Abdur Rauf Reza / Mepa News
Hindistan’da iktidar partisi İslam karşıtlığını nasıl körüklüyor?
Azınlıkların topluma dahil edilmesi ve uyum sağlaması dünyanın dört bir yanında her zaman sorun yaratan meselelerden olmuştur. Bir yerdeki baskın kültür, din veya dil azınlıklar için sürekli yıkım getirmiştir. İster azınlık ister çoğunluk olsun tüm kimlikler son derece hassastır. Her insan veya grup kendisine bir kimlik seçer ve kimsenin hiçbir insanın seçtiği kimliğe saldırma veya değiştirmeye hakkı yoktur.
Günümüz dünyasında çoğu ulus devlet, tüm şahıs ve grupların hayatlarını şerefli bir şekilde sürdürmelerini sağlayan anayasal veya hukuki desteğin kaynağı olan liberal prensipler üzerinden yönetilmektedir. Laiklik konsepti sadece din ile devletin ayrılması için değil aynı zamanda tüm dinlerin devlet ve halkı tarafından saygı görmesi ve hoş karşılanması amacıyla da ortaya çıkmıştır. Fakat liberal olmakla gurur duyan dünya, konu azınlık kimliğine geldiğinde gerektiği üzere uyum içinde yaşamak bir yana dursun ayrımcılık yapmak için hazır kıta beklemektedir.
Irkçılık, Yahudi karşıtlığı, yabancı düşmanlığı veya İslam karşıtlığı gibi meselelerin hepsi çoğunluğun üzerinde mutabık olduğu bu dışlayıcı tavrın bir sonucudur.
Runnymede Vakfı tarafından 1997 yılında yayımlanan ‘İslam Karşıtlığı: Hepimiz İçin Bir Sorun’ isimli raporunda İslam karşıtlığı “... İslam dinine yönelik temeli olmayan saldırganlık” şeklinde tanımlanmaktadır.
Raporda ayrıca Müslüman şahış ve toplulukların maruz kaldığı bu haksız saldırganlığın günlük yaşamdaki sonuçları ile Müslümanların ana akım siyasi ve sosyal yaşamdan dışlanması meseleleri de ele alınmıştır.
‘İslam karşıtlığı (İslamofobi)’ tabiri 1980’li yıllarda ortaya çıkmış olup edebiyatta bilinen ilk kullanımı ABD’deki bir derginin 91 yılındaki şubat ayı sayısıdır. Müslümanlara yönelik önyargılar ve nefret dünyanın her tarafında uzun bir süredir mevcuttur. Hindistan özelinde ise İslam karşıtlığı, halihazırdaki iktidar partisi Bharatiya Janata Party yani BJP’nin 2014’deki genel seçimleri kazanmasının ardından hızlı bir şekilde tırmandı.
Bu durum Müslümanların Hindistan’da daha önceki dönemde nefrete maruz kalmadığı anlamına gelmemektedir. Müslümanlar 1850’li yıllardan itibaren sömürgeci İngiliz İmparatorluğu tarafından hedef alınmış ve bu saldırıların şiddeti 1857’deki ilk bağımsızlık savaşının ardından daha da artmıştır.
Hintli Müslümanlara yönelik bu nefret İngilizlerin yanı sıra Hindu milliyetçileri tarafından da gelecek nesillere aktarılmıştır. Hindu Mahasabha (1915) ve Rashtriya Swayam Sevak (RSS-1925) benzeri sağcı Hindu milliyetçisi örgütlerin kurulması bu nefretin bir sonucudur. Başta bu iki örgüt olmak üzere diğer Hindutva yapılarının faaliyetleri iki dini toplum arasında öylesine büyük bir uçurum meydana getirmiştir ki RSS’in ikinci şefi meşhur M.S Golwalkar "Müslümanların Hindistan devleti için bir iç tehdit olduğunu" ilan etmiştir.
Golwalkar Müslümanlar hakkında “... ülkede birçok Müslüman bölgesi yani birçok mini Pakistanlar vardır” ifadelerini kullanmış ve Müslümanlara sürekli Pakistan ile temas halinde bulunan şüpheli bir toplum gözüyle bakmış yani bir başka deyişle Hintli Müslümanların "hain" olduklarını ima etmiştir. Buna ilaveten Hindutva milliyetçileri açık bir şekilde Müslümanların Hindistan topraklarında yabancı ve işgalci olarak yaşadıklarını dile getirmiştir. Golwalkar, ‘Biz’in veya Milliyetimizin Tanımı (We or Nationhood Defined)’ isimli kitabında bu sorunun çözümünü şu ifadelerle açıklamıştır: “Yabancı ırklar ayrı varlıklarını kaybederek Hindu ırkıyla birleşmeli veyahut hiçbir ayrıcalık, özel muamele ve hatta vatandaşlık hakları olmaksızın tam ve koşulsuz bir şekilde Hindu milletine boğun eğerek bu ülkede yaşamaya devam etmelidir.”
Golwalkar’a göre Hindistan’daki yabancı ırkların (Müslümanlar ve Hristiyanlar) burada yaşamaya devam edebilmeleri için önlerinde sadece iki seçenek vardı; ya Hinduizm dinine girmek yada ikinci sınıf vatandaş olmak.
BJP’nin nefret üzerinden güç elde etme hedefi
Hindutva güçleri bu düşüncelerini Hintli Müslümanlara empoze etmek için uzun yıllar çalıştı. Bu nefretin açık şekilde gözlemlendiği en meşhur vakalardan bir tanesi de başta Vishwa Hindu Parishad olmak üzere Hindutva güçlerinin 16. yüzyıldan kalma Babri Mescidini 6 Aralık 1992 tarihinde yıkmasıydı.
Bu hadise tüm Hindistan sathında bir anda toplumsal şiddet ve ayaklanmalar halini aldı. Ramachandra Guha bu hadise ile alakalı olarak ‘Gandhi’den Sonra Hindistan (India After Gandhi)’ isimli kitabında şu bilgileri aktarmaktadır:
“Hindistan’ın kuzey ve batı bölgelerinin birçok noktasında olaylar yaşandı. Gujarat’ta 246, Madhya Pradesh’de 120, Assam’da 100, Uttar Pradesh’te 201 ve Karnataka’da 60 kişi öldü. Öfkeli kalabalıklar asitten sapana, kılıçtan silahlara kadar türlü türlü silahlar kullandı. Çocuklar canlı canlı yakıldı ve kadınlar polis tarafından vurularak öldürüldü. Bu şiddeti salgını sırasında insan doğasının olası tüm nahoş halleri teker teker sahneye çıktı.”
Hindutva liderleri günümüzde de Hindistan’ı Müslümanlardan temizlemek için konuşup yazmaktadır. Shiv Sena isimli siyasi partinin lideri Balasaheb Thackeray, partisinin gazetesi Saamna’da 10 Aralık tarihinde yayımlanan yazısında şu ifadeleri kullandı: “Akhand Hindu Rashtra (Birleşik Hindu Devleti) hayali gerçekleşecek. O fanatik günahkarların (Müslümanların) gölgeleri dahi topraklarımızdan silinecek. Mutlu yaşayacağız ve mutlu öleceğiz.” Thackeray’ın bu sözleri söylediği dönemde Hindutva siyasi partileri kutuplaşma ve Müslümanlara yönelik sözlü saldırılar üzerinden ulusal seviyede kendilerine büyük destek toplamaktaydı.
BJP, ülkedeki 94 seçimlerinde 161 milletvekili çıkararak meclisteki en büyük parti haline geldi. Babri Mescidi’nin yıkılması hadisesinden önce BJP insanlar arasında bu kadar destek görmüyordu. Mesela 94 seçimlerinden önce partinin en başarılı olduğu seçim 1989’daki genel seçimlerdi ki o dönemde sadece 85 koltuk kazanmışlardı. 94 seçimlerinden sonra Müslümanları ne kadar fazla hedef alırlarsa seçimlerde o kadar fazla koltuk kazanma şansı elde edeceklerinin farkına vardılar ve sonuç olarak 1998, 2014 ve 2019 yıllarındaki seçimlerde hükümeti kuran parti olmayı başardılar.
Müslüman karşıtı politikalar
BJP, 2014 ve 2019 genel seçimleri sonrası tam çoğunluk elde ederek gücü ele geçirdi. Bu, artık yıllardır hasretini çektikleri şeyi yani Hindistan’da Müslüman kimliğini ötekileştirme hayalini gerçekleştirecekleri anlamına gelmekteydi. BJP, seçimle göreve gelmiş devlet adamlarını, parti çalışanlarını ve sözcüleri takibe ederek kontrol altına aldı. Buna ilaveten bir de Başbakanlık makamının sessizliğini sağlayınca bağımsız Hindistan tarihinde eşi benzeri görülmemiş seviyede İslam karşıtı yasaların hem eyalet yönetimleri hem de devlet tarafından yürürlüğe konulmasını sağladı.
Meclisten geçen Vatandaşlık Değişikliği Yasası (CAA-2019) ve BJP kontrolündeki eyaletlerde yürürlüğe konulan Din Değiştirme Karşıtı Yasaları (Aşk Cihadı) bu durumu tüm çıplaklığı ile ortaya koyan örneklerdir. Hindutva taraftarlarının düzenlediği Ghar Wapsi (evinize dönün), Korona Cihadı, cami yıkımları, Müslümanların linç edilmesi, hicab (örtü) sıraları ve 2020’de yaşanan Delhi olayları BJP yönetiminin en tepedeki isimlerinin desteği olmaksızın gerçekleştirilmesi mümkün olmayan hadiselerin sadece birkaç örneğidir.
12 Aralık 2019 tarihinde yasalaşan CAA kapsamında Pakistan, Afganistan ve Bangladeş’ten Hindistan’a 31 Aralık 2014 tarihinden önce yasa dışı yollarla giriş yapan göçmenlerden Hindu, Sih, Budist, Caynist, Parsi veya Hristiyan olanlarına Hindistan vatandaşlığı verildi. Müslümanlar bu vatandaşlık yasası kapmasına kasten alınmayarak açık bir şekilde İslam karşıtlığı yapıldı ve Hindistan’daki Müslüman vatandaşların haklarının meşruiyetine darbe vurularak devletin laik ilkelerine karşı gelindi.
Hindistan’ı saf bir Hindu milleti haline getirmek için canla başla çalıştıklarını hem içerdeki hem de dışarıdaki Hindutva destekçilerine göstermek için bu yasayı kasten çıkarttılar. Hindistan’daki Müslüman toplulukları ötekileştirmek için özel olarak tasarlanan bu yasaya verilen tepki tahmin edildiği gibi oldu ve tüm Hindistan sathında başını Müslümanların çektiği geniş katılımlı protesto gösterileri düzenlendi. Bu gösterilerin sembolü Şahin Bagh idi. Başta İslam Milleti Cemiyeti ve Aligarh Müslüman Üniversitesi olmak üzere protesto gösterilerinin düzenlendiği tüm kampüsler devlet makinasının koordineli saldırısına maruz kaldı. Bu gösteriler korona salgını araya girmeseydi daha uzun süre devam eder ve büyük ihtimalle hükümet yasayı kaldırmak zorunda kalırdı.
"Aşk cihadı"
BJP kontrolündeki birçok eyalet yönetimi 'Aşk Cihadı' (din değiştirme karşıtı yasa) lakaplı yasalar çıkararak Hindu kadınların Müslüman erkeklerle evlenmesini yasakladı. Bu yasaların gerekçesi olarak Müslüman erkeklerin Hindu kadınları Müslüman yapmak için kendilerine ‘zorla’ ve ‘kasten’ aşık etmeleri gösterildi. Hiçbir temeli olmayan bu yanlış çıkarım Müslümanlar açısından son derece ciddi psikolojik ve sosyolojik sonuçlar doğurdu.
Söz konusu bu sonuçlardan en vahimi Müslüman erkeklere Hindu kadınlara tuzak kuran insanlar olarak bakılması ve bu yüzden işkence edilmesidir. Buna ilaveten Uttar Pradeş eyaletinin resmi lideri ve Hindu bir din adamı olan Yogi Adityanath benzeri bazıları ‘aşk cihadının’ Hindistan’a yönelik ‘dış güçlerin bir komplosu’ olduğunu savunmaktadır. Bu ve benzeri açıklamalar nedeniyle Hindistan’ın dört bir yanındaki Hindutva taraftarları tarafından Müslümanların linç edildiği birçok hadise yaşandı.
Guardian’da yayımlanan bir habere göre “Hindistan’ın güney eyaletlerinden Karnataka’da yaşayan 24 yaşındaki Arbaaz Aftab Molla isimli Müslüman bir genç, Hindu bir kıza aşık olduğu için eylül ayında sokak ortasında öldürüldü.”
Profesör Apoorvanand bu konu hakkında şunları söylemektedir: “BJP, birçok eyalette yürürlüğe giren din değiştirme karşıtı yasalarıyla Müslümanları hukuk önünde toplu halde suçlu kılmak ve bir kurbana dönüştürmek amacıyla devam eden siyasi projeyi sadece gizlemeyi hedeflemiştir.”
Nefret ifadeleri üzerinden İslam karşıtlığı: BJP'nin gerçek yüzü
İslam karşıtlığı yapan siyasi partiler ve şahısların Müslümanlara yönelik gündemi belirlemesine imkan sağlayan bir dizi mekanizmadan bir tanesi de nefret ifadeleridir (konuşmalarıdır). NDTV Nefret Konuşmaları Takipçisi verilerine göre “2009-2014 döneminde aylık olarak 0.3’e tekabül eden toplam 19 ‘VIP’ nefret konuşması vakası yaşanırken 2014’ten bugüne kadar devam etmekte olan Modi hükümeti döneminde aylık 3.7 vakaya tekabül edecek şekilde toplamda 348 vaka yaşanmış yani aylık vaka oranı %1130 oranında artmıştır.”
Bu veriler BJP’nin gerçek yüzünü temsil etmektedir. 348 ayrı vaka inanılmaz bir sayı olup Hindistanlıların kendilerine sunulan mesajın bölücü doğasını anlamaları için lazım gelenden çok fazladır. Müslümanlar, İslam karşıtları tarafından yapılan konuşmalar yüzünden Hindistan’da kendilerine şüpheyle bakılan bir toplum haline gelmiştir. Sakal bırakan, örtünen, takke takan Müslümanlar, Hindistan’a ait olmayan ‘diğer’ gibi görülmekte ve Hindutva haydutlarının kolay hedefleri olmaktadır.
Narendra Modi yaptığı bir seçim konuşmasında açıkça şiddete başvuranların kıyafetlerinden tanınabileceğini söylemiş kendisinin “yangın çıkaranlar televizyonda belli... giydiklerinden kim oldukları anlaşılıyor” ifadesi Economic Times tarafından da alıntılanmıştı.
Her din, mekan ve kültürün devam ettirdiği kendine has geleneksel değerleri vardır. Geleneksel veya kültürel değerlerdeki farklılıklar ayrımcılık için birer neden olamaz. Aslına bakıldığında bir yeri güzel kılan ve güzellikten gurur duymamızı sağlayan bu farklılıklardır.
Fakat İslam karşıtları Müslümanların Hindistan’ın bir parçası olmasını istememekte ve sanki Müslümanlar Hindistan’a sadık değillermiş gibi bu insanlara Pakistan’a gitmelerini söylemektedir. Buna ilaveten Hindutva’daki aşırıcılar da Hindistan’da yaşayan Müslümanlara soykırım yapılması gerektiğine dair çağrılar yapmaktadır. Bu çağrıların örneklerinden birisi daha geçtiğimiz yıl 17-19 Aralık tarihlerinde birçok Hindu dini liderin ve Hindutva örgütünün iştirak ettiği Haridwar toplanan Dharm Sansad (Dini Meclis) toplantıları sırasında yaşandı.
Hindu Mahasabha Genel Sekreteri Sadhvi Annapurna yani diğer adıyla Pooja Shakun Pandey meclis oturumlarından birinde şunları söyledi: “Silah olmadan hiçbir şey mümkün değildir. Eğer bunları ortadan kaldırmak istiyorsanız o halde öldürün. Öldürmeye hazır olun ve hapse gitmeye hazır olun. Sadece 100’ümüz onlardan 20 lakh’ını (1 lakh= 100.000) öldürmeye hazır olsa biz muzaffer oluruz sonra da hapse gideriz... Ben de tıpkı [Nathuram] Godse gibi iftiraya uğramaya hazırım ama ne olursa olsun Hindutva’mı müdafaa etmek için dinimi tehdit eden her iblise karşı silah kuşanacağım.”
Hindistan’ın Müslümanları, insanlar farklılıklardaki güzelliği göremediği sürece bu İslam karşıtı çevrede yaşamak zorunda kalacaktır. Devletlerin, STK’ların ve insanların asıl hedefi bu prensibi düstur edinerek herkesin hayatını özgür ve şerefli bir biçimde yaşamasını mümkün hale getirmek için çalışmaktır.
Maktoob Media için kaleme alınan bu görüş yazısı Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir.