Her şey beklendiği gibi

Murat Belge

Hrant’ın davasının üç aşağı beş yukarı böyle sonuçlanması beklenmedik bir şey değildi. Ama bir şeyi “tahmin etmek” başka, tahmin ettiğin şeyin “mahkeme ilâmı” olarak karşına dikilmesi başka.

Şu son yıllarda bu ülkede yaşamaya alışık olmadığımız epey bir şey yaşamıştık. Galiba topluca yorgun düştük ki, şimdi yaşamaya alışık olduğumuz şeyleri yeniden yaşamaya döndük.

Hrant Dink davasında bu kararı verenlerin davranışı şaşırtmadı. Bu karar verilince Ertuğrul Özkök’ün yazdığı yazı da şaşırtmadı. Herkes “kamu vicdanı rahatsız” diyormuş. Böylece muazzam bir “kanaat cephesi” oluşuyormuş. Bu durumda kimse çıkıp şu basit soruyu soramıyormuş: “Adaletin, kamuoyu vicdanını rahatlatmak gibi bir görevi var mıdır?” Bununsa tek bir cevabı varmış: “yoktur”!

Kimsenin soramadığı bu “basit” soruları sormak, Ertuğrul Özkök’ün uzmanlık alanına girer. Fazlaca analitik düşünce alışkanlığı geliştirmemiş bir toplumda, göze ya da kulağa mantıklı gibi görünecek formülasyonlar yaparak kafa karıştırmak, olguları bulandırmak. Son analizde, kendi cephesindeki birilerinin eline –ya da ağzına– mühimmat vermek.

Bir yargı kararının toplumda tepki uyandırması gibi bir olay karşısında, sorulacak “basit” soru bu mudur? Biz bu yargıçları, “bize niçin şeker, lokum tutmadılar?” diye mi eleştiriyoruz?

Toplumda bir kesim, tekrarlamaya gerek olmayan nedenlerle, bu yargılama karşısında duyarlı. Burada akılcı, olguları örtmeyip açığa çıkaran ve sonunda âdil, “doğru” bir yargıya varan bir süreç görmeyi umuyor ve bekliyor. Her şey bir yana, beş yıl geçmiş. Bu süre içinde Dink tarafı neyin araştırılmasını talep etmişse mahkeme tıkamış o yolu. Sonunda da bu karara varmış. Ertuğrul Özkök soruyor, “Adaletin, kamuoyu vicdanını rahatlatmak gibi bir görevi var mıdır?” diye.

Bu kadarı muhtemelen Protagoras’ın da aklına gelmezdi.

Özkök’ün sorusundan daha “basit” olan şey şu: bir mahkemenin verdiği yargı toplumda adaleti, doğruyu çiğneyen bir yargı olarak değerlendiriliyorsa, bundan “kamu vicdanı rahatsız” olur. Burada sorulacak soru, adaletin vicdan rahatlatmasıyla ilgili değildir. Kamunun karardan rahatsız olmasının nedenlerinin geçerli olup olmadığıdır.

Hrant öldürüldüğünde Özkök onu öldüreni anlamamız gerektiğini yazmıştı. Yani, katili öyle bir ruh haline sokmuştu ki toplum, o da bunu yapmıştı. Hani, biraz da masumdu. Şimdi, Özkök, bir anlam kayması yapmış, bu tip insanların niçin bu hale geldiğini anlamak gerek dediğini ima eden bir “taktik ricat” havasına girmiş. Ogün Samastları Ogün Samast, Yasin Hayalleri Yasin Hayal yapan mekanizmanın içinde Ertuğrul Özkök çok önemli bir dişli işlevi göregelmiştir; anlamaya “çalışması” gerekmez, çünkü bunun nasıl yapılacağını zaten çalışmış ve öğrenmiştir. Öğretmiştir de. “Amiral gemisi” diye nitelenen gazetesinin başında, bütün filoya öğretmiştir.

Bu yazıda da, birtakım doğru sorular sorup “haklı”, “sonuna kadar haklı” diye cevaplar verirken, yani herkesin hakkını teslim etme rolüne girerken, yargıçların “delillere göre en iyi karar bu” demesini de onaylıyor (sonradan delillerin üzerine gitmediklerini de onaylayarak her şeyi gerçek olmayan bir eşitlik boyasıyla boyasa da. Bu zaten başlıca Özkök tekniği). Hrant’ın Ermeni olduğu için öldürüldüğünü kabul eder gibi yapıp ardından Uğur Mumcu, Çetin Emeç ve Abdi İpekçi’yi öne sürüyor, sanki onları da bir “karşı cephe”nin katilleri öldürmüş gibi.

Başta kendisine “sövenler”e hitabını sonda “işbölümü” önerisiyle tamamlıyor. Çünkü bu “doğru” soruları soran, onun için de (nefret ettiği) demokratlık taslayan “aydın”ların linç ettiği, içi iyilik dolu duygusal insan rolünü pek seviyor. Tabii onun ve cephesinin hedef gösterdiği kişiler linç ediliyor veya oraya iyice yaklaşıyorlar, lafta değil, fiilen, fiziksel olarak. O ünlü 301 davalarında olanları unutmadık.

Okey masasının analizini okey masasının yaratıcısından beklemiyoruz. Bu ceplenin elbirliği, ağız birliğiyle yarattığı bitmez tükenmez Ergenekon kaynaklarının da çok iyi farkındayız.

TARAF