Her Taraf Sırılsıklam Ama Yağmur’dan Değil!

BAHADIR KURBANOĞLU

Birileri “Islak belgeyi kim sızdırdı?”, “Neden 4,5 ay sonra, neden şimdi?” diye aranadursun; Emekli bir paşa Kanaltürk’te feveran içerisinde yırtınıyordu;

“İrtica’yla Mücadele Eylem Planı hazırlamak suç değildir!!!” diye. Ve de ekliyordu:

“Cunta Munta yok. Ne Cuntası?”

Haklı mıydı? Bence haklıydı!

“Suç değildir!” kısmı ayrı bir tartışma konusu. Ama, paşa pek çoğundan daha dürüst davranıyor, sadece kurumsal bazda Ordu’yu, Ordu’nun felsefesini, Ordu’nun işlevinin resmini doğru çizmekle kalmıyor, aynı zamanda kendi nefsinde haklılaştırdığı durumu sonuna kadar savunuyordu.

Yani ortada suç-muç değil, “Durumdan vazife çıkarma” hali söz konusuydu.

Nitekim Paşa da, söylediklerinin altını doldurmak kabilinden 28 Şubat’ı örnek veriyordu:

“O zaman Cunta yoktu da şimdi mi var?”

Paşa’ya göre, 28 Şubat sürecinde değil miydi ki bu Ordu, ülkenin gidişatını görüp müdahale etme gereği duymuştu; bugün de yapılan aynı şeydi. Dolayısıyla ortada ne suç vardı, ne de suçlu!

Paşa dürüst!

Ahlaklı ve adil değil ama dürüst!

Üstelik zalim ve haksız da. Ama altını bir kez daha çizelim ki olabildiğince dürüst!

Kime nazaran?

Mesela “Bana, Ordu demokrasiye karşı girişimde bulunuyor dedirtemezsiniz” mealinde konuşan Büyükanıt’a ya da her fiyaskonun ardından “Biz yapmadık, etmedik, başkaları yaptı” diye buyuran Başbuğ’a nazaran. Ama en çok, kendisini muhalif, demokrat, muhafazakar, hukuk devletinden yana konumlandırmış olanlara nazaran.

Gerçi diyebilirsiniz ki Ordu da zaten her attığı adımı “Demokrasiyi koruma” kalkanıyla meşrulaştırmıyor mu? Doğrudur. Ama nihayetinde bu demokrasiden ne anlaşıldığına bağlı bir durumu ortaya çıkarıyor. Atatürksüz, bürokratik oligarşinin çıkarlarının devamına yaramayan bir demokrasiyi Ordu ne yapsın? Halksız bir demokrasi, TC elitlerinin savunularının geçerliliğini yitirdiği bir ortamdan daha evladır. Bu, TC tarihince hep böyle olmadı mı? İşte bu yüzden şimdi olanlar kimseyi şaşırtmıyor. Ama, kuyuyu yandan dolaşma istidadının kendisini her daim yeniden üretebilmesi, bu konularda mahir olanların muhafazakar sabrı(!) insanı gerçekten şaşırtıyor.

Bu Ordu hepimize lazım” söyleminden “Ordu’yu yıpratmayalım”a kadar uzanan; daha düne kadar mızrağın üzerini her türlü şekilde örtme harekatının müsebbibi Askeri savcılıktan medet uman yaklaşımlara kadar inanılmaz bir biat tazeleme yarışının hüküm ferma olduğu bu vasatta, darbeciliğin önünü almak mümkün mü?

Hele ki, darbecilerin yargılanmasını talep eden konuşmalardan önce “Aman ha yanlış anlaşılmayalım” babında birkaç dakikalık açıklama konuşmalarına eşlik eden birkaç paragraflık makalelerin karalanabildiği bu ortamda!

“TSK’yı karşımıza kurum olarak almış değiliz!” göndermelerinin TSK açısından bir gramlık önemi var mı acaba?

28 Şubat sürecinde var mıydı ki şimdi olsun? Ya da 90 yıllık TC tarihinde.

Aslında bu aynı zamanda zımnen, “Oy verdiğimiz, icra makamına getirdiğimiz hükümete güvenmediğimizden, kendimizi sağlama alalım” anlayışı değil midir?

Bu aynı zamanda o tekrarlanası pek sevilen “Sivil Duruş”ları, “Sivil Direniş”leri akamete uğratma konuşmaları değil midir?

Çok iyi biliyoruz ki, Paşa’nın ıvırıp kıvırmadan direkt olarak ortaya koyduğu yaklaşım, her ortaya çıkarılan darbe girişiminin ardından, yeni Cuntaların yerden mantar gibi bitirildiği, emir-komuta zincirine olan güvene dayanıyor.

Belki, “Sahip olduğu konumun kendisine verdiği güç, pervasızlık ve pişkinlikle konuşuyor.” denebilir. Doğrudur. Sahip oldukları gücün kendilerine bahşettiği zalimane bir vehme sahipler. Ama bu durum, zalimden her daim müşfik bir baba rolünü oynamasını beklemeyi haklı çıkarır mı? Değil işte; rol yapmayı beceremiyor değil, yapmak istemiyor!

28 Şubat sürecinde de haykırmamışlar mıydı, “Ordu Peygamber Ocağı falan değildir!” deyu! O halde derman istemeyen hastaya bu kadar psikiyatrik müdahale niye?

Hükümet Şarkıyı, “Beraber Yürümemiz Mümkün Değil Bu Yağmurda” Şeklinde Değiştirmeli!

Peki şimdi ne olacak?

Islak belgelerin yağmurdan sağanağa dönüştüğü bu ortamda hükümet ne yapacak?

Savcılık, Askeri Savcılığın üzerine vazife olmadığı halde talep ettiği belgenin yerine adli tıp raporunu göndermiş ki bu sevindirici bir gelişme.

Ancak savcılığın sorgulamak için çağırdığı ve içinde Hasan Iğsız gibi generallerin yer aldığı zanlılar listesinden en alt kademedeki askerlerini bile fire vermemeye çalışan Genelkurmay’ın bu tutumu nasıl bir tablo ortaya çıkarmakta?

Düşünün ki, hükümeti, toplumun çeşitli kesimlerine suç isnad ederek devirme planlarının açığa çıktığı bir ortamda, kendisine bağlı asker bürokrat, Başbakana, “Bunları size göndermem”, “Hiçbirine dokundurtmam”, “Hiçbirini yargılatmam” tavrını ortaya koyduğu bir vasat var.

Hukuk tıkanmış işlemiyor!

O çokça kendisine atıf yapılan “Devlet ciddiyeti ve mekanizması” folofoş olmuş!

Hükümet bu durumda ne yapacak? Hiçbir şey olmamış gibi sineye mi çekecek? Yoksa Başbakan resmi tatillerden dolayı(!) bir türlü görüşemediği Bağbuğ’la başbaşa verip bu işin pazarlığını mı yapacak? İnşallah göstermelik yargılamalarla bu iş geçiştirilmez diyeceğiz ama Genelkurmay’ın buna bile tahammülünün olmadığı, en ufak bir fire vermişlik görüntüsünün bundan sonraki planlara ve icracılarına olumsuz yansıyacağını hesap ettiği çok açık değil mi?

TC tarihinde Ordu hep hesap sordu; hiç hesap vermedi ki. Böylesi bir vasatta bile hesap sormaya devam edebiliyor.

Bundan sonraki seyrin ne olacağını hükümet belirleyecek elbette. Ancak hükümetin ve hukukun arkasında da bilinçli ve örgütlü bir halk desteğinin olmadığını da görmek gerekiyor. Bu onların kuzuların sessizliğini oynamalarını meşrulaştırmaz elbette, ancak militarizmin kendisinde yeterince güç vehmetmesini de kolaylaştıran bir vasatı besliyor bu durum.

Emir komutanın içindeki generallerin ve askerlerin açığa alınması ve emekliye sevkedilmesi yeterli mi değil mi tartışması ayrı bir konu; ancak hükümetin bunu bile yapmaya mecali/niyeti var mı bu, her şeye rağmen ülkedeki muhalif güçlerin, hukuk ve adaletten yana tavrını koyan, beklenti içerisinde olan herkesin ciddi anlamda merak ettiği bir süreç olacak.

Bundan sonrasına ilişkin olarak da hükümetin hayatiyetini, devamlılığını, mezkur açılımlar sürecinin kaderini bile bu olayda takınılacak tutumların belirleyeceği bir süreçten geçmekteyiz.

***

Unutmamamız gerekir ki, şiddetli yağmura yakalanmamak için darbecilerin yargılanması taleplerini meydanlardaki bir avuç azınlıkların eline bırakan bir irade(sizlik)nin, darbe belgeleri sağnak yağışlarının doluya dönüştüğü mezkur süreçte başkalarını suçlamaları da beyhude olacaktır!