Müslümanların oluşturduğu inanç eksenli topluma ‘ümmet’ denmektedir. İmamet ile ümmet arasında bir ilinti vardır. Ümmetin oluşturduğu coğrafyaya da İslam evi ve diyarı yani daru’l İslam denmektedir.
Farklı nedenlerden dolayı da müminlerin yaşadığı ve dağıldığı coğrafyayı aynı pota içinde bir araya getirme hedef ve çabalarına da İttihad-ı İslam siyaseti deniliyor. Bir başka ifade ile Panislamizm. Bunun yollarından birisi de İslam birleşik devletleri veya milletleri olmalıdır. Osmanlı içinde buna ittihad-ı anasır denmekte idi. Tarihte bugün (3 Mart 1924) ilga edilen hilafet, dikey temsilcilik anlamına gelir. İttihad-ı İslam ise daha ziyade yatay alanı temsil etmektedir. Yatay ve dikey alanların buluşması hilafet ve İttihad-ı İslam’dır. Birisi diğerine bağlıdır ya da ikisi bir bütünün parçalarıdır. Halifenin halife olabilmesi emrinin geçerli ve nafiz olmasına bağlı olduğu gibi, elbette ki müminler coğrafyasını temsiline de bağlıdır. Hilafı düşünülemez. Hilafet kaldırılalı tam 86 yıl oldu ve 87. yılına giriyoruz. Bir zamanlar resmi ideoloji yandaşları tarafından dindar kesimler ve kitleler ümmetçilikle yaftalanır ve karalanırdı. Elbette bu suçlamaları benzer suçlamalar da izlerdi; mürteci vesaire gibi. Hilafetin kaldırılmasından sonra İslam topraklarında iki külli ihyacı hareket neşvü nema buldu. Bunlardan birisi, Mart (1960) ayının 23’ünde vefat eden Bediüzzaman’ın sürgünde sürgün vermesi yıllarına denk gelen 1926 ufkunu temsil eder. Bediüzzaman Kur’an etrafındaki surların yıkıldığını ve savunmasız kaldığını ve manevi savunmasını bizzat kendisinin yapacağını öngörür. İkincisi de, 12 Şubat tarihinde (1949) şehit edilen Hasan el Benna’nın 1928 yılında kurmuş olduğu Müslüman Kardeşler hareketidir. Esasında, Bediüzzaman için 1926 hizmetin başlangıç yılını temsil eder. Yoksa maddi bir yapı arz etmediğinden bu milat, kurma fiili ile nitelendirilemez. 1926, İkinci Said dönemine ve doğuşuna tanıklık etmektedir ve hilafetin kaldırılmasından iki yıl sonra gerçekleşir.
•
Hasan el Benna ise hilafetin kaldırılmasından 4 yıl sonra İngilizlerce garnizon şehri yapılan İsmailiye’de teşkilatını kurar. Onun yaptığı, gerçek anlamda bir yapısal teşekküldür. Amaç hilafet de dahil külli bir yenilenmedir. Bediüzzaman’ın tecdit ve ihya hareketi tam anlamıyla altyapıcı bir harekettir ve bundan dolayı kendisini ve hizmetini tanımlarken pişdar/piooner yani öncü olarak tanımlamaktadır. Günümüzün en büyük farizası olarak İttihad-ı İslamı görmekle birlikte şaşırtıcı bir biçimde Risale-i Nurların, İttihad-ı İslam’a bile alet edilmemesi gerektiğini söyler. Acaba bunun hikmeti nedir? Bu meserreti mezarından seyredeceğini söylemesine rağmen yine de fiilen bu işe mübaşeret etmemiştir. Sebep? Sebebi, Risale-i Nurun bir hareket olmaması ve bir davet ile sınırlı olmasıdır. Bundan dolayı da, dönemlerin vazifelerini birbirine karıştırmamış ve kendisini pişdar olarak görmüş ve eskilerin deyimiyle mukaddimat ile netaici birbirinden ayırmıştır. İhlas-ı tam için bu bir zarurettir. Aksi takdirde, zihinler üstyapıya kilitlendiğinde ve takılı kaldığında altyapı hizmetleri aksar. Nitekim, böyle de olmuş ve sonuçta İslami hareketlerin ekseni kaçmış ve onun ötesinde tadı tuzu kalmamış ve her şey birbirine karışmıştır. Bununla birlikte, hedeflerin tahkikiyle doğrudan ilgilenmese bile aynen siyaset gibi İttihad-ı İslam da dolaylı iştigal alanıdır. Bu birilerinin yanlış anlamasına müsait olarak örtülü bir iştigal alanı değildir. Bundan dolayı İttihad-ı İslama nazara vermiş ama onun lazımı olan hilafet meselesine çok dolaylı olarak değinmiştir. Bu sükut geçilen alan Risaleler ile müellifi arasındaki alana benzer. Elbette misyoner de önemli olmakla birlikte ihlas için misyonu nazara vermek gerekir. Bediüzzaman için misyon kutsaldır. Bundan dolayı eskiler hilafet görevini tanımlarken: Teklifun la teşrif demişlerdir. Yani bir görevlendirmedir ve görevdir yoksa şeref payesi değildir. Bunu böyle algılamak da ancak ihlasla kaimdir.
•
Aralarında yöntem meselesi olsa da hem Bediüzzaman hem de Hasan el Benna birleşik İslam devlet ve milletlerinden bahsederler. Benna, Usbetü’l ümem el İslamiyye’den bahsederken Bediüzzaman aynı anlamda Cemahiriyye-i Müttefika-yı İslamiyeyye’den bahsetmektedir. İkisi de aynı kapıya çıkar. Hasan el Benna mukaddimat ile netaici (öncüller ve sonuçlar) birbirinden ayırmadığından hilafeti yeniden inşa etmeye soyunur. Bunu yaparken İhvan kendisi için iktidar istemez. Elbette iktidarı İslam için ister ve onu bir araç olarak görür. Bununla birlikte, yine de bunun önündeki fiili engelleri kaldırma noktasında kendisini sorumlu görür (Faslüddin ani’d devle, İsmail Gilani, el Mekteb el İslami, s: 244). Görüldüğü gibi, İhvan-ı Müslimin’in en büyük hedeflerinden birisi, İslam birleşik devletlerini tesis etmek ve başına da halifeyi geçirmektir. Bediüzzaman ise icraatı yönüyle ilgilenmez ve bunun tabii sürece bağlı olduğunu görür. Bu noktada, Bediüzzaman teşkilatçı, cemiyetçi ve hareketçi değildir. Bütün bunların usul ve yöntem sorunlarına yol açtığını görür. Bununla birlikte, hedefte müttehit olduklarını görmekteyiz. Hilafetin kaldırılmasından 87 yıl sonra galiba dürülme döneminden sonra yeniden yayılma dönemine geçtiğimizi ümit edebiliriz.
VAKİT