Hindistan’da Uyanış Hareketi ve Mevlana Ebul Kelam Azad

Bilgi ve Düşünce Derneğinin son dönem İslami Hareketler ve Uyanış Çabaları üst başlığı ile devam eden seminerler dizisinde bu hafta “Hindistan’da Uyanış ve Mevlana Ebul Kelam Azad” konusu işlendi

Bilgi ve Düşünce Derneğinin son dönem İslami Hareketler ve Uyanış Çabaları üst başlığı ile devam eden seminerler dizisinde bu hafta “Hindistan’da Uyanış ve Mevlana Ebul Kelam Azad” konusu işlendi Muş Alparslan Üniversitesinden Akademisyen Ferhat ÇİFTÇİ sundu…

Ferhat ÇİFTÇİ,Seminerini  Hint Alt Kıtasının İslamlaşma süreci,Kadim Hint Düşüncesi ve onun  Tasavvuf a etkilerinden ,Sömürge Döneminde  İslam Düşüncesi ve İslami Uyanış Çabalarına Katkı sunan şahsiyetler bağlamında sunumunu gerçekleştirdi ..ÇİFTÇİ  “ İslam Dünyasının yaşadığı kriz dönemlerinde İslam Düşüncesine katkı sunan öncü şahsiyetleri değerlendirirken onların yaşadığı dönemin Zaman-Mekan farklılıklarını iyi etüd etmeli ,dönemin malzemesini olduğu gibi taşımak yerine onun ruhunu günümüze  taşımak gerekir ,dedi.Aksi halde malzemeyi mutlaklaştırmak anakronik bir durum yaratacaktır” değerlendirmesinde bulunarak sunumuna başladı..

Ferhat ÇİFTÇİ’nin seminer notlarından bir kısmını ilginize sunuyoruz

Genel olarak Hint Düşüncesi/Geleneği

İlk olarak, Hint tefekkürünün genellikle sanıldığından daha karmaşık ve başka hiçbir düşünce geleneğinde rastlanmayan oldukça uzun ve çetrefil bir gelişme seyri izlediğini vurgulamak gerekir. Hint felsefesinin 1700 yıllarındaki ciddi gerilemeye kadar devam eden gelişme dönemi başlıca dört safhaya ayrılabilir.

 İlk safha olan Vedalar dönemi: m.ö. 2500-600: Ârî kültür ve medeniyetini yaydıkları ve geliştirdikleri devredir.

Destanlar dönemi: Bu dönem, m.ö. 600 veya 500 yıllarında başlar ve m.s. 200 yılına kadar devam eder. Aynı zamanda bu dönem, Budizm, Caynizm, Şivacılık ve Vişnuculuk gibi dinî ve felsefî akımların ortaya çıkış ve ilk gelişme dönemlerini kapsar.

Sutralar dönemi: Hıristiyan çağının ilk asırlarında başladığı kabul edilir.

Skolastik dönem: XVI. yüzyılda Hindistan’ın dış güçlerin istilası altına girmesiyle Hint düşüncesi kendi dinamik ruhunu kaybetmiştir. Bu yabancı güçler bütün bölgeyi sadece fizikî anlamda istila etmekle kalmamış, düşünce sahasını da kontrolleri altına almışlardır. Örneğin, İngilizler, kendi hâkimiyetleri döneminde, geleneksel Hint düşüncesini yapabildikleri ölçüde hakîr göstermeye çalışmışlardır. Onların bu çabaları kısa sürede semeresini vermiş ve bir süre sonra, İngilizce eğitim gören Hintliler kendi felsefî geleneklerinden utanç duymaya başlamışlar; bir Avrupalı gibi hayat sürmek ve onlar gibi düşünmek, aydın olmanın bir göstergesi, hatta en uygun davranış biçimi olarak kabul edilmeye başlamştır

Hint Alt Kıtası, İslami Dönem

Bugün Hint Alt Kıtası dediğimiz Bangladeş, Hindistan, Pakistan ve Srilanka 10. yy.dan sonlarından itibaren Müslüman orduların seferleri sonucunda İslamlaşmaya başladı.16. yy.a kadar çeşitli İslam ülkeleri tarafından yönetildiler.16. yy.da Babürlülerin yönetimine geçti.Babürlülerin yönetimiyle beraber batıda  “zengin bir Hindistan algısı” nın oluşmasıyla beraber Portekizliler, Hollandalılar ve İngilizlerler çeşitli şirketler ve oluşumlarıyla sürekli bir takip altında bölgede nüfuz elde etmeye çalışmışlardır.Bunlarla baş edemeyen bazı emirlerin Osmanlıdan yardımları olmuştur ve Osmanlı zaman zaman bir yardımda bulunabilmiştir.1526-1858 yılları arasında Hindistanda hüküm süren Babürlülerin çöküşü,

Müslümanlarda büyük bir yenilgi psikolojisi meydana getirmiştir.Müslümanların Hindistan coğrafyasında siyasi hâkimiyeti kaybetmeleri psikolojik sarsıntılara, bunu takip eden iktisadi ve idari güçlükler le beraber  Müslüman halkın arasında batıl inanışların, hurafelerin ve türbe/mezar ziyaretlerinde birkaç gün süren anma törenleri (urs) gibi bazı bidatlerin yaygınlık kazanmasına yol açmıştır.

Şah Veliyyullah ed-Dehlevî

Genel olarak bunalım dönemlerinde birçok toplumda yaşanan bu tür gelişmelerin Hindistan’da fazlasıyla görülmesi, dinî bilgi ve pratikte köklü bir ıslah ihtiyacını doğurdu. Bu süreçte sûfi meşrepli Şah Veliyyullah ed-Dehlevî (ö. 1762) Medrese-i Rahîmiyye çatısı altında gerçek İslâmî değerleri ihya etmek, dinî inancı hurafelerden arındırmak, Müslüman halkın eğitim ve ahlak seviyesini yükseltmek amacıyla bir ıslah hareketi başlattı.

Müslüman halkın özellikle dinî-ahlâkî problemlerine Kur’an ve Sünnet rehberliğinde sistemli bir şekilde çözüm sunmaya çalışan ilk şahsiyet olması bakımından Hint-İslam kültüründe çok özel ve önemli bir yere sahip olan Şah Veliyyullah dinî ıslah ve eğitim programı çerçevesinde ilk olarak Arapça bilmeyen Müslüman halkın kendi kutsal kitaplarını sağlıklı biçimde anlamaları için bir Farsça Kur’an çevirisi hazırladı.

Diğer yandan Müslümanların mutluluk ve kurtuluş reçetesinin en mükemmel şekliyle Kur’an ve sahih sünnette yer aldığını göstermek amacıyla kaleme aldığı Hüccetullâhi’l-Bâliğa isimli eserinde inanç, ibadet, tasavvuf, aile, cemaat hayatı ve sosyal ilişkiler, iktisadi meseleler, devlet idaresi, tebliğ, cihad gibi bireysel ve toplumsal hayatla ilgili hemen bütün konuları hikmet-i teşrî bağlamında ortaya koymaya çalıştı.

Şah Veliyyullah ed-Dehlevî’nin Hint alt kıtasında başlattığı ıslah ve tecdit projesi ilerleyen zamanlarda Seyyid Ahmed Han’dan (ö. 1898) Muhammed İkbal’e (ö.1938) kadar birçok Müslüman ilim ve fikir adamı üzerinde etkili oldu.

İngiliz İşgali/Sömürgecilik dönemi

Hint alt kıtası 19. yüzyılın başlarında İngilizlerin işgaline sahne oldu ve bu işgalin ortaya çıkardığı menfi durum Müslümanlar üzerinde derin tesirler yarattı.

1857’de İngilizlere karşı girişilen ve Hindistan tarihine “Sipahi Ayaklanması olarak geçen hareketin başarısızlıkla sonuçlanmasını müteakiben İngilizler Müslümanlara karşı daha sert politikalar uygulamaya başladı. Bu arada Hint alt kıtasının İngiliz sömürgesi haline gelmesi, bu coğrafyada yaşayan Müslümanların Osmanlı Devleti’yle daha yakın bir ilişkiye girmesine yol açtı. Ne var ki Osmanlı Devleti, Kırım seferinde (1853) Ruslara karşı İngiltere ve Fransa’dan yardım gördüğü için, Hindistan’daki ayaklanma sırasında bu coğrafyadaki Müslümanlara destek vermedi/veremedi.

Balkan ve Birinci Dünya savaşları sırasında Hint alt kıtasındaki Müslümanlar daha sıkıntılı bir sürece tanıklık ettiler. Bu süreçte Hindistan Müslümanları Osmanlı devletiyle İngilizlerin karşı karşıya gelmemesi yönünde gayret sarf ettiler ve korkulan durumun gerçekleşmemesi üzerine Osmanlı Devleti’nden yana tavır koydular. Ancak bu tavırdan rahatsız olan İngilizler Hindistan’daki Osmanlı taraftarlığının önünü almak için, özellikle Balkan savaşı sırasında (1912-1913) kamuoyunu Osmanlı Devleti lehinde yönlendirici yayınlar yapan el-Hilâl gibi gazeteleri kapattılar, diğer yandan da Mevlana Muhammed Ali (ö. 1951) ve Ebü’l Kelâm Âzâd (ö. 1958) gibi etkili Müslüman aydınları tutukladılar.

Müslümanların bu yenilgileriyle Hindistanda üç ekolün ortaya çıktığı söylenebilir.

Deoband okulu çevresi olarak bilinen gelenekçi bir tavra sahip düşünürler (savunmacı, içe kapanmacı)

Seyyid Ahmed han ve Aligarh çevresi (Batıya açık .modernist bir düşünsel kabul.) Seyyid Ahmed Han gerek İngilizlere sadakat siyasetinden (loyalizm), gerekse modernist görüşlerinden dolayı bilhassa geleneksel çizgideki Müslüman âlimler tarafından şiddetle eleştirilmiştir.

Bu iki çevrenin dışında Ebul kelam Azadın da olduğu köklerini Afgani’ye bağlayabileceğimiz Islah Ekolü..

 Mevlana Ebul Kelam Azad

Mevlana Ebu'l Kelam Azad İslam dünyasının büyük buhran ve karışıklıklara şahit olduğu, ancak bununla birlikte çağdaşları Afgani, Abduh, Reşid Rıza, Mevdudi gibi öncü şahsiyetlerin yetiştiği bir dönemde, Hindistan'daki İslami direnişe soluk verdi. Yoğun İngiliz baskısına ve Osmanlı İmparatorluğu'nda görülen çözülmenin Hind yarımadasındaki etkilerine rağmen Azad'ın hayatı yılmayan bir mücadeleyle geçti. Dönemindeki Sir Seyyid Ahmed Han ve yandaşlarının gösterdiği İngiliz bağımlısı politikayı yoğun eleştirilere tabi tutan Azad, İngilizler'e karşı savaşta halkın direnişine öncülük etti. Azad'ın taviz vermeyen bu mücadeleci kimliği, döneminde Hindistan'da görülen İslami canlılıkta önemli paya sahipken, kendisinden sonraki nesillere de örneklik etti. Kullandığı "Azad" lakabı, onun düşünce planında ulaştığı merhaleyi ifade etmesinin yanı sıra mazlum milletierin hürriyet mücadelelerine bakışını da yansıtmaktadır. Ebu'l Kelam Azad 1888 yılında 1857'deki ayaklanmanın zorbalıkla bastırılmasından sonra ülkesinden kaçıp Mekke'ye yerleşen bir babanın oğlu olarak Mekke'de doğdu. Asıl adı Muhyiddin Ahmed'dir. Babür Şah zamanında Afganistan'dan Hindistan'a göç eden bir aileye mensuptur.Azad'ın babası Mevlana Hayreddin, Hindistan'da ve Orta Doğu'da tanınmış seçkin bir İslam lideri, alimi ve yazardı. 

İlk tahsiline Mekke'de başlayan Azad, daha sonra Ezher'de eğitim görmek isteğiyle Mısır'a gitti ve Kahire'ye yerleşti. Ezher'de tahsile başlayan Azad, zekası ve çalışmalarıyla kısa sürede tanındı. Arap bir şaire göre o “genç omuzlar üzerinde yaşlı birr kafa”dır.

Arapça ve Farsça'ya intibak eden Azad Ezher'den mezun olduğunda dört başı mamur bir alimdi. Babasının ölümünden sonra asıl ülkesi olan Hindistan'a dönen Azad, burada Batı'nın yeni bilimleri üzerinde çalışmaya başladı. Henüz çalışmalarına yeni başladığı dönemlerde birçok Avrupa dilini okuyabilecek düzeye ulaştı.

Hindistan'ın tarihini tetkik edip araştıran Azad'ı İngiliz emperyalizmi ve yaptıkları zulüm, halkın hali ve müslümanların durumu çok etkiledi. Yaptığı bu araştırmalar sonucunda Cemaleddin Afgani'ye büyük saygı duyan Azad, onun takipçisi olarak geniş kitlelere hitap etmek ve onları uyarmak gerektiğine inanıyordu.

Yayınladığı Hilal dergisinde birçok konuyu gündeme getiren ve emperyalizme karşı halkı uyandırmayı amaç edinen Azad'ın bu çalışmaları İngiliz hükümetince tehlikeli görüldüğü için Hilal dergisi 18 Kasım 1914'te yasaklandı ve kapatıldı.Hilal dergisinin kapatılmasından bir sene sonra yeni bir haftalık dergi yayınlamaya başlayan Azad bu dergide de sahip olduğu fikirleri savunmaya devam etti. Belağ adlı bu haftalık derginin ilk sayısını Kasım 1915'te yayınlayan Azad'ın emperyalizme karşı tavrı daha da sertleşti. Bunun üzerine Azad'ın Belağ dergisi de 3 Nisan 1916'da kapatıldı. Haftalık Belağ dergisinde Tercümanü'l-Kur'an diye adlandırılan Kur'an mealini ve Tefsiru'l-Beyan adlı tefsiri hazırlamayı düşündüğünü ilan eden Azad'ın bu ilanının üzerinden birkaç ay geçmemişti ki 3 Mart 1916'da Bengal hükümeti, Hind yönetiminin baskısı altında Azad'ın Bengal'den sürülmesi için emir çıkarttı. Emrin ani olması Azad'ın Belağ'ı devam ettirecek hazırlıkları yapmasına veya Tercümanü'l-Kur'an ve Tefsiru'l-Beyar'ın planlanan yayınlarını hazırlamasına süre bırakmamıştı Çeşitli zamanlarda İngilizler tarafından tecrit edilir, hapse atılır, çalışmalrına el konur.

Hindistan'ın bütün merkezlerini dolaşmış ve Hindistan'ı İngiliz zulüm ve istibdadına karşı ayaklandırmak için her yerde konuşmalar yapmıştır. 1920 senesinin Ağustosunda Hindistan Milli Kongresi ile Hilafet Cemiyeti, İngiliz Hükümetine karşı boykotaj tatbikini, yani mevcut iktidarın okullarını, mahkemelerini, meclislerini, memurluğunu, mallarını terk etmeyi, İngiliz mallarını kullanmamayı, askeri hizmete girmekten kaçınmayı, nihayet Hükümete vergi ödememeği kararlaştırmıştır.

 İngiliz hükümeti bu başkaldırıya karşı İngiliz veliahtını Hindistan'a gönderdi. Fakat Hind Ulema Cemiyeti veliahtın ziyaretine karşı da boykot kararı aldı. Bunun üzerine İngiliz hükümeti toplantı ve konuşma hürriyetini kaldırdı. Bu şiddet yasağına karşı itaat etmeme emrini veren Ebu'l Kelam Azad'la birlikte elli bini aşkın insan tutuklandı. Zindan hayatından sonra da mücadelesine devam Hindistan’da önemli siyasi görevler üstlenir.II. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere Hindistan'ın bağımsızlığını tanıyacağım ve ayrı bir müslüman devletin (Pakistan) kurulmasına izin vereceğini 20 Şubat 1947'de ilan etti.

1948 yılında bağımsız Hindistan'da "Başbakan Yardımcısı ve Milli Eğitim Bakanı" olarak vazife alan Azad hayatının sonuna kadar bu makamda kaldı, hayatını tamamen hizmete ve ilmi çalışmalara veren Azad, 1958 yılında vefat etti.

Ebul Kelam Azad’ın Kuran anlayışı

Dini hukukta hemen hemen bütün unsurları dışarıda bırakacak şekilde birincil kaynakla, Kur'an'la ilgilenen Azad bu sebeple tefsire büyük önem vermiştir.

Kur'an'ın kendi içerisinde, kendi hukukunda anlaşılması gerektiğini söyleyen Azad, sadece harici baskılara cevap vermek maksadıyla Kur'an'a sarılmanın Kur'an'ı anlamak için yeterli olamayacağını savunur.

Kur'an kendi kendine yeterli bir kavrayışa ulaşmak için okunmalıdır; açıklamalar, tasdikler, reddetmeler, harici baskılar, motivler ve ölçütler için değil. Buna bağlı olarak Kur'an'ın dört temel hedefinden söz eden Azad bunları şöyle sıralar;

 Kur'an Allah'ın sıfatlarını tam bir biçimde sunmayı amaçlar.

Hayat, tabiat ve kainattaki nedensellik ilkesini vurgular.

Ahirete imanı ahlaki ve hayati bir ilke olarak koyar.

Kur'an, iyi bir hayatın kurallarını ve normlarını sunar.

Taklidi reddeden Azad bütün temel problemlere Kur'an'dan cevaplar bulunabileceğini söyler. Klasik müfessirlerin Kur'an'ı incelerken düşmüş oldukları hataları eleştiren Mevlana Ebu'l Kelam bunu şöyle izah eder: Müfessirler Kur'ani düşüncenin yükseklerine erişemeyeceklerini anladıklarında onu kendi zihinlerinin düzeyine indirmeye çabaladılar. Neo-platonik felsefenin müslümanlar arasına soktuğu "Kur'an'ın her yeni keşfi tasdik edip desteklemesi gerektiği" fikrini de eleştiren Azad Kur'an'ın yalnızca ilmi çalışmalar için başvurulan bir kaynak olmaktan çıkarılıp hayata geçirilmesi gerektiğini savunur. Vahy yeni olan, değişen bir durumu insana bildirmek için indirilmemiştir. Vahyin amacı insanda var olan inanç ve bilgiyi yeniden yorumlamaktır.Ebu'l Kelam Azad tesisi (bunu dini yeniden yapılanma olarak tanımlar ve içtihad kavramının yerine kullanır) ve tecdidi (Seyyid Ahmed Han tarafından vazedilen modernizm) birbirinden ayırır. İslam ideal bir din olduğuna göre mükemmelliği ('tamamlanmışlık') içermektedir. Bu yüzden gerekli olan Seyyid Ahmed Han'ın savunduğu şekliyle modernizm değil, İslam'daki bu mükemmelliği dışa yansıtacak olan içtihad ve yeniden yapılanmadır.

Dinde temel ölçüt olarak adaleti kabul eden Azad bunun gerçekleştirilmesini hukuka bağlar. Bu yüzden Azad'ın tefsiri teknik sözlüğünde din hukukla eşitleştirilip insanın iyi ya da kötü amelleri için cehennemin cezası ya da cennetin mükafatı ima edilmiştir.

Azad, 18. yüzyılda Şah Veliyullah tarafından netleştirilmiş, insanın tarihsel sürecinin bir evrim değil, intikal olduğu şeklindeki görüşünü kabul eder. Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla insanlara ilettiği mesajlar daha sonra izleyicileri tarafından tahrif edilmiştir. Sonradan gelen her peygamber -en son örneği Hz. Muhammed olmak üzere- daha önceki mesajları bu tahrifattan kurtarmışlardır.32

Azad tefsire yaklaşımını tamamen İslam'la merkezlendirip onda temellendirmiştir. Seyyid Ahmed Han'ın kendi düşüncelerine Kur'an'dan dayanak arama ve modernist bir hayat biçimini Kur'an'danmışcasına sunma çabasının aksine Azad, Kur'an'ı anlamaya ve Kur'ani hükümleri sosyalleştirmeye yönelmiştir…

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Gazze nöbeti devam ediyor
Çocuklar "Hayat Namazla Güzeldir" sloganlarıyla yürüdü
Aksa Tufanı ve kazanımları
Özgür-Der Üniversite Gençliği programlarına başladı!
Diyarbakır Özgür-Der Gençlik Çalışmaları başladı