Artık sivil-asker ilişkileri asla eskisi gibi olmayacak. 4 Ağustos kararı ordunun profesyonelleşmesi, siyasete karışmaktan vazgeçerek kendi işine odaklanması için bir milad.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın hukukun arkasında durması takdire şayan. Mahkemenin 'kuvvetli suç şüphesiyle' yakalama kararı verdiği generallerin terfi ettirilmesi düşünülemezdi zaten. Sonuçta süreç, hukuk ve sivil siyaseti güçlendirmiştir.
Kaybedenler, hiçbir şey yokmuş gibi 'şüpheli generaller'in terfi dosyalarını YAŞ'a getirenler olmuştur. Onlar için mahkemeye toplu itiraz dilekçeleri hazırlayanlar, şüphelileri orduevlerinde korumaya alanlar, en hafifinden hukuka karşı hile yapmaya kalkışanlar, bu sürecin sonunda 'mahcup' düşmüşlerdir. Hukuken savunulamaz bir yerde durmak Genelkurmay için büyük hatadır.
Dahası, karakol baskınlarını Heronlar vasıtasıyla canlı canlı izleyip bir şey yapmayanların, askerlerinin şehit olmasını izleyenlerin iş 'terfi'ye gelince nasıl aslan kesildikleri görülmüştür. Bu, hiç de hoş olmayan bir görüntüdür.
Genelkurmay 'şüpheli' komutanları koruyacağına, mahkemenin bu kararını 'fırsat'a dönüştürebilir, Askerî Personel Yasası'nın açık ve kesin buyruğunu kendisi yerine getirebilirdi. Bunu yapmadı; hukukun ve iş etiğinin gereğini yapmayı ve bunun onurunu taşımayı Başbakan ve Cumhurbaşkanı'na bıraktı. Belki de böylesi daha isabetli oldu; ordunun sivil siyaset tarafından denetlenmesi ve yanlışının düzeltilmesi için bir fırsat yaratıldı.
Hükümet kanadı ve cumhurbaşkanı da hukuk devletini ve demokrasiyi pekiştirecek 'tarihî' bir duruş sergiledi. Her işini bırakıp 'şüpheliler'in terfisine odaklanan bir karargâh karşısında sivil irade ağırlığını koydu ve ordu 'şüpheli generaller'e teslim edilmedi. Hem milleti hem de orduyu rahatlatan 'saygın', şaibesiz, ders gibi bir sonuç çıktı ortaya.
Artık ordu mensupları şunu çok iyi bilecekler: Adı darbe işlerine karışan, koruması gereken millete ve meşru hükümete karşı komplolar içinde olan, hukuktan kaçan hiçbir albay ve general 'terfi' alamayacak.
Bu bilginin ve algının ciddi sonuçları olacaktır. Bu Şûra'da anladık ki üst düzey komutanlar için 'terfi' çok önemli... Vazife aşkı, demokratik rejime bağlılık, hukuka inanç olmasa da 'terfi alamama' ihtimali albayları/generalleri kışlalarında asıl işleriyle meşgul olmaya zorlayacak. İnsanları fişlemek, kendi yurttaşlarına karşı kara propaganda operasyonlarına girişmek, siyasal iktidar peşinde koşmak artık askerler için 'parlak bir gelecek' vaat etmek yerine onların geleceklerini karartan, kariyerlerini bitiren sonuçlar yaratacak. Bunun bilinmesi, tecrübeyle sabit olması son derece caydırıcı. Bu işlere kalkışacak subaylara belki de en büyük direniş, bizatihi kendi eşlerinden gelecek: 'Terfimizi riske atma' diye uyarılacak eşleri tarafından darbeye ve hukuksuzluğa meyilli, siyasete meraklı subaylar.
Yapılması gereken birkaç şey kalmıştır:
1. Kuvvet komutanlığı YAŞ tarafından veto edilen 1. Ordu Komutanı Hasan Iğsız, 30 Ağustos'u beklemeden derhal istifa etmeli, ardından da savcılığa gidip internet andıcının hesabını vermelidir.
2. Erzincan Ergenekon davasının bir numaralı sanığı olan, ancak mahkemenin çağrısını hiçe sayarak ifade vermeye gitmeyen; dahası mahkemelerin üstünde savaş uçakları uçuran Orgeneral Saldıray Berk, Milli Savunma Bakanı tarafından geciktirilmeden 'açığa' alınmalıdır.
3. Haklarında mahkemece yakalama emri çıkarılan 13 general daha fazla orduevlerinde barındırılmamalı ve teslim edilmeliler. Mahkemenin 'kuvvetli suç şüphesi' taşıdığı kanaatine vardığı bu kişiler, TSK Personel Yasası'nın 65. maddesi gereğince açığa alınmalılar.
Ortada bir kriz yoktur, olmayacak da... Askerin her istediğini yapamaması 'kriz' anlamına gelmez. Bu Şûra'nın sonuçlarından kriz peydahlamaya çalışanlara da bir uyarı: Çıkaracağınız her kriz 'öteki taraf'ın elini güçlendirecek, onları kahramanlaştıracak... Dikkat! Yarın öbür gün CHP lideri Kılıçdaroğlu sizi de 27 Nisan bildirisini hazırlayan Büyükanıt gibi AK Parti'ye çalışmakla suçlayabilir!
ZAMAN