HAKSÖZ HABER
Suriye’de Rusya’nın yönlendirmesiyle dahil olunan sözde ateşkes süreci korkulduğu gibi mücahitlerin saflarında yarıklar oluşturma yolunda ilerlerken, bu sürece hiçbir itirazda bulunmayan bazı Müslümanların gelişen tehlikeye karşı konumlanan yapıları hedef alan yaklaşımlar serdetmeleri dikkat çekiyor.
Bu bağlamda Diriliş Postası köşe yazarı İsmail Yaşa’nın ardı ardına kaleme aldığı ve Şam’ın Fethi Cephesi’ni kıyasıya eleştirdiği yazılar da ne yazık ki bu zaaflı durumu yansıtmakta. Bugün kaleme aldığı ve “Kime Karşı Birleşme?” başlığı taşıyan yazısında yazar ŞFC’nin önderliğinde oluşturulan Heyetut Tahrir’ş Şam adlı ittifakı yerden yere vurmuş. Söz konusu yazıdan bir bölümü aktaralım:
“Suriye’de rejime karşı savaşan bazı gruplar “Heyetu Tahriri’ş Şam” (Şam’ın Kurtuluşu Heyeti) adı altında birleşme kararı aldı.
Birleşme sonrası ortaya çıkan yeni oluşumun liderliğine de Ahraru’ş Şam’ın eski lideri Ebu Cabir Haşim El Şeyh getirildi.
Ebu Cabir, Ahraru’ş Şam’dan ayrıldığını açıkladı.
Suriye’de rejime karşı mücadele eden grupların birleşmesi normalde sevindirici olması gerekir.
Fakat Ebu Cabir liderliğindeki son birleşme için bunu söylemek biraz zor.
Çünkü bu birleşme rejime değil öncelikle Astana’daki görüşmelere katılan gruplara karşı gerçekleşen bir birleşme.
ÖSO’ya ve SMDK’ya, özgür ve demokratik bir Suriye projesine karşı bir birleşme.
Kısaca ifade etmek gerekirse “Suriye El Kaidesi”ni korumak için yapılmış bir manevra…”
Yazarın iki gün önceki yazısının başlığı da çok ilginçti: “El-Nusra da DAEŞ’in Yolunda!”
Bugüne kadar Suriye direnişini yazılarıyla desteklemiş ve Esed katilinin içerideki ve dışarıdaki destekçilerinin tezviratını açığa çıkarma hususunda önemli yazılara imza atmış İsmail Yaşa’nın ŞFC aleyhine ağır ithamlar içeren bu yazılarının mahiyetini anlamakta zorlanıyoruz.
Gelinen aşamada mücahitler arasında direniş iradesini koruma noktasında güçlü bir dayanışma ve ittifak zemininin inşasına çalışmak yerine, adeta aleyhte kampanya başlatma tarzında yayınlara yönelmenin savunulabilecek bir yanının olmadığını hatırlatıyoruz.
ŞFC’nin kimi yaklaşımları, kimi söylemleri, eylemleri, ilişkileri yanlış bulunabilir, tartışılabilir, bu anlaşılabilir bir tutumdur ama tümüyle varlığını bir tehdit unsuru olarak tanımlamak makul bir yaklaşım olarak kabul edilemez.
Bu çerçevede ŞFC’nin Astana’ya tavır almasını eleştiren yazar Astana’da ŞFC’nin hangi konuma oturtulduğunu görmüyor mu? Böylesi bir zeminde söz konusu yapının ne yapması beklenirdi, kurbanlık koyun gibi boynunu bıçağa uzatması mı?