“Allah şu iki adamı da misal verdi: Bunlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez; efendisine bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, adaletle emreden ve doğru yolda bulunan adam eşit olur mu?” (16/Nahl, 76.)
Bazen Müslümanlık başkasına anlatılan bir şeye dönüşür. İstismar edilir. İslam’ın başkalarına anlatılan, başkalarıyla tartışılan bir konuya, bilme ve yorumlama çabasının nesnesine dönüşmesi, günümüzün temel problemlerinden biridir. Modern dönemde bilgi, bir hâkimiyet aracı olarak tanımlanmıştı. Anlatmaya çalıştığımız sorun tam da bu noktada beliriyor. Hak katından gelen İslam dini, Müslümanların önünde bir bilgi nesnesine, bir yorum konusuna dönüşünce, bilgi ve hâkimiyet aracına dönüşünce, İslam insana hâkim olmuyor; onu yönlendirmiyor, benliğinin derinliklerinden başlayarak onun duygu, düşünce, ideal ve hayat tarzını şekillendirmiyor. Aksine, insan, Din üzerinde egemenlik kurmaya yöneliyor, insanların inancını manipüle* etmeye başlıyor.
İslam’ın ilkelerini uygulama şansı olmayan talepler olarak, İslam’ın ideallerini ütopya olarak, ‘İslam Medeniyeti’nden söz etmeyi iç boş bir söylem olarak göstermek, bu manipülasyonun önemli bir örneğidir. Bunu başka bir yazımıza da konu edineceğiz.
Başka bir manipülasyon da İslam dünyasının geri kalmışlığıyla ilgilidir. İslam dünyasının geri kalmışlığının nedenlerine ilişkin elbette farklı fikirler ve değerlendirmeler var. Ama, en yaygın yanlış, Batı’nın bugün geldiği bilgi, teknoloji, maddî zenginlik ve askerî gücün arkasında, bugüne kadar ders kitaplarında “coğrafî keşifler” olarak tanımlanan sömürgecilik faaliyetleridir. “Coğrafî keşifler”e hayranlık duyarak yetişen nesil, Gezegen’imizi bir ahtapot gibi saran sömürgeciliğin farkında değil. Bu manipulasyon’un, maalesef, araştırmalarını İslam’ın ilk nesillerinin zaaflarını ve kötülüklerini tespit etmeye tahsis eden İslam tarihçileri de farkında değil. Çünkü, bilgi, şuur değildir. Adaleti başkalarına tanımlayabilmek, Hak ehli olmak anlamına gelmez. Dolayısıyla, ayetleri başkalarına okumadan önce kendine okumak gerekir.
Bazen Müslümanlığın temeli olan ayetler, Kur’an’ın ilkeleri görmezden gelinir. Ahlakî ve hukukî bir kavram olan hak ile epistemolojik bir kavram olan hak ayrı düşünülür. Epistemolojik hak, hukukî hakkın aleyhine yorumlanır. Adaletsizlik, doğru görülür, castifike edilir. Hak kavramı, haksızlığı mazur gösterecek şekilde, çeşitli zekâ oyunlarıyla, te’vil edilir. Bunu yapanlar, başkalarına haksızlık etmeyi, kendileri için hak görürler. Onların gözünde, başkaları haksızlığa müstahak, kendileri de her şeye müstahaktırlar. Artık, bu ifsat olmuş kafalarda, fak (tuzak) ile hak iyice karışmıştır.
Bazen hak değil güç tercih edilir. Gücü elde etmek, gücü korumak için her şey meşru sayılır. Oysa ki hak olmayan yol ile hakka ulaşılmaz.
Oysaki Allah (c.c.), “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (4/Nisa 58.) buyurmaktadır.
Yine Allah (c.c.), “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (5/Maide 8.) buyurmaktadır.
Yine Allah (c.c.), “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O yaptıklarınızı hakkıyla görür. Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.“ (11/Hud, 112-113.)
Ama ‘devran’dır, döner.
Kulisin, entrikanın boşa çıktığı anlar olur. Bir hesaplaşma anında, adaletle ilgili ayetleri hatırlar. Başkasına reva gördüğü haksızlığın, Müslümanlığa aykırı düştüğünü fark eder. Dün görmezden geldiği ayetleri, bugün okuma ihtiyacı hisseder. Elbette, tövbe kapısı her zaman açıktır. Allah, hatadan pişmanlık duyan ve samimiyetle kendine yönelen kulunun tövbesini kabul edeceğini vaat etmiştir. Ama bir kimsenin kendisine okumadığı ayetleri, başkasına okumasının ne yararı olur?
Ayetleri önce kendimize okuyalım! Çünkü, sular bir akar bir durulur, herkesin, başkalarına ayet okumaya ihtiyaç duyacağı bir zaman mutlaka olur.
Adalet, İslam’ın tevhitten sonra gelen ilkesidir. Tevhit, topluma ve hayata adalet ilkesiyle yansır. Adalet, (el-Adl) Allah’ın esmasındandır. Bir davranışın adil olup olmadığı tartışılabilir ama adil olanın iyi olup olmadığı tartışılmaz. Adalet, daima iyidir. Adaleti her zaman, herkes için isteyelim. Başkalarına nice haksızlıklar yaptıktan sonra değil… Çünkü Hakk‘tan yana olmayan Hakk’a eremez.
* - Manipüle etmek, insanları istediği şekilde yönlendirebilmek için bilgileri ekleme ve çıkarma yoluyla değiştirme. İnsana aklıyla düşündüğü ve iradesiyle seçtiğini hissettirerek aslında zihnini şartlandırma ve belli seçeneklere yöneltmek; bilginin ve hakikatin yerine enformasyonu ikame ederek onu yönlendirmektir.