“Güneş karanlığa gömüldüğünde ve yıldızlar ışıklarını yitirdiğinde, dağlar kaybolup gittiğinde ve doğurmak üzere olan dişi develer başıboş bırakıldığında, bütün hayvanlar bir araya toplandığında ve denizler kaynadığında, bütün insanlar eşleştirildiğinde ve diri diri gömülen kız çocuklarına sorulduğunda hangi suçtan dolayı öldürüldükleri…” (81/Tekvir/1-9)
I
Kuyulardan yükselen çığlıkları duyuyor musunuz? Derin, karanlık, dipsiz kuyulara atılan ve suçları “erkek olmamak” olan milyonlarca kız çocuğunun çığlığını. Cılız, iniltiye benzer, ninniden bozma. Kefensiz, öylece toprağa atılmış, son soluğunu bulandığı çamurda vermiş ve kaskatı kesilmiş yavruları. Kiminin annesinin karnında iken parçalanarak öldürüldüğü, kiminin de minik kalpleri atar halde boğulup geldiği yere, toprağa gönderildiği o kuyular. Renk renk saçları, anne sütü emmemiş dudakları, şefkat görmemiş elleriyle, öylece, oralarda.
Kız çocuklarının diri diri gömülmesine ilişkin ayeti, “insanlık bu yabaniliği aştı, modern hayatta artık kız çocuklarımız dergilere, televizyonlara gömülüyor” diye yorumlayanlar -haklı dahi olsalar- şunu bilmeli, “barbarlık” Kabil’den beri ince bir çizgi olarak varolmaya hep devam etti. Hz. Muhammed’in yaşadığı çağda son verdiği bu ilkel katliam geleneği, ne yazık ki devamlılığını sürdürüyor. Yazılım ve teknoloji devi Hindistan’da halen, milyonlarca kız çocuğu diri diri toprağa, kuyulara gömülmeye devam ediyor. Evet, dünyada halen cinsiyeti kız olduğu için doğmadan yahut doğduktan hemen sonra katledilen milyonlarca bebek var.
II
Ah insan! Musa ile Firavun arasındaki sarkaçta gidip geliyorsun. Seni değiştirip dönüştürmek için sayısız elçi gönderen, nimetlerinden sınırsız bahşeden, hayırla ve şerle imtihan eden yaratıcının, sana ve ailene bahşettiği bir canlıyı neden hayatın her alanında hakir görür, evlenmelerini dahi “satılmak” olarak adlandırır, aşağılarsın.
Ah insan! Erkek oluşundan dolayı iffetsizliğini cinsiyetinin üzerine verdiği bir hak olarak görüp, karşı cinsin hatasını, yanlışını kendin cezalandırma yoluna giderek işlediğin “cinayet”i namusa bandırarak nefsini nasıl haklı gösterirsin?
Ah insan! Ne kadar yakınsın münkire. Çığırından çıkmaya, yakmaya, yıkmaya, talan edip tecavüz etmeye, bin yöntemle boğup öldürmeye ne kadar yakınsın. Neden çehrende tebessüme az yer verirsin de somurtkanlığı mukim kılarsın? Cinnet için sonuna kadar açtığın kapıları, hikmet için neden kapatırsın?
İnsanlığın amel defterindeki lekeler giderek koyulaşıyor, büyüyor. Yeryüzünün şehirleri, sokakları, evleri pislik içinde; büyük bir temizliğe muhtaç. Kız doğduğu için öldürülen, siyah derili diye, kızıl derili diye öldürülen, din ve mezhep farlılıklarından dolayı öldürülen, think-tank kuruluşlarının stratejik hesaplarından dolayı öldürülen, topraklarının altından çıkan taş parçaları için öldürülen, öncü diye el üstünde tuttukları insanların hırsından dolayı öldürülen, Nagasaki’de olduğu gibi üzerlerinden geçen uçağın pilotunun taşıdığı nükleer bombayı bıraktığı için öldürülen, topraklarını sahiplendiği için öldürülen, kabile farklılıklarından dolayı palalarla öldürülen, tuttuğu takım için öldürülen, kolunda bilezik olduğu için öldürülen, çalıştığı benzinlikte zevk için öldürülen, oradan geçtiği için öldürülen, oradan geçmediği için öldürülen, türlü türlü binlerce nedenden dolayı öldürülen sayısız insan var. Tespit edilen ve tespit edilemeyecek olan, cezası verilen/verilebilecek olan ve verilemeyecek olan ve sessiz çığlıklar olarak tarihin derinliklerinde donup kalmış milyonlarca hak ihlali var.
Allah tanıktır ki, (ey Peygamber,) senden önceki çağlarda da (muhtelif) toplumlara elçiler gönderdik: fakat şeytan onlara (da) yapıp-ettiklerini güzel gösterdi(ği için hakkı inkara şartlanmış olanlar mesajlarımızı dinlemeyi hep reddettiler); Şeytan (geçmişte olduğu gibi) bugün de onlarla sıkı fıkı; bu yüzden de onları zorlu bir azap bekliyor.” (16/Nahl/63)