Hilafetin ilgası ve sonrası

Murat Güzel, Star "Açık Görüş Kitaplığı"nda Ekin yayınları tarafından neşri yapılan "1920’lerde Türkiye, Hilafetin İlgası" adlı eseri analiz ediyor.

Batı'nın siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel bakımdan üstünlüğünü kabul ettirdiği 19 ila 20. yüzyıllarda Batılı olmayan halklar arasında gözlemlenebilecek iki eğilim vardır: Ya Batılı güçlerin tahakkümünü bertaraf etmeye yönelik sık sık kendini gösteren bir direniş vardır ya da Batı'nın askeri tekniğini, siyasi kurumlarını, iktisadi teşkilatlarını, hatta kültürel-manevi veçhesini herhangi bir zorlama veya güç olmadan iradi bir şekilde kabul edilişi. İlk tavrın Batı'yı müstevli ve mütecaviz gördüğü, ikincisinin ise onu yerli addettiği hiç kuşkusuzdur. Türkiye'nin Batılılaşma serüveninde bu iki eğilimin de farklı ton ve renklerde temsilcilerinin olduğunu rahatça görebiliriz. Türk modernleşmesinin tarihindeki birçok tartışma da bu temel etrafında yorumlanabilir esasen. Batı ile diğer medeniyetler arasında yaşanan çatışmanın ilk elden bir medeniyetler savaşı olduğu kuşkusuzdur. Geniş coğrafyası, farklı renk, ırk ve kültürlerden oluşsa da temel olarak paylaştıkları ortaklıkları epey fazla olan büyük insan kütlesi bulunan İslam dünyası son üç yüzyıldır bu anlamda Batı ile kapışan en önemli medeniyet dairesidir. Bu üç yüzyılda İslam dünyasında ortaya çıkan eğilimleri yorumlayabilmek belki de sadece askeri, siyasi ve ekonomik açılardan değil, kültürel ve manevi açılardan da olay ve gelişmeleri değerlendirmekten geçiyor. 3 Mart 1924'te TBMM tarafından çıkarılan kanunla ilga edilen hilafet meselesi de böyle olayların belki en önemlilerinden biridir.

Laikliğin başlangıcı

Hulagu Han'ın 1258'de Bağdat'ı zapt ederek Abbasi hilafetini sona erdirmesinden Panislamist bir politikayı yürüten II. Abdülhamid Han'a dek halifelik büyük ölçüde Memluk ve Osmanlı sultanlarının taşıdığı atıl bir unvan olarak görülebilir. Ancak halifeliğin gerek taşıdığı dini anlam gerekse Osmanlı coğrafyasında 20. yüzyılın ilk yıllarından TBMM'ce 1924'te ilgasına dek süren çeyrek asırda üzerine bina edilen uluslararası politikada edindiği kuvvetli araçsal nitelik sebebiyle epey tartışıldığını da belirtmeli. Müslümanların dini-siyasi birliğini simgeleştiren halifeliğin taşıdığı bu sembolik anlam dolayısıyla ilgasının da beraberinde birçok tartışmayı doğurduğu biliniyor.

Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşı'nı kaybetmesinin akabinde verilen Millî Mücadele ile bağımsızlığına kavuşan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde ilkin 1922'de tamamen sembolik bir biçimde Abdülmecit'e tevdi edilen hilafet makamının 1924'te ilgası dolayısıyla gerek TBMM'de gerekse Mısır, Hindistan ve Arabistan gibi İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde yürütülen fikir tartışmaları, siyasi teşebbüsler, kongreler vb. pek çok faaliyetin de var olduğunu biliyoruz. Türkiye'de laikliğin başlangıç aşaması olarak görülebilecek hilafetin ilgası kararı uluslararası arenada birbirinden epey farklı çevrelerde bu farklılıklara uygun çeşitli tepkilere de yol açtı.

Yirminci yüzyılın önemli tarihçileri arasında yer alan Arnold Toynbee'nin 1927'de kaleme aldığı Hilafetin İlgası adlı kitap halifeliğin kaldırılması kararını uluslararası bir zeminde irdeliyor. Çin'den Kuzey Afrika'ya farklı bölgelerdeki Müslümanların bu kararı nasıl karşıladıklarını da ele alan Toynbee, karara gösterilen bütün tepkileri kuşatacak bir bakış açısıyla hilafetin nasıl bir problem alanı teşkil ettiğini de gözler önüne seriyor.

Uzunca bir müddet İngiliz istihbarat teşkilatında da çalıştığını bildiğimiz Toynbee, halifeliğin tarihsel serencamını, dini ve siyasi anlamını, II. Abdülhamid Han'ın ihyasını, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında hilafetin Osmanlı devleti ve Hindistan Müslümanları bakımından anlamını bütün boyutlarıyla tartışıyor. Tarihsel bir perspektifle Batılı güçlerin askeri, siyasi ve ekonomik güçleriyle dünyada oluşturduğu etkilerin zemininde meseleyi ele alan Toynbee, hilafetin ilgasının Batı'ya yönelik İslam dünyasında gelişen Herodyan ve Zealot reaksiyonlar bakımından anlamını da soruşturmasına dahil ediyor. Osmanlı hanedanı ile birlikte tarihe karışanın sadece Osmanlı saltanatı ve hilafeti olmadığının altını çizen Toynbee, bunlarla birlikte İslam Hukuku'nun geleneksel icra organlarının da aynı akıbeti paylaştığını vurguluyor.

Hilafetin İlgası Arnold Toynbee çev. Hasan Aktaş Ekin, 2021

Türkiye'de kimler neleri düşündü?

Türk düşünce tarihi üzerine genelde çok fazla yazılıp çizildiği söylenemez. Bu alanın en gözde kitaplarının hâlâ Hilmi Ziya Ülken tarafından yazılanlardan oluştuğu göz önüne alınırsa günümüz Türk düşüncesine hâkim olan tasavvurların kapsamlı bir çözümlemesini yapabilmemiz güç görünür. Ahmet Çapku 'Çağdaş Türk Düşüncesi' isimli eserinde Tanzimat sonrasında öne çıkan Namık Kemal, Said Halim Paşa, Mehmet Akif, Gaspıralı İsmail, Abdullah Cevdet, Sadullah Paşa, Ziya Gökalp, Baha Tevfik, Mümtaz Turhan, Nurettin Topçu gibi isimler üzerinden Türk düşünce hayatına yönelik derinlikli okumalar yapıyor. Pınar Yayınları arasından çıkan Ahmet Çapku'nun eseri bu açıdan hem ilginç hem önemli.

Çağdaş Türk Düşüncesi Üzerine, Ahmet Çapku, Pınar, 2020

II. Dünya Savaşı'nın son yılında Almanya

İngiliz tarihçi Ian Kershaw, Alman Silahlı Kuvvetleri, İkinci Dünya Savaşı'nın son safhasında her ay 350 bin kayıp verdiği, Dresden gibi birçok şehrin haritadan silindiği müttefik hava bombardımanlarında, 400 bin sivilin öldüğü ve kaybedildiği gayet açık olan bir savaşa Almanların topyekûn işgal ve yıkıma kadar neden ve nasıl devam edebildiklerini anlatıyor kitabında. Adolf Hitler ve Nazi Almanya'sı üstüne yaptığı çalışmalarla birçok ödül alan Kershaw, devlet arşivlerinden, asker ve sivil mektuplarına kadar uzanan bir kaynakça kullanıyor. Kershaw'ın temelde "Alman halkı Nazileri gerçekten son ana kadar destekledi mi, yoksa rejimin son kurbanları onlar mı oldu?" sorusuna bir cevap verdiğini belirtelim.

Çöküş, Ian Kershaw, çev. Selçuk Uygur, Kronik, 2021

Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları