgi” olarak tanımladığını söyledi. Bit, pire, kene, canavar otu gibi canlılar başka canlılardan tek yönlü olarak faydalanıyorlar. Yapıştıkları bünyeye hiç faydaları yok ama koparılınca da feryat ediyorlar. İşine gelince övmek, işine gelmeyince sövmek fiilini “parazitik sevgi” kavramı tam açıklıyor.
27-28-29 MAYIS
28 Mayıs seçimleri iki önemli tarihin arasında yapılacak. 27 Mayıs 1960’da merhum Menderes Hükümeti’ne darbe yapılmıştı. 29 Mayıs ise İstanbul’un 1453 yılında fethinin yıldönümü. 28 Mayıs, hüzün ve sevinç, havf ve reca, son ve başlangıç, işgal ve fetih arasında anlamlı bir yerde duruyor. Kim bilir, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27 Mayıs Cumartesi günü Yassıada’yı ziyaret eder, 29 Mayıs Pazartesi sabah namazını da belki Ayasofya’da kılar. Güneş her akşam batar, her sabah yeniden doğar. Siz “bitti” zannederseniz, ama daha yeni “başlamaktadır”.
Son not: Sandığı aman ihmal etmeyin. Rehavete kapılmayın. “Nasıl olsa kazandık” yanılgısına düşmeyin. Türkiye sizinle kazanacak.