“Hiç Kimse Kendi Günahını Halkın Boynuna Yüklemesin”

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Leyla Güven’in “hendek siyaseti” ile ilgili öz eleştiri adı altında dile getirdiği ifadeleri değerlendiren Vahap Coşkun, halkın hendeklere ve barikatlara ikna edilemeyeceğini söylüyor.

Sanki Bütün Sorun “Anlatamamak”mış Gibi! (23.06.17)

Vahap Coşkun / Serbestiyet

Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Öcalan’ın önerisiyle 2007 yılında kuruldu. Amacı, bölgedeki bütün sivil toplum örgütlerini bir çatı altında toplamak, önemli toplumsal gelişmeler karşısında tavır belirlemek ve tavsiye kararları almaktı. Mevcut eşbaşkan Leyla Güven, DTK’yı “Kürdistani bir kongre” olarak tanımlıyor; DTK’nın TBMM’ye alternatif bir parlamento olduğu iddialarına karşı çıkıyor, “Kesinlikle TBBM’ye bir alternatif değiliz” diyor.

Güven’e göre DTK toplumun içinde bulunduğu durumu analiz eden, sorunlara dair raporlar hazırlayan ve bunları çeşitli kurumlarla paylaşan sivil bir yapı. Mamafih Güven, DTK’nın bir bölge parlamentosu prototipi olduğunu da sözlerine ekliyor: “Kürdistan'da halen demokratik özerklik merkezi sistem tarafından kabul görmüş değil. Kabul görmüş olsa burası Kürdistan’ın parlamentosu olurdu.”

DTK, Temmuz ayının sonunda bir kongre yapacak. Kongrede, şu anda yurt dışında bulunan Hatip Dicle’nin yerine yeni bir eşbaşkan seçilecek. Ayrıca kongre, yeni delegelerle yeni bir örgütlenme sürecine girecek.

Son dönemde DTK en çok şehir savaşları esnasındaki “demokratik özerklik ilânı” ile gündeme geldi. ArtıGerçek’ten Figen Güneş, DTK Eş Başkanı Güven ile hem bu kongre sürecini, hem de bu özyönetim ilanının zamanlamasını ve bir özeleştiri yapıp yapmadıklarını konuşmuş. Ortaya birçok yönden üzerinde durulması gereken bir söyleşi çıkmış (https://www.artigercek.com/dtk-esbaskani-leyla-guven-bazi-seyleri-halka-zamaninda-dogru-anlatamadik).

“Doğru hamle”

Benim en çok ilgilendiğim husus, bugünden bakıldığında DTK’nın “hendek siyaseti”ni nasıl yorumladığıydı. Zira toplumsal hayatı kökünden sarsan ve yarattığı derin tahribat halen çok sıcak hissedilen bir “hadise” yaşanmıştı; DTK gibi iddialı bir örgütlenmenin buna yaklaşımı, hem geçmiş hem gelecek açısından önem taşıyordu.

Eşbaşkan Güven görüşünü olabildiğince net bir şekilde ortaya koymuş; demokratik öz yönetim ilanının ve DTK’nın deklarasyonunun “doğru bir hamle” olduğunu belirtmiş. Biraz uzun bir alıntı yapmak pahasına, Güneş’in sorduğu iki soruya Güven’in verdiği cevapları aktarıyorum:

-- DTK özeleştiri yapıyor mu? “Eğer çökertme planını doğru temelde değerlendirmezsek hendekleri anlayamayız. Demokratik özerklik ilanı ile öz savunma gerçekleştirildi kentlerde. Kentler yıkıldı. Eğer o başkaldırı direniş olmamış olsaydı, çökertme planı kapsamındaki durumu AKP hayata geçirecekti. Hendeklerden ve öz yönetim direniş alanlarından kaybettiğimiz insanların sayısı binken on bin olacaktı. Biz bu hamlenin doğru bir hamle olduğunu, halkın öz talebi olduğunu, bu talebi de sahiplenmek gerektiğini düşünüyoruz.

Fakat öz eleştiri vereceğimiz konu şu; bu zamanında halka doğru aktarılamadı, yetersiz kaldık. Demokratik özerklik, neden savunma, neden hendek yeterince anlatılmadı. Bu Milli Güvenlik Kurulu toplantısı o dönem halka anlatılmış olsaydı, öz yönetim alanlarından halk çıkmazdı ve daha farklı bir savunma gelişebilirdi. Biz halkımıza yeterince anlatamadık, bu bizim eksikliğimiz ama karar kesinlikle doğruydu.”

-- Neden deklarasyondan önce özerkliği anlatamadınız? “İyi organize olamadık; iyi bilince çıkaramadık. İyi anlamadık aslında. Bu çökertme planının bu kadar geniş çaplı ve dolu olduğunu, adım adım işletildiğini göremedik. Biz burada siyaset yürütenler olarak, ben DTK adına konuşabilirim, bunu tam anlamış olsaydık ve geniş halk toplantıları ile bunu halkımızla paylaşmış olsaydık, bu fedakar halk, mücadeleye her şartta sahip çıkan halk, bu süreçte de daha aktif rol alabilirdi. Daha iyi bir sonuç çıkabilirdi. Biz başlangıç sürecinde zayıf kaldık.”

Dediğim gibi alıntı biraz uzun oldu, kısa bir toparlama faydalı olabilir. Söylenenlerden dört sonuç çıkardım:

1. Öz savunma (hendekler, barikatlar, şehir savaşları) halkın talebiydi, doğru ve meşru bir hamleydi; biz de bunu sahiplenmek durumunda kaldık.

2. Halkın direnişi başarılı oldu; eğer o mücadele olmasaydı kayıplar binken onbinlere çıkardı.

3. AKP’nin bir “çökertme planı” vardı. Bizim bu plan karşısında iki eksiğimiz oldu: Bir, planın çapını anlayamadık. İki, halka doğru dürüst anlatamadık.

4. Eğer hakkıyla anlatabilseydik halk hendeklerden çıkmazdı, daha iyi bir sonuç (!) alınabilirdi.

Şimdi durup düşünelim: Binlerce genç hayatını kaybetti. Yüzbinlerce insan evinden, işinden oldu. Kadim kentler yerle bir edildi. Açılan siyasi ve içtimai yaraların sağalması için daha birçok yılın geçmesi gerekecek. Bazı yaralar ise hiç iyileşmeyecek.

Bu derece sarsıcı ve en büyük hasarı yaşadığı bir olaydan sonra, özeleştiri namına bütün söylenen “Halka anlatamadık, anlatsaydık böyle olmazdı”dan ibaret. İnsan, gerçekten hayret ediyor!

Kendi günahını halkın boynuna yüklemek

Bu yaklaşıma karşı itirazlarımı dört noktada özetleyebilirim:

1. Evet, sağda solda hendeklere methiye düzen çok sayıda insan vardı. Ama bunların neredeyse tamamı, kendi konforlu dünyalarında yaşarken muhalifliği de kimseye bırakmayan tuzu kurular ile devrim hayallerini Kürtlerin sırtından gerçekleştirmek isteyenlerdi. Yoksa halkın “Hendek açalım, barikat kuralım” diye bir talebi, hele öz talebi, asla olmadı.

Çünkü bunun en fazla kendisine, çoluk çocuğuna, çevresine zarar vereceğini gayet iyi biliyordu. Gerçek bir hayatın içindeydi o; klavye üzerinde devrimcilik oynamıyordu. Onun için de hendeklerin kazıldığı yerleri terk etti ve yapılan çağrıları reddetti. Dolayısıyla hiç kimse başından sonuna kadar felaket getireceği besbelli bir siyaseti “halkın öz talebi” diye yutturmaya kalkışmasın. Hiç kimse kendi günahını halkın boynuna yüklemesin.

2. Eğer dert insanların yaşamasını sağlamaksa, siyasilerin tek bir vazifesi vardı: O da, öyle yarım ağızla değil, bütün varlıklarıyla o hendeklerin açılmasına karşı durmak, buna izin vermemekti. Hendekler açıldıktan sonra bile siyaset üzerine düşeni yapsa, kesin ve açık bir dille bunu mahkum etse, hendeklerin kapatılıp gençlerin oradan çıkarılmasında insiyatif alsaydı, bugün ağıtları yakılan birçok insan hayatta olacaktı. Bu nedenle “Hendeklerdeki direniş olmasaydı, bin değil on bin kişi ölecekti” değerlendirmesinin ne gerçeğe değen bir tarafı var, ne de insanlığa.

Bilmemek değil, tercih etmek

3. Şehir savaşları sırasında PKK yöneticileri de “Devletin bu kadar sert tepki vereceğini beklemiyorduk, bu kadar üstümüze geleceğini tahmin etmiyorduk” yollu açıklamalarda bulundular. Bu mazeret (!) iki nedenle kabul edilemez:

Bir, Kürtler devletin gadrine uğramanın yabancısı değiller. Başlangıç noktası olarak Cumhuriyeti temel alırsanız, yüz yıldır bunu tecrübe ediyorlar. Devletin beka korkusuna düştüğünde nasıl yıkıcı olabileceğini yakından biliyorlar. Sıradan insanların hiç de derin analizlere ihtiyaç duymadan sahip olduğu bir bilgiden Kürtler adına siyaset yürütenlerin haberdar olmaması ne düşünülemez. Hele kırk yıldır devletle çatışma içinde olan PKK’nin!

İki, bu söylenenler herkesin gözü önünde yaşanan gerçeğe de aykırı düşüyor. Eğer sorun bilmemekten, öngörememekten kaynaklansaydı, bir yerde tatbik edilen ve başarısız olduğu görülen bir taktiğin başka bir yerde denenmemesi gerekirdi. Oysa öyle olmadı. PKK, yıkım getirdiğini göre göre, ısrarla ve inatla hendek siyasetine devam etti. Yani burada, bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir sorun yoktu; bilinçli bir tercih vardı.

4. Eşbaşkanının ifadelerinden anlaşılıyor ki DTK halen “İyi anlatılması halinde bu fedakâr halk özyönetim alanlarından çıkmazdı” diye düşünüyor. Hemen belirteyim; eğer yeni dönemde DTK siyasetini halkın sosyolojisine tümüyle yabancı bu aklın üzerine kurarsa, ne kendisine bir faydası dokunur ne de halka. Tersine, herkese zarar verir.

DTK’da sanki bütün sorun anlatamamakmış gibi bir hal var. İçeriğe ve eylem biçimine dönük eleştirel bir bakış yok. Oysa burada sorun anlatmak ya da anlatamamak değil, neyin anlatıldığı ya da anlatılacağıdır. Her şeyden önce yürüttüğünüz siyasetin halkta bir karşılığı olmalı, halk söylediğiniz söze inanmalıdır. Eğer bu yoksa salt parlak cümleler kurarak bir yere varamazsınız.

Hendekler bağlamında bu husus daha açık olarak şöyle ifade edilebilir: Mahir anlatıcılar bulabilirsiniz. Çokça vakte sahip olabilirsiniz. İmrenilesi bir organizasyon kurabilirsiniz. Lakin bütün bunları arkanıza alsanız da halkı hendeklere ve barikatlara ikna edemezsiniz. Halk hendek kazıcılığa gönül indirmez.

Bir özeleştiri sürecine girilecekse işe buradan başlamak lazım.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!