Hindistan’da Müslümanlara Yönelik Ayrımcılığın Kökleri

Taha Kılınç, Hindistan’daki gelişmeleri mercek altına aldığı yazısında Müslümanlara reva görülen ayrımcılığın İngiliz emperyalizmine değin uzanan köklerine iniyor.

Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan konuyla alakalı köşe yazısını (11 Mart 2020) ilginize sunuyoruz:

Vahşetin Kökleri

Hindistan’da, başkent Yeni Delhi başta olmak üzere, çeşitli bölgelerde Müslümanlara yönelik Hindu saldırıları devam ediyor. Geçtiğimiz aralık ayında, Başbakan Narendra Modi hükümetinin Müslümanları Hindulara (ve bilumum diğer gayrimüslimlere) karşı ikinci sınıf vatandaş hale getiren bir yasayı kabul etmesi sonrasında patlak veren olaylarda hayatını kaybeden Müslüman sayısı 100’e yaklaştı. Çok sayıda cami ve ev kundaklanarak ateşe verilirken, binlerce insan da saldırılar nedeniyle evlerini terk etmek durumunda kaldı. Güvenlik güçlerinin engellemek yerine izlemeyi tercih ettiği olaylarda, silahlı ve taşlı-sopalı Hindu çeteler, yolda rastladıkları insanların kimliklerine ve dış görünüşlerine bakıp, Müslüman olanları “cezalandırıyor”. Sokak ortasında erkeklerin sünnetli olup olmadıklarının kontrol edildiği bir gözü dönmüşlük söz konusu.

200 milyon dolayındaki nüfuslarıyla Müslümanlar, Hindistan’ın toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 14’ünü ve ülkedeki en kalabalık azınlığı oluşturuyor. On yıllardır süre gelen ihmal ve suiistimaller, fakirlik, okur-yazar oranının düşük oluşu, iç çatışma ve bölünmüşlük, aktif ve etkili siyaset kanallarına erişimdeki yapısal sorunlar, Müslümanları temsil ettiği iddiasındaki kişi ve kurumların donanım yetersizliği gibi çok çeşitli nedenlerle, bu muazzam insan kaynağı, sahada herhangi bir problemin çözümüne yardımcı olamıyor. Onca kalabalık karşı tarafı korkutmadığı gibi, Müslüman bünyede günden güne daha net ortaya çıkan ve yılgınlığı artıran bir zaaf hali söz konusu. Hindistan’da şahit olunan manzaralar, bu yönüyle, İslâm dünyasındaki diğer örneklere çok benziyor.

Sadece bugüne bakanlar, Hindistan coğrafyasındaki Müslümanların sorunlarının “kısa süre önce” (örneğin, Narendra Modi’nin iktidara gelişiyle) başladığı yanılgısına düşebilir. Oysa, yüzyıllarca geriye götürebileceğimiz bazı noktalar var. Ancak vahşetin köklerini somut biçimde bulabileceğimiz ana tarih aralığı, Bâbürlü İmparatorluğu’nun yıkılarak yerine İngiliz sömürgesinin geçtiği 1800’lü yıllar… Bir zamanlar Hindularla Müslümanların ortaklaşa “yabancı işgaline” karşı direndiği dönemleri bile gören Hindistan, sonrasında o kıvamı -belki de sonsuza kadar- kaybetmiş bulunuyor.

İngiliz İmparatorluğu’nun işgal ettiği toprakları yönetme biçimi, dünyanın diğer imparatorluklarından bazı farklılıklar içeriyor. “İngilizlere has emperyal kurallar”ı yedi ana başlık halinde özetlememiz mümkün: 1) Yönetilen bölgeleri her yönüyle, derinlemesine tanımak ve kavramak, 2) Zorunlu olmadıkça dinlere ve farklı inanç biçimlerine müdahale etmemek, 3) Birbirine rakip ve düşman fraksiyonlar arasındaki rekabeti el altından körüklemek, 4) İç sorunlar ve çatışmalar karşısında, mümkün olduğunca tarafsız bir tavır takınmak; bu sayede çatışan bütün cephelerle diyalog zeminini korumak, 5) İşleyen bir devlet düzeni, bürokrasi ve kurumsal yapı oluşturmak; imkân bulunduğunda anayasa va kanunları hazırlamak ve toplumlara benimsetmek, 6) İngiliz kültürünü ve alışkanlıklarını, elitler eliyle toplumda yerleştirmek, 7) Sınır ihtilâflarını sürekli canlı tutma adına, harita çizerken muhakkak tartışmalı ve kolayca paylaşılamayacak geçişken noktalar bırakmak.

Tüm bu yedi esasın hepsi eksiksiz tatbik edildiğinde, İngiltere, uygun bir vakti kollayarak nihaî adımı atar: Yönettiği topraklara ve halklara, “bağımsızlık” lutfeder. Bunun için kullandığı başlıca yöntemler meseleyi BM’ye havale etmek, içerideki unsurlardan birini kahramanlaştırmak ve öne çıkarmak veya askerlerini çekerek siyasî sürece garantörlük yapmaktır. Her ne olursa olsun, İngiltere şunu başarır: Bir zamanlar yönettiği hiçbir toprak parçasında, İngilizlere yönelik yaygın bir antipati veya nefret görülmez. Böylece, fiilen artık olmadığı yerlerde bile, “İngiliz nüfûzu” var olmaya devam eder.

Hindistan içindeki etnik gerilim, Hindistan-Pakistan çatışması, Afganistan-Pakistan sınır ihtilâfı, Filistin sorunu, Kıbrıs meselesi ve daha birçok problem, İngiliz İmparatorluğu’nun özenle ve dikkatle planladığı, mayaladığı ve dünyanın kucağına bıraktığı ateş toplarıdır. Bugün Ortadoğu’da kaba kuvvetiyle ABD (veya son dönemde Rusya) var gibi görünse de, İngiltere’nin perde arkasındaki etkinliği ve sahadaki tesiri hâlâ güçlü biçimde devam etmektedir.

İslâm dünyası ve Müslümanlar açısından, “insanlar arasında döndürülüp duran günler”in tatsız olanlarına şahitlik etme zamanı şimdi… Ve aynı zamanda, günün birinde devran döndüğünde, adaletin nasıl muhafaza edileceğiyle ilgili bolca örneğe ve ibrete de şahitlik etme zamanı…

Yorum Analiz Haberleri

Gerçek bir lider, ‘övgü, yergi ve tehdit'lerle aslî hedefinden sapmaz!
CHP'nin ideolojik körlüğü Suriye meselesinde ayyuka çıktı!
“Suriyelilerin genelinde zalim bir diktatörü devirmenin onuru var”
Suriye'de yaşananları insani pencereden değerlendirebilmek...
Ezher'in tarihinden neler öğrenebiliriz?