Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
Hicret ve zamanı Müslümanca tanzim 2
Mü’minler, Mekke döneminde, iman ve hayat tarzlarıyla, yaşadıkları ortamlarla şirkten, müşriklerden ve şirkin belirlediği hayat tarzlarından ayrılıp, hicret etmişlerdi. İnanç ve hayat tarzıyla hicretlerinin tehlikeye girdiği, zorla, zorbalıkla ayrılıkları yok edilmeye ve tekrar şirke, şirkin belirlediği hayat tarzına dönmeye çağrıldıkları ve zorluklar tahammül güçlerinin aşma noktasına yaklaştığı zaman hicretin bir başka aşamasını da gerçekleştirip Medine’ye göç ettiler. Bunlar da gösteriyordu ki, inanç ve hayat tarzında hicret etmeden fiziksel hicret olmaz. Fiziksel hicret, ilk iki hicretin yeterli olmayıp, ‘pisliklerden tamamıyla kurtulmadığı durumda devreye girmesi gereken bir aşamayı temsil etmektedir.
En zor şartlarda Mekke’de yaşayan müminler Medine’ye hicret ederek hem olumsuz şartlardan kurtulmuşlar ve hem de bu arada kötülüğün, şirkin yurdunu fethedecek güç birikimini sağlayıp, sonunda küfrün saltanatını sona erdirmişlerdi. Ancak, Medine’ye hicret örneğinde olduğu gibi, mü’minlerin bu tür durumlarda hicret edip-etmeme hakları yoktur. Orada bireysel kararlar terk edilir ve verilen toplu karara uyulur. Müslümanlar, Resulullah’ın ‘hicret edin’ talimatına tereddüt etmeden uydular; hata çocuklarını, eşlerini ve mal varlıklarını Mekke’de bırakarak hicret ettiler. Böylesi bir durumda bireysel tercihlerde bulunmak ve hicret etmemeye açık kapı bırakmak hicretin amacıyla; imanla çelişirdi. Bütün müminler İslâm’i inşa edilecek ekonomik, siyasal, askeri, toplumsal güce katkıda bulunmak zorundadırlar.
Ayrıca Hicret; Cami merkezli bir hayattır. Hicret; Ev merkezli bir hayat. Evin merkezinde namaz. İbadet eksenli bir hayat. Eğitim merkezli bir ev. Modernizmin evsizliğine mukabil, İslam ev merkezli bir hayatı teklif ediyor insanlığa. Bu da evsizlikten eve hicreti gerektiriyor. Sokaktan, başıboşluktan eve hicret. Sokak çocuğu, sokak kadını olmaktan kadını ve çocuğu kurtarır hicret. Medine’nin şartları her bakımdan Mekke’den farklıydı. Farklardan birisini ve en önemlisini farklı topluluklara mensup, tamamıyla farklı kültürel geçmişlere sahip bireylerden yeni bir toplumun inşa edilmesi oluşturuyordu. Elbette ki toplum olmak, insanları bir mekânda toplamakla gerçekleşecek bir şey değildir.
Her şeyden önce, toplumu oluşturacak bireyler arasında her birini diğerine bağlayan sıkı ve sağlam bağların bulunması gerekir. Bireyler arasında, toplum halinde yaşamanın gerektirdiği şartların tesis edilmesi gerekir. Resulullah, Mekkeli Müslümanların oluşturduğu muhacirlerle, Medineli Müslümanların oluşturduğu Evs ve Hazrec topluluklarından bir Müslüman toplumu inşa etme sürecini başlattığı zaman, toplumun harcı olarak ilk yaptıklarından birisi, Müslümanlar arasında selamı emretmesi ve yaygınlaştırılmasını istemesi oldu.
Elbette ki birbirlerine karşı olumlu sözlerle hitap eden, bu sözlerinde birbirlerinin iyilik ve esenliğini isteyenler arasında mevcut olan veya gelecekte olması muhtemel görünen problemler çözülür, buzlar erirdi. İlişkiler içten ve daha yoğun olurdu. Bağlar güçlenip kuvvetlenirdi. Resulullah bu konuda şöyle buyurdu: “Varlığım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerektiği gibi iman edemezsiniz. Ben size yerine getirdiğiniz zaman aranızda sevgiyi oluşturup pekiştirecek bir şey söyleyeyim mi? O selamdır. Selamı aranızda yaygınlaştırın.” Toplumun temelinin sağlam olması, o toplumu oluşturan bireylerin birbirleriyle ilişkilerinin güçlü bir dostluk ve dayanışma üzerinde şekillenmesine bağlıdır. Resulullah, karşılıklı dayanışmayı artırmak için, Muhacirle Ensar arasında inşa edilen kardeşlik bağını daha güçlendirecek bazı uygulamalara karar verdi. Bu “iman kardeşliğinin” gereğiydi. Üstelik Muhacirler bütün mal varlıklarını Mekke’de bırakıp gelmişlerdi. Medine’de yaygın olan ziraat ve sanatı bilmiyorlardı. Bildikleri tek iş ticaretti, ama sermayeleri yoktu. Bunlardan dolayı, hem muhacirleri koruyup, başta ekonomik sıkıntıları olmak üzere problemlerinin ağırlığını azaltmak ve hem de bir İslam toplumunun inşasını temin etmek için özel statülü bir kardeşlik uygulamasına gidildi. Kardeşlik bağı, hicretin beşinci ayında, mescidin inşası sırasında, Enes b. Malik’in evinde tesis edildi. Bu, dünyada benzeri bulunmayan bir uygulamaydı.
İnsanların genellikle kan ve süt gibi unsurları temel alarak birbirleriyle kardeş olmalarına karşılık, Resulullah insanlık tarihinde ilk defa inanç kardeşliğini ve bu kardeşliğin gereklerine uygun bir düzenlemeyi başlattı. Vahyolunan bir ayet, tesis edilen kardeşliği onayladı ve “iman kardeşleri”ni övdü: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir” (59 Haşr 9). Tesis edilen kardeşlik bağı maddi ve manevi her türlü ortaklığı ve dayanışmayı kapsıyordu.
Resulullah sadece kardeşlik uygulamasını pekiştirmek için değil, her çağdaki ve toplumdaki Müslümanlar arasında şekillenecek ilişkileri biçimlendirmek ve dayanışmayı gerçekleştirmek için, söz konusu iman kardeşliğinin önemini ve gereklerini sıklıkla dile getirdi. Müminlerin sevgi ve bağlılıkta tek vücut gibi olduklarını; vücudun bir organı acı çektiğinde, bu acıyı bütün vücudun yaşadığı gibi, müminlerin de birbirlerinin acı ve sıkıntılarına duyarsız olmadıklarını, olamayacaklarını ifade etti. Müminlerden birisinin bir diğer mümine üç günden fazla küs durmasının helal olmadığını, bir müminin, kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olamayacağını bildirdi. “Aranızda hediyeleşin” diyerek, karşılıklı hediyeleşmenin dostluğu pekiştirmedeki önemine, dikkat çekti. Müslümanlar ise bütün bu hatırlatma, uyarı ve emirlere titizlikle uydular.
Kardeşlik uygulaması, özellikle ilk zamanlar, muhacirlerin Medine’ye yeni geldikleri ve belirli bir evlerinin ve işlerinin bulunmadığı, geçimlerini sağlamak için ne yapacaklarını bilemez oldukları zamanlarda çok işe yaradı. Gerçi daha ilk günden itibaren Medineli Müslümanlar Mekkeli Müslümanlara her türlü yardımı yapmış; evlerini açmış, yemeklerini paylaşmışlarsa da kardeşliğin tesisinden sonra bunlar bir dayanışma ve yardımlaşma olmaktan çıkıp, zorunlu bir şekilde yapılması gereken ve zorunlu bir şekilde yapılmasının gereklerini inançta bulan bir uygulama oldu. Hicret Medeniyetinin çocuklarıyız.
Rabbim hicret şuuruyla yaşamayı/yaşatmayı nasip eylesin.