Yarın Hicri 1444 yılının ilk günü. Yani Rasulullah ve ashabının Mekke’den Medine’ye hicretinin yıl dönümü. Peygamberimizin 1444 yıl önce ashabıyla birlikte yaşadığı yeri terk edip başka bir diyara gitmesi bugün bizim için ne ifade ediyor?
Rabbinden aldığı emirle insanları tek olan Allah’a inanmaya ve yalnızca ona ibadet etmeye çağıran Peygamberimiz, atalar dinine körü körüne bağlı müşrikler tarafından baskı, zulüm ve işkenceye maruz kaldı. Müşrikler, “Allemler rahmet olarak gönderilen” Peygamberimiz ve ashabına karşı o kadar ileriye gittiler ki onlara hicret etmekten başka çare bırakmadılar.
Hz. Muhammed ve beraberindeki grup, kafileler halinde 622 yılının Muharrem ayında Mekke’den Medine’ye hicret etti. Her şeylerini Mekke’de bırakarak giden Müslümanlar büyük oranda müşriklerin zulmünden kurtuldu. O dönem Yesrib olarak bilinen Medine’nin muhacirleri nasıl karşıladığına bakmakta fayda var.
Mal ve mülklerini geride bırakan muhacirler, ellerinde geçimlerini sağlayacak herhangi bir şeye sahip değildi. Ancak, Medineli Müslümanlar, Mekkeli muhacirleri bağrına basarak İslam’ın tam manasıyla tesis etmeye çalıştığı kardeşlik bilinciyle onlara sahip çıktı. Ensar, tabiri caizse mallarının yarısını muhacire verdi, aleyhte yapılan kışkırtmalara rağmen onları öteki olarak görmedi. Muhacirlere evinin kapısını açan, arazisini veren, onlarla ekmeğini bölüşen ensar, o kadar güzel bir örneklik sergiledi ki Mekke fethedildikten sonra bile Rasulullah ve ashabının önde gelenleri doğdukları ve çok sevdikleri Mekke’ye tekrar dönmedi. Muhacirler, ensarla birlikte yaşadılar, onlarla birlikte Allah yolunda savaştılar ve onlarla birlikte şehit oldular.
Peki ensar-muhacir kardeşliği bugünkü konjonktürde bize ne ifade ediyor?
Bilindiği gibi Mart 2011’de katil Esed rejimi ve destekçilerinin Suriyeli mazlumlara yönelik başlattığı savaş, katliam ve yıkım nedeniyle binlerce kişi Türkiye’ye sığındı. Türkiyeli Müslümanların kahiri ekseriyeti ensar-muhacir hassasiyetiyle Suriyeli sığınmacılara sahip çıkarken Müslüman ve Arap kimliğine düşmanlığıyla matuf Türkçü/Kemalist çevreler, sığınmacı karşıtı kampanyayı günden güne büyüttü.
Özellikle Suriyeli sığınmacılara karşı rutin olarak dolaşıma sokulan yalanlar serisine günlük hatta saatlik yalanlar eklendi. Sosyal medya platformlarında süregelen mülteci karşıttı kampanya can sıkıcı bir boyutta ulaştı. Savaş, zulüm ve yıkımdan kaçan muhacirlerin daha iyi bir yaşam bulma umuduyla geldiği Türkiye’de adeta cennette yaşıyormuş gibi gösteren ırkçı güruh, hayasız saldırılarına ara vermeden devam ediyor.
Muhacirlerin “Bayramlarda ülkelerine gidip tatil yaptıkları”, “devletten maaş aldıkları”, “hastanelerde sıra beklemeden ücretsiz tedavi oldukları” ve “devlet tarafından işe alındıkları” gibi safsatalarla hedef tahtasına oturtuldukları bir vasatta, ensar olma vasfımızı görünür kılmalıyız. Muhacirlerin psikolojik harba tabi tutuldukları bu dönemde hem insani hem de İslami sorumluluklarımızı her zamandan daha fazla hatırlamalı, kardeşlik bilinciyle zorda olanlara maddi ve manevi destek sağlamalıyız.
Başta Suriyeli muhacirler başta olmak üzere baskı, zulüm ve muhtelif menfi durumlar nedeniyle Türkiye’ye sığınanları yük olarak değil, Allah’ın bize emanetleri olarak telaki etmeliyiz. Kardeşlerimizi kimliklerinden dolayı hor gören, onlara birer nesne muamelesi yapan Türkçü/Kemalistlere karşı net tavır almalı, onları her zamandan fazla sahiplenmeliyiz. Sosyal medya platformlarından yapılan ırkçılık ve dezenformasyona karşın bulunduğumuz her ortamda hakkı ve adaleti hâkim kılmak elzemdir.
Hayatımızın her alanında bize örnek olması gereken ve “yürüyen Kur’an” olarak tasvir edilen Rasulullah da Mekke’den Medine’ye hicret eden bir muhacirdi. Peygamberimiz, ashabıyla birlikte gittiği Medine’yi medeniyetin başkenti yaptı ve orayı ihya etti. Bu bağlamda Muhacirlerin yeri geldiğinde Allah’ın rahmeti olabileceğini de göz önünde bulundurarak hareket etmek İslami kimliğimizin gereği olmalıdır.