Her şey İslam’a uygun hale gelmeyecekse neden iktidar oluyorlar?

​​​​​​​Müslümanlar, mademki her şeyi İslâm’a uygun hale getiremeyecekler, niçin parti kuruyorlar ve iktidara talip oluyorlar?

Hayrettin Karaman, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısında İslami kesimin iktidardan beklentisinin ne olması gerektiğini tartışmaya açıyor:

Hem WhatsApp gruplarında hem de köşeme gelen sorularda -kötü niyetli olanları atlıyorum- iyi niyetli oldukları konusunda hüsnü zannım olan birçok Müslüman, ayaklarının bastığı zemini görmeden, dünya ve Türkiye’nin içinde bulunduğu reel durumu hesaba katmadan neredeyse Hz. Ömer’den bekleneni iktidardan ve Sayın Cumhurbaşkanımız’dan bekliyorlar.

Peki, bu beklenti gerçekçi mi?

Elbette değil. Evet, yapılan bazı önemli değişiklikler var ama bunlar her şeye rağmen içeride ve dışarıdaki ötekilerin tahammül edebildikleri değişikliklerdir. Mesela “Musul bizim” deyip geri almaya kalkışsak bunu dışarıdaki ötekiler engeller. Anayasa’nın ilk dört maddesini ve bunlara ilişkin diğer maddelerini -İslâm’a göre olmak bir yana- gerçek demokrasiye göre değiştirmeye kalkışsak bunu da içerideki muhalifler engeller (Burada muhaliflerden maksadım yalnızca siyasi partiler değildir).

AK Parti iktidara geldiğinde ülkede maddi ve manevi pek çok ıslahata ihtiyaç vardı. Benim de katıldığım birçok Müslüman şu üç problemi çözüme kavuştursa günahıyla sevabıyla bu yükü yüklenmeye (parti kurup iktidara gelmeye) değer diyor ve ondan öncelikli olarak bunu bekliyorduk: Başörtüsü yasağının kaldırılması, İmam-Hatip ve diğer meslek okulları mezunlarına, üniversiteye giriş imtihanında uygulanan zulmün kaldırılması, okullara seçmeli/ihtiyari İslâm din derslerinin konması.

AK Parti maddi ıslahat bakımından hayal edilemeyen hedefleri gerçekleştirdi; bu yolda azimle ve başarı ile ilerliyor.

Manevî, ahlâkî, ictimâî ve eğitim alanlarına gelince önemli dertler, eksiklikler, ıslahat bekleyen bozukluklar elbette var. Bu alanlarda ıslahat ise -tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan misali- toplum ile yönetim arasındaki karşılıklı etkileşim çerçevesinde uzun ince bir yolculuk istiyor; bu yolculukta önce toplum kendini ıslah edecek, iktidar bu ıslahatı kolaylaştırıcı tedbirler alacak, ama mevcut ahlâkî çöküntü içinde ha deyince ıslahatı gerçekleştirmek mümkün olamayacaktır.

“Eğitim şart” diye bir cümle biraz da gayr-i ciddî olarak ağızlarda dolaşır durur. Unutmayalım ki, bütün ideoloji, dava, din salikleri kendilerine göre insan yetiştirmek için eğitim yaparlar, yapıyorlar.

Eğer eğitim ile olabildiğince “kâmil İslâm insanı” yetiştirmek istiyorsak bunu, mevcut düzende iktidardan bekleyemeyiz; çünkü bu ülkenin anayasası, milli eğitim politikası ve hedefleri böyle bir insan yetiştirmeye ayarlı değildir. Elbette çocuklarımız mevcut okullara devam edecekler, ama önce okul seçiminde sonra da okulların eksikleri ile ifsatlarını düzeltme faaliyetinde her bir Müslüman elinden geleni yapacaktır.

Soruyorlar

Müslümanlar, mademki her şeyi İslâm’a uygun hale getiremeyecekler, niçin parti kuruyorlar ve iktidara talip oluyorlar?

Bunu yapanların içtihadı şöyle özetlenebilir: Ya hep ya hiç ile hedefe varılamaz. İmkânlar ve engeller hesaplanamadan adım atılamaz, on adımda ulaşılacak hedefe bir adımda ulaşmaya kalkışılamaz. Biz, mevcut şartların elverdiği ölçüde siyasi iktidar olarak yapılabilecekleri yapacağız, Müslümanlar üzerlerine düşeni hikmet çerçevesinde yapacaklar, kaç adım atarsak bu kârdır, diğer adımlar da arkadan gelenler tarafından atılacaktır.

Tam bu noktaya (yani zaruret, hikmet, aşamalara riayet kurallarına) uygun düştüğünü düşündüğüm bir hatırayı nakledeceğim. Hatırayı pek muhterem büyüğümüz Lütfi Doğan Hocamız anlatmışlar:

1974’te MSP-CHP koalisyonunu kurmuştuk. Bazı arkadaşlar, İslâmî gruplar sol partiyle hükümet kurmamızı istemiyordu. Aslında, ben de istemiyordum. Birliğimizi korumak adına ses çıkarmadım. O zamanki hükümette Başbakan Yardımcısı olarak görev yapan Erbakan Hocamız beni aradı. Ali Yakup Cenkçiler Hocamız hastalanmış, ziyaretine gidelim dedi. Kararlaştırdık. İstanbul’da Emin Saraç Hoca’yı da alarak Ali Yakup Hoca’nın evine gittik. İçeri girdiğimizde Ali Yakup Hoca yorgun, bitkin yatıyordu. Ağır hasta olduğu belliydi. Bizi görünce yatağından fırlayarak dedi ki:

-Gel, azizim Necmettin!.. Seni alnından öpeyim. Sen, bu ülkede bugüne kadar dikkate alınmayan Müslümanların varlığını kabul ettirdin. Bizlere 2. Hudeybiye’yi yaşattın. Allah senden razı olsun!

Erbakan Hoca’nın büyüklüğünü, koalisyon kurarak yaptığımız işin önemini orada kavradım. Diyanet İşleri Başkanlığı yaptım; pek çok siyer kitabı okudum. Koalisyonla Hudeybiye arasındaki bağlantıyı kuramamıştım.

(Milli Gazete, Şakir Tarım köşe yazısı, 24 Mayıs 2016).

İslâm Birliği, bütün İslâmcıların kutsal hedefidir. Nice zamanlarda nice siyasi ve sivil şahıslar bu uğurda büyük-küçük gayretler sarf etmişlerdir. Bunlardan biri de yine merhum Erbakan Hoca’nın düşündüğü ve giriştiği D-8 oluşumudur. Kısaca hatırlayalım:

8 İslâm ülkesini bir araya getiren D-8 projesi, 54. Hükümetin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan zamanında başlatıldı (Haziran 1997). Bu ülkeler; Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya’dır. Karşı çıkanlar, ümitsiz vak’a olarak görenler oldu, ama topallayarak da olsa devam ediyor. Ona, 2014’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda “Gözlemci Statüsü” verildi.

D-8 girişiminin başlatılmasındaki amaç, büyük bir ekonomik potansiyeli, çeşitli kaynakları, geniş bir nüfus ve coğrafi alanı temsil eden 8 ülke arasında ticaret ilişkilerinde yeni fırsatlar yaratmak ve çeşitlendirmek, uluslararası düzeyde karar alma sürecine katılımı artırmak, daha iyi hayat şartları sağlamak, somut ortak projeler etrafında ekonomik işbirliğini geliştirmek ve gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisindeki durumlarını güçlendirmektir.

Bugün bazı üyelerde çatlaklıklar vücuda gelmiş olsa bile Cumhurbaşkanımız, dünyanın en doğusundan en batısına kanatlarını açarak başka birçok İslâm ülkesi ile ilişkiler kurmaya gayret ediyor. Allah başarılı kılsın!

Erbakan Hoca, İslâm Ortak Pazarı, İslâm dinarı (parası), bütünüyle faizsiz ekonomik sistem gibi birçok hedefini gerçekleştiremedi ama o da kendi döneminde atılacak adımı atmaya çalıştı. Faydalı, hatta zaruri gördüğü için o koalisyona da katıldı.

Ziyaülhak da Erbakan da Erdoğan da faizi sıfırlayamadılar ama gayret ettiler; Cumhurbaşkanımız da yüksek faizden rahatsız, ilk aşamada ekonominin dengelerini bozmadan faizle enflasyonu başa baş getirmeye muvaffak olarak reel faizi sıfırlarsa bu da önemli bir başarı olacaktır.

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı