Hesap vakti: İki ıska bir isabet...

Alper Görmüş

Bizim gazeteciliğimdeki kötü alışkanlıklardan biri de, belirli bir konuda analize dayanan bir tahminde bulunduktan sonra o tahminin akıbetini unutmak ve okurlara unutturmaya çabalamaktır –meğerki tahmin doğru çıksın! O zaman gelsin, “ben demiştim” diye başlayan tahmin yazıları...

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti), Kürt sorununa bir çözüm bulmak amacıyla başlattığı girişimle ilgili olarak son üç ayda Cumhuriyet gazetesi, Doğan Medya grubu ve Cumhuriyet Halk Partisi’yle (CHP) ilgili olarak üç tahminde bulundum. Bugün, bu tahminlerle ilgili olarak size hesap vermek, bir döküm yapmak istiyorum.

Sözünü ettiğim yazılardan birincisi (18 ağustos) “Cumhuriyet yeni bir ‘zınısım adnıkraf ninekilhet’e hazırlanıyor gibi...” başlığını taşıyordu.

Yazıda önce Cumhuriyet’in, hükümetin “çözüm hamlesi” karşısındaki tavrını özetliyor, ardından da gazetenin 2006’daki irtica temelli “Tehlikenin farkında mısınız?” kampanyasının bir benzerini bu defa “bölünme” temelli olarak tekrarlayabileceği tahmininde bulunuyordum.

Beni böyle bir tahmine sevk eden asıl etmen, İlhan Selçuk’un hastaneye kaldırıldığı gün yayımlanan yazısı olmuştu. Selçuk, Devlet Bahçeli’nin sözleri üzerinden girişimi “vatan ihaneti” sözcükleriyle tanımlıyordu ki, böyle durumlarda Cumhuriyet’in sürmanşetten “kalkın ey ehl-i vatan” diye ortalığı tozu dumana katması gayet makul bir beklentiydi. Şöyle yazmıştı Selçuk:

“Vaktiyle Anglo-Amerikalılar ülkedeki Ermeni ve Rumları kışkırtıp kullanarak Sevr’i tezgâhlamak istediler... Bu kez de Kürtleri kullanmak üzerine bir strateji göze çarpıyor, Anadolu’yu bölen haritalar elden ele dolaşıyor... İşte bu ortamda MHP’nin AKP’yi vatan ihanetiyle suçlaması siyaset hayatında, demokratik düzende ve partiler rejiminde ilginç bir dönüm noktası oluşturuyor... MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bir noktaya mim koydu...”

Sözünü ettiğim yazımda, “kampanya” tahminimi şu sözlerle dile getirmişim:

“Şu anda, tamamen sezgisel bir bilgiyle, Cumhuriyet yöneticilerinin, ortada 2006’dakine benzer koşulların bulunduğu tesbitini yaptıklarını ve bir kez daha gazete üzerinden ‘iktidardaki düşman’a karşı bir kampanyanın örgütlenebileceğini hesapladıklarını düşünüyorum. Böylece hem ‘Kartaca’nın yıkılması’ için büyük bir fırsat değerlendirilmiş, hem de satışlar bir kez daha patlatılmış olacaktır.” (Bu son cümleyle, Cumhuriyet’in bugünkü gibi 50 binli seviyelerde seyreden satışlarının, “Tehlikenin farkında mısınız?” kampanyasıyla birlikte 90 binlere fırlamasına göndermede bulunuyordum.)

Gördüğünüz gibi bu tahminim tutmadı. Cumhuriyet, hükümetin açılımını baltalamak için hiçbir fırsatı kaçırmadı ama, benim tanımladığım türden bir kampanya da açmadı.


“‘Yeni’ Doğan Medya ve ürkütücü bir ihtimal”


Cumhuriyet
gazetesiyle ilgili olarak yaptığım tahminin bir benzerini, 2 ekimde, başta Hürriyet olmak üzere Doğan Medya grubu için yapmıştım. Yazıda, grup içindeki yönetim ve yazar değişiklikleriyle ilgili olarak etrafta dolaşan “hükümete karşı kavga yolunu seçtiler” yorumlarının doğru olabileceğinden hareketle “ürkütücü bir ihtimal”e dikkat çekiyor, şöyle diyordum:

“Doğan Medya grubundaki yönetim ve yazar değişikliklerine ilişkin bütün yorumlar bir noktada birleşiyor: Grup, son vergi cezalarından sonra AK Parti ve onun hükümetiyle ‘vuruşmaya’ karar vermiştir. Ben de aşağı yukarı aynı kanaatteyim. Grup, kanımca partiyi ve hükümeti yaralama kapasitesini ortaya koyacak, bu yolla vergi cezalarından dolayı sorumlu gördüğü hükümete geri adım attırmayı deneyecektir. Başlıkta ima ettiğim ‘ürkütücü ihtimal’, grubun, hükümeti en fazla hangi alanda ‘yaralayabileceğini’ düşünmeye başlayınca kendiliğinden çıkıyor ortaya: Demokratik açılım alanı...

“Eğer Doğan grubu, yeni bir yayın çizgisiyle Kürt meselesinin çözümü yolunda çok riskli bir adım atmış bulunan hükümeti paralize etmeyi başarabilirse, mali olarak içine girdiği ağır bunalımdan çıkmayı umabilir. Alternatif istismar alanlarının (irtica, Ergenekon) kullanım değerlerinin konjonktürel zayıflığını hesaba kattığımda, sözünü ettiğim ihtimal gözümde daha da ürkütücü bir görünüme bürünüyor. (...) Bir gazetecilik imparatorluğunuz varsa ve mideniz kaldırıyorsa, bunu yaparsınız. Grubun böyle bir şeyi göze alıp almayacağını şu önümüzdeki bir-iki ayda anlarız. Ben tabii, bu dönemde Doğan grubunu her zamankinden daha büyük bir dikkatle izleyeceğim.”

Dediğimi yaptım. İlk birkaç günde tuttuğum bütün notlar “pozitif”ti, fakat 6 ekimde gelen Ertuğrul Özkök makalesi midemi fena halde bulandırdı. Özkök yazısında, Türkiye’yle bir anlaşma yapıp ülkesinin önünü açmak isteyen Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın “hain” diye damgalanmasını hatırlatıyor, oradan “Kürt açılımı”nın mimarı Tayyip Erdoğan’a sıçrayıp onun da benzer bir kaderi paylaştığını söyledikten sonra şöyle yazıyordu:

Eğer bu ülke, sorunlarını çözecekse, birilerinin bu riskleri alması gerekecek.

Dürüstsek, demokratsak korkmayacağız, çekinmeyeceğiz. Ama bir şeyi de bileceğiz. Hepimiz aynı gemideyiz. Sorunları çözmek isteyen siyasetçi ve sorunların çözülmesini isteyen gazeteci, aynı gemide. Birbirlerine ihtiyacı var. O nedenle birbirimizi itme, itekleme, yıpratmaya, yok etmeye uğraşma lüksümüz yok. Kızgınlıkları, öfkeleri buzdolabına koyup, demokrasi meydanında toplanmalıyız. Hem kendi çağımıza, hem geleceğe şunu ispatlamalıyız. Demokrasi, tarihî sorunları çözebilir. Cesaret bugün için bir fedakârlık gerektiriyorsa, o fedakârlığı hep birlikte yapmalıyız.


Ertuğrul Özkök’ün yazısını “ürkütücü ihtimal”in gerçeğe dönüşmesi yönündeki bir işaret olarak algılamış, şöyle yazmıştım:

“İsterseniz yaklaşımımı ‘fesatça’ bulun, fakat ben bu yazıyı hiç beğenmedim; okurken, ‘aba’nın altına gizleme gereği bile duyulmayan bir ‘sopa’ canlandı gözümün önünde... Düşünün: Bir gazeteci ülkenin tartışmasız bir numaralı sorunu konusunda doğru yayıncılığın ne olduğunu biliyor ve ilan ediyor fakat bu yönde yayın yapmayı şarta bağlıyor... Hükümete, ‘aramızdaki sorunlar sürerse, başka bir çizgiye kayabilirim’ diye mesaj geçiyor... Bu, olabilecek bir şey midir?”

Fakat kabul etmeliyim ki, o yazıdan sonra da grup gazetelerinde “açılım”ı çıkmaza sokarak hükümeti paralize etmeye çalışma yönünde bir izlenim edinmedim. Açıkçası, bu tahminim de tutmamıştı.


Keşke CHP de utandırsaydı beni...


Ne güzel; bir tahminde bulunuyorsun ve tahminin tutmayınca daha çok seviniyorsun... Ne diyeyim, Allah herkese böyle tahminler nasip etsin!

Fakat üçüncü tahminimle ilgili gelişmeler, bu sevincimi kursağımda bıraktı. Çünkü bu defa tahminimin öznesi CHP’ydi ve bu partinin Kürt açılımı konusunda nasıl bir siyaset izleyeceği hususundaki tahminimde fena halde isabet kaydetmiştim!

Kürt açılımının ilk telaffuz edildiği; CHP’nin dilini henüz sertleştirmeyip “yoklama çektiği”; birçok köşe yazarının “CHP’nin çağdaş tabanı”na göndermeyle iyimser yorumları yaptıkları o ilk günlerde, ben, işte tam da bu “taban” nedeniyle CHP’nin açılıma kafadan karşı çıkacağını şu sözlerle dile getirmiştim:

“‘İrtica’ ile ‘Kürt meselesi’nin başka meseleler olduğunu; birincinin çevresinde mobilize edilebilen kitlelerin ikincinin çevresinde edilemeyeceğini; ‘yaşam tarzları’nın tehlike altında olduğunu düşünen milyonlarca ‘laik-şehirli-okumuş-çağdaş’ insanın Kürt meselesinin özgürlük ve kardeşlik temelinde kesin bir çözüme kavuşmasını istediklerini düşünüyorsanız, çok yanılıyorsunuz. Böyle düşünüyorsanız, Türkiye’nin ‘sol’undaki milli-devletçi etkileri ve şu son 10 yılda CHP tabanını etkisi altına alan ‘bizi bölüyorlar’ paranoyasının gücünü hiç hesaba katmıyorsunuz demektir.”

Arada konuyla ilgili birkaç yazı daha yazdım, 20 ekim tarihli yazımın başlığı ise aynen şöyleydi: “CHP ‘açılım’a destek veremez; verirse, biter!”

CHP’nin bugün geldiği noktaya bakıp da tahminimde yanıldığımı söyleyebilir misiniz?

Hülasa edersek: Üç tahmin, iki ıska, bir isabet...

Keşke CHP de utandırsaydı beni ve “üç tahmin üç ıska” diye hülasa edebilseydim vaziyeti...

TARAF