Her sabah Türküm, doğruyum

Oral Çalışlar

12Eylül askeri darbesinin en ağır baskılarının yaşandığı günlerdi. Mamak Askeri Cezaevi’ndeydik. Daha sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da yapacak olan ve dönemin MHP yöneticisi olduğu için tutuklu bulunan Yaşar Okuyan ailesiyle yaptığı görüşten gözleri yaşlı döndü.

“Neden? Başına neler geldi?” diye sorduğumuzda şunları anlattı: “Tel örgülerle çevrili görüş yerine gittiğimizde tel örgünün öte yanında küçük kızım ve eşim duruyorlardı. Bizi götüren çavuş, ‘andımız’ı okumamızı emretti. Yoksa ‘görüşme’ izni verilmeyecekti. Okudum, hançeremi yırtarcasına bağırarak okumamızı istediler. Benim bu halimi gören kızım ağlıyordu. Ona bakınca ben de gözyaşlarımı tutamadım.”

Aynı zorlamanın bizim de başımıza geleceğini anlamıştık. Zaten daha önce de Mamak Cezaevi’nin 1 Nolu bölümünde kalırken, başka bir metin dağıtılmış ve bu metin her sorulduğunda yüksek sesle ve ezbere tekrar etmemiz emredilmişti. O metin ‘Atatürk kimdir?’ sorusuyla başlıyordu.

‘Andımız’ı görüş yerlerinde ne kadar okuduk hatırlamıyorum. Diğer bölümlerde nasıl bir uygulama sürdürüldü onu da bilmiyorum.

***

Diyarbakır’da Mazlum-Der’in her gün sabahları ilkokullarda okutulması mecbur olan ‘Andımız’ başlıklı yemin merasiminin kaldırılmasını isteyen afişlerine ilişkin haberi okuduğumda Mamak’ta başımıza gelenleri hatırlamıştım. Mazlum-Der’in afişleri mahkeme ve savcılık kararı olmadan bilbordlardan kaldırılmıştı. Mazlum-Der yöneticileri afişleri bir haftalığına asmayı üstlenen reklam şirketinin polisin baskısıyla onları kaldırmak zorunda kaldığını açıkladılar.

Ortaya çıkan tablo şu: 1933 yılından bu yana ilkokullarda her sabah okunması mecbur olan ‘Andımız’ın ırkçı/militarist içeriğe sahip olduğu gerekçesiyle kaldırılmasını istemek bile bu ülkede hâlâ mümkün değil.

Bu yasak, ‘andımız’ın sözlerini ve ilk söylendiği günden bu yana geçirdiği değişimleri merak etmeme de yol açtı. Bizim öğrencilik dönemimizdeki ‘andımız’a 12 Mart askeri darbesi döneminde, 26 Ağustos 1972 tarihinde şöyle bir ek yapılmıştı: “Ey bugünümüzü sağlayan Ulu Atatürk, açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene.”

Ekim 1997 yılında ise bu bölüm biraz daha geliştirilmiş ve şu hale getirilmişti: “Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene.”

Bu yazıyı yazmak üzereyken Amerikalı arkadaşımız Sue’dan ABD’de de bir sabah andının olduğunu öğrendim. ABD’li çocukların andı şöyle: “Amerika Birleşik Devletlerinin bayrağına ve bir millet olarak Tanrının gölgesinde ayakta duran, hepimize özgürlük ve adalet sağlayan bölünmez cumhuriyete bağlılığıma söz veririm.”

ABD ‘and’ına ‘Tanrı’nın gölgesinde’ ifadesi, dolara eklenen ‘Tanrıya güveniriz’ deyimi gibi 1954 yılında anti-komünizmin yükseldiği McCarthy döneminin ürünü olarak girmişti.

İki andı karşılaştırdığımız zaman ABD andı’nda bizimkindeki gibi ırkçı bir vurgu olmayışı göze çarpıyor.

***

‘Andımız’ tartışması, olumlu sonuçlar doğurma potansiyeli olan bir tartışma...

Her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı ilk eğitimini aldığı 8 yıl boyunca, hangi etnik kökene sahip olursa olsun, güne ‘Türküm’ diye başlamak zorunda. Sözlerini de ‘varlığım Türk varlığına armağan olsun’ diye bitirmek zorunda. Ama kendisine ‘Türk varlığı nedir’ diye sorulması durumunda net bir cevap vermesi zor.

Ulus-devletin inşası sırasında ve bu amaçla, bugün ‘ırkçı’ sayılabilecek bir dizi ideolojik metin, yemin, ritüel saptanmış ve uygulamaya sokulmuştu. Daha sonra askeri darbeler döneminde bu metinlerdeki vurgular daha da sertleştirildi, ritüeller daha da katılaştırıldı.

İlkokullarda sabahları okutulan ‘Andımız’a ilk tepkinin, ya da açık tepkinin Diyarbakır’dan gelmesinin bir anlamı var. O kentteki insanların anadilleri Kürtçe ve kendilerini ‘Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bir Kürt’ olarak tanımlamayı tercih ediyorlar.

Bu nedenle ‘Türküm’ diye başlayan bir yeminin onlara uzak gelebilmesi bizleri şaşırtmamalı. Bir insanın (hangi milletten olursa olsun) varlığını bir varlığa ‘armağan’ etmesi neden söz konusu olsun ki? Varlığınızı bir varlığa armağan etmeniz, sıradaki parçayı dayınıza armağan etmeniz kadar basit bir işlem değil. Etnik çeşitliliğin olduğu toplumlarda bu armağan etme işlemi daha da sorunlu hale geliyor.

Toplumları, halkları birbirine bağlayan, onların ortak bir ülkede barış içinde ve kardeşlik içinde yaşamasını sağlayan manevi değerlerin önemli oluşu, herkes tarafından kabul edilen bir olgudur.

Bu manevi değerlerin, benzerlikleri, ortaklıkları ön plana çıkararak yeni sentezler yaratabilecek olanlar arasından seçilmesi daha sağlıklı görünüyor.

‘Andımız’ böyle bir sentezi içermekten uzak. Bu tür metinlerin ıslah edilmesi, ne zaman ve nasıl okunacağının yeni baştan düzenlenmesi ve çağımızdaki çok kültürlülük anlayışına uygun bir hale getirilmesi gerekiyor.

RADİKAL