Hiddet ve rahmet

Ali Ünal

17 Ağustos depreminde vefat eden bir arkadaşın ebeveynine taziye için gittiğimde halktan bir vatandaşın söylediği üç kelimelik sözün -söyleme samimiyetinden olsa gerek- üzerimde bıraktığı tesir halâ devam eder: "Allah çok büyük!"

"Deprem, tabiat olayı; sebebi, fay; yıkımlar için suçlu, gerekli tedbiri almayan yetkililer. Sel de tabiat olayı; sebebi, küresel ısınma ve iklim değişikliği; yıkımlar için sorumlu, gerekli tedbiri almayan yetkililer." Bütün yazılıp söylenenlerin özeti bu.

Evet, şu hikmet ve sorumluluk dünyasında her hadisenin bir sebebi vardır; ama ancak yarım-yamalak bilebildiğimiz sebepler, hadiseleri izaha yetiyor mu? Dünya, yaratıldığı günden beri deprem yaşıyor; yeraltı sürekli hareketli ve devamlı yeni faylar kırılıyor, yeni faylar oluşuyor. Bunu bilmek, depremleri önlüyor mu, hattâ önceden bilmemizi sağlıyor mu? Ancak, depreme dayanıklı bina yaparak korunmaya çalışıyoruz. Yine, dünya yaratıldığı günden beri, "küresel ısınma"nın hiç olmadığı milyonlarca sene dahil tufanlar oluyor, seller oluşuyor. Kaldı ki, küresel ısınma olsa da olmasa da, yeryüzüne her yıl düşen yağış miktarı değişmiyor, dağılım değişiyor; yeryüzündeki su miktarı da hiç değişmiyor. Normalde bir bölgeye yedi ayda yağan yağmurun iki saatte yağacağını kim hesap eder?

Hadiselere hep böyle sebepleri açısından bakmak, onları ve hayatı ne kadar manâsızlaştırıyor. Oysa her şeyin yerli yerinde olduğu ve asırlar ve asırlardır tanımaya çalıştığımız kâinatın ve ondaki her bir hadisenin derin manâları ve hikmetleri var. Hiçbir şey boş, gayesiz ve abes değil. Kusursuz düzen, mutlak gayeyi ve manâyı gösterir. Ayrıca, sebeplerde de hiçbir dahlimiz yok. Sebepler, hadiselerle ve sonuçlarıyla birlikte var. Bu bile, hadiselerdeki gayeye ve manâya işaret ediyor. Ama sebeplere takılıp kalmak, onlardaki asıl manâyı ve gayeyi karartıyor. "Allah" diyemiyor, demekten korkuyoruz. İslâm hassasiyetli kabul ettiklerimiz bile "doğanın intikamı, derenin intikamı" diye yazıp konuşuyor. Her yanından manâ, irade, şuur, ilim ve kudret taşan, mutlak ilim, irade ve kudret isteyen hadiseleri bunlara sahip Allah'a veremiyoruz da, şuursuz, ilimsiz, iradesiz tabiata ve sebeplerine havale edebiliyoruz.

Sebepleri bilmek, hadiseleri sebepleriyle tahlil etmek, bazılarıyla ilgili olarak tedbir alma dışında bize ne kazandırıyor? Tamamen müdahalemiz dışında olan, meselâ Güneş'in yapısını, Dünya ile mesafesini, hattâ Dünya'nın döndüğünü vb. bilmenin, onlardaki manâyı, hikmeti, gayeyi göremedikten sonra hayatımıza ve onlara katkısı ne? Oysa meselâ, kâinatın insan için tavanı gökyüzü, tabanı yeryüzü, lâmbası Güneş bir saray, insanın bu sarayda Allah'ın ebedî saadet saraylarına namzet bir misafiri olduğunu keşfedip, her bir hadiseye bu çerçevede manâsı, hikmeti ve gayesiyle bakabildiğimiz, her bir hadisede Allah'ın tasarrufunu, bu tasarrufun insanla ve yaptıklarıyla münasebetini görebildiğimiz zaman, çehresi karanlık hadiselerin bile ne kadar aydınlık olduğunu fark edeceğiz.

Şiddetli yağmur ve sel, tarihte Sebe ülkesinde olduğu gibi her şeyi yerinde kumlar bırakarak sürükleyip götürmediği zaman arkası rahmet olan bir felâkettir, bir ikazdır. Ceza ve ikaz, umumi ise, Allah'ın dinine umumî muhalefete gelir, şeriat-ı fıtriye dediğimiz hayat kanunlarına muhalefet, yani sel misalinde çarpık yapılaşma, deprem misalinde alınabilecek tedbirleri almama onu büyütür. Şu da var ki, Allah'ın gazabının tecelli türü bir tane değildir; o, sel olarak gelir; tsunami olarak gelir; deprem, hortum, tayfun olarak gelir; savaş, yangın, kuraklık olarak gelir. O cezalandırmak veya mükâfatlandırmak dilerse, O'nun iradesine ve kudretine mi sınır koyabileceğiz? Bu tür felâketlerde imtihan gereği çok defa suçlu-suçsuz ayrımı yapılmaz. Ama onlarda ölen mü'minler, hattâ ehl-i fetret bile şehid hükmündedir; telef olan malları da sadaka hükmüne geçer.

Her hadiseye, sebepleri ile birlikte manâları, hikmetleri ve mesajları açısından da baksak ne kaybederiz?

ZAMAN