"Herkes, kendi kulağıyla dinler." Güzel laf. Bunu mutlaka benden önce biri söylemiştir diye tırnak içine aldım. Eğer söylenmemişse tırnak içinden çıkartabiliriz.
İlk bakışta boş laf gibi görünüyor.
Levent Sami Akalın'ın çevirdiği bir 'Japon Şiiri' kitabı vardı. Merhum Akalın, babamın İstanbul İmam-Hatip'ten Fransızca hocasıydı.
Kitabı basıldığı zaman, sınıfta, kura ile bir kişiye kitabından hediye edeceğini söylemiş. Kura babama çıkmış.
Ara sıra okurdum, Haiku'ları. Hoşuma giderdi.
O kitaptaki dolunay, belki başka hiçbir yerde yoktur. Ay'a dokunabilirsiniz. Ay'ı yelpaze yapıp serinleyebilirsiniz. Ormanın içindeyseniz ve güneş doğuyorsa, güneşin ağaçlar arasında yükselişinin sesini –hışırtısını- işitebilirsiniz.
Bir minik şiir okumuştum, onu da beğenmiştim.
"Gül fidanında Gül açıyor
Başka ne açacaktı ki..."
Tabii ki herkes kendi kulağıyla dinler. Başkasının kulağıyla mı dinleyecek!
Geçen hafta, nasıl birdenbire 'Kürt arkadaş' veya 'Türk arkadaş' olduğumuzu yazmıştım.
Yazıyı anlamasını istediğim ve anlayacağından emin olduğum insanlar anladı.
'Anlasalar iyi olur ama, anlamazsalar yadırgamam' dediğim insanlar, haklı olarak anlamadı.
Haklı olarak anlamadılar, çünkü yazı, dar anlamda 'bizim dünyamız'la ve 'bizim kuşağımız'la ilgiliydi.
Mesela, 'isimsiz' bir okuyucu, 'aşina' bir argümanı uzun yıllar sonra yeniden üretiyordu.
Gençlik yıllarımızda, 'zamanın milliyetçileri'nin bizlere 'Türk müsün, Müslüman mısın' diye saçma bir soru sorduklarını yazmıştım.
Bu sorunun eşliğinde bir de Ayet-i Kerime okunurdu. (Mealen.)
'Sizi kabileler halinde yarattık ki birbirinizi tanıyasınız...'
Bu ayet, ırkçılığın cevazına delil olarak öne sürülürdü. Sanki ayette, 'Sizi kabileler halinde yarattık ki birbirinize üstünlük taslayasınız, birbirinizle didişesiniz' deniliyormuş gibi.
Yazıyı yazarken, bazılarının bu ayeti önüme süreceğini düşünmüştüm. Nitekim sürüldü.
O isimsiz arkadaş, ayet-i kerimeyi dikkate almadığımı ileri sürerek uzun uzun eleştirdi.
Bir gün aynı ayetin başka bir 'ulusçuluk' için istimal edileceğini o yıllarda akıl edemezdim ama o yazıyı yazarken düşündüm.
('İstimal' yerine 'Suistimal' mi demeliydim?)
Neyse, Allah'tan, biz 'Türk arkadaş'lar ve 'Kürt arkadaş'lar birbirimizi anlıyoruz.
O yazıda. "Şimdi Kürtler, 'Kürt müsün Müslüman mısın' diye bir soruya muhatap oluyorlar mı bilmiyorum" demiştim.
Ahmet Fırat adlı bir okurumuzdan 'cevabımı' aldım. Soruluyormuş. Diyor ki Fırat: "Bu soruyu bize Kürt Hareketi değil sizin de içinde bulunduğunuz Türk-İslamcı kesim soruyor. Bu saçma soruya birçok platformda maruz kalıyoruz."
Kim sorarsa sorsun, saçmalık derecesi aynıdır bana göre. Ama belirteyim, Türk-İslamcı kesim diye bir kesimi bilmiyorum, tanımıyorum. Benim haberim olmadan böyle bir şey icad edilmiş olabilir. Ben hiçbir zaman 'Türk-İslamcı' diye bir 'kesim'in içinde olmayacağım.
"Kürtlerin kendilerini Kürt olarak tanımlamasını bir travma olarak algılıyorsunuz çok ilginç bir durum" diyor Fırat. Yazının içinde travma geçmiyor ama olsun. Ona da kabul.
Hayır Ahmet Bey, travma, 'Kürtlerin kendilerini Kürt olarak tanımlaması' değil. Travma, benim arkadaşımın, birdenbire beni 'Türk arkadaş' diye tanımlaması. Benim arkadaşımın, birdenbire 'Kürt arkadaş' olması.
Yoksa herkes, kendisini istediği gibi tanımlayabilir. Böyle bir şeyi sorun olarak görmek aklımın köşesinden geçmez.
"Kürtlerin inkarı üzerine kurduğunuz toz pembe dünya gerçeklerle yüzyüze kalınca sizi tarvmaya mı sevk ediyor? Bir Kürdün ben Kürdüm demesi size bu kadar mı zor geliyor?"
Hayır. Hiçbiri travmaya sevketmiyor. Hiçbiri zor gelmiyor. Böyle bir sıkıntım olmadığını o yazıyı okuyanlar da, dünkü yazımı okuyanlar da kolaylıkla anlar.
Belki şöyle bir sorun vardır. İnsanın Kürt ya da Türk olması, insanın aklının, bilgisinin, imanının ve insanla ilgili başka öncelikli vasıfların önüne geçince, insanın hayatın önünde 'duruş'unda bir değişiklik oluyor.
Duruş değişince, zihinler başka türlü algılıyor, kulaklar başka türlü işitiyor.
'Herkes kendi kulağıyla işitiyor' demem bu yüzden.
Ben eminim, nasıl bazı 'Kürt arkadaş'lar, burada yazdıklarımı ırkçılık olarak yorumluyorsa, bir takım 'Türk arkadaş'lar da 'ihanet' olarak yorumluyor.
Ama şükürler olsun, hiçbir zaman 'Kürt arkadaş' olarak tanımlamayacağım ve beni hiçbir zaman 'Türk arkadaş' diye tanımlamayacak Kürt arkadaşlarım var.
Bu 'içe dönük' ve 'bizim kuşak'a ait hikayeyi hin-i hacette geri dönmek üzere kapatıyorum. Biraz da 'dışarı'ya bakalım. Çünkü 'dışarı'da kıyamet kopuyor.
YENİ ŞAFAK