Aynı Biyometrik Hassasiyet Askerliğini Yaparken Öl(dürül)en Erler İçin de Gösterilecek mi?
Üniversitelere kayıtta başörtüsü mağduriyetine son veren düzenlemeler ülke sathında uygulamaya geçirilirken, ODTÜ ve Ankara Üniversitesi'nde yasağı sürdürebilmek için ilginç icatlara imza atılmakta.
Ankara Üniversitesi'nin kayıt esnasında, “başı açık fotoğraf” şartını devam ettirebilmek için bulduğu yeni yöntem "Biyometrik fotoğraf". Üniversite kararını şu sözlerle pekiştiriyor: “ÖSYM’nin istediği fotoğraflar bizi ilgilendirmiyor. Biz biyometrik fotoğraf istiyoruz. Biyometrik fotoğraf başı açık olmak durumundadır”. Ankara Üni'nin bu kararına Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) de destek veriyor ve aynı uygulamayı o da başlatıyor.
Peki bu üniversitelerin rektörlerinin YÖK'ün aldığı yeni karardan haberleri yok mu? Hatırlayalım; YÖK, karara uymayan rektörlerle birlikte üniversite yönetimini de devlet memurları kanunu kapsamında cezalandırılacaklarını açıkladı. Bugün gazetesine de demeç veren üst düzey bir YÖK yetkilisi, "karara uymayan üniversiteler hakkında yasal işlem yapılacağını, düzenlemeye uymayan rektörler hakkında dahi işlem yapılıp görevden el çektirmelerin olabileceğini" ifade etti.
Biyometrik Fotoğraf Ne Demek ve Nerelerde Kullanılıyor?
'Biyometrik' terimi, bireyin ölçülebilir fiziksel ve davranışsal karakteristiklerini tanıyarak kimlik saptamak üzere geliştirilmiş otomatik sistemler için kullanılıyor.
Pasaportlarda daha önce yalnızca yüz ve parmak izi biyometrileri kullanılıyor idi. Şimdilerde Türkiye'de de yeni pasaport başvurularında da biyometrik fotoğraf şartı getirildi. Biyometrik vesikalığın ebatı 35 mm x 45 mm olarak belirlendi.
Biyometrik vesikalık fotoğraflarda saç bitiminden çeneye kadar olan mesafe 32 mm ile 36 mm arasında olmalı imiş. Şablona uygun olarak burun da tam orta çizgide. Yüz fotoğraf üzerinde ortalanmalıymış. Çene ucundan saçların başladığı bölgeye kadar sağ ve sol yüz hatları da tamamen görünür olup yüz kısmının yüksekliği resmin yüzde 70 ila 80'ini kapsamalı imiş.
İlginçtir ki ABD ve Almanya'nın pasaportlarda kullandığı bu sistem, Fransa ve Çek Cumhuriyeti tarafından reddediliyormuş. Son dönemlerde bir değişiklik oldu mu bilmiyorum ama konunun bizi ilgilendiren yönü başka.
CNN Türk'ün konuyu daha önce haberleştirme biçimi dikkatimi çekmişti. Henüz üniversitelerin kayıt dönemleri başlamadan çok evvel CNN biyometrik fotoğraf konusuyla ilgili yaptığı haberde; "Kişinin yüz kısmı saç modeliyle birlikte tamamen görünür olmalıdır" ibaresini de kullanmıştı. Oysa bazı avrupa ülkelerinde bu şartın öne sürülmediğini biliyoruz. Buna propaganda dilinde "önden haber verme" ya da "bilinçaltına şırıngalama" diyorlar. Lügatlerde de böyle mi yazıyor? Hayır, ben uydurdum. 28 Şubat tecrübesi!
Her neyse. Gelelim bizim biyometrik zihinli akademisyenlerimize. Konuya mal bulmuş mağribi gibi atlayan bu zevat, yasağı sürdürmenin gerekçesi olarak şimdilerde bu biyometrik, yani "hassas", yani "karakter belirleyici", yani "her daim tanınıcı" yeniliği getirirken, saçların da illa buna dahil edilmesi gerektiği ictihadında(!) bulunmuşlar. Ne güzel! Demek ki saçlar da karakter tahlilinde önemli bir faktör olma konumunda. Yani hanımefendiler saçlarını kısa da uzun da tutsalar, röfle ya da başka bir türde de yaptırsalar karakter yapıları hakkında ipucu vermekten kurtulamıyorlar. Peki yüz mimikleri, yüz yapısı, yüzdeki hatlar biyometrik ölçümler için her ülkede standart olarak kabul görürken, neden saçlar aynı ölçüme standart olarak dahil edilmiyor o halde? Tabii ki bu soruyu yasağı uygulamakta kararlı üniversite yönetimlerine sormuyoruz. Çünkü onlar cevabı biliyorlar ve cevap onlar için o kadar önemli değil. Bir eğitim öğretim yılı başında ne kadar can yaksalar kârdır. Kendilerini "Son Mohikan", "Son kahraman" olarak görenlerin "Son çırpınışları" bunlar!
Gelelim konuyla bağlantısını halen merak ettiğiniz orduda askerlik görevini yaparken ölen erler meselesine.
Aynı Hassas Ölçümler Er Murat Oktay Can İçin de Geçerli Olacak mı?
Konunun alakası şu somut örnek;
Tunceli'nin Hozat ilçesinde 2009 yılında askerlik görevini yaparken intihar ettiği ileri sürülen Er Murat Oktay Can'ın babası Oktay Can, bir basın toplantısı düzenleyerek oğlunun intihar etmediğini, komutanı tarafından vurulduğunu iddia etti.
Baba Oktay Can ve anne Süsember Can, Mazlum-Der'in düzenlediği basın toplantısında, iki yıl önce oğullarının ölüm haberinin geldiğini, askeri tören yapıldığını, üç gün sonra ise kendilerine "Oğlunuz intihar etti'' denildiğini söyledi.
Oğlunun G3 piyade tüfeği ile intihar ettiğinin iddia edildiğini belirten Can, G3'ün atım anında ve ağırlığı nedeniyle geriye tepme yapan ateşli bir silah olduğunu, intihar durumunda silahın savrulması gerektiğini, oğlunun silahının yere dikey vaziyette elinde bulunduğunu ve bunun mümkün olamayacağına dikkatleri çekiyor ve elbette sorumluların bulunup cezalandırılmasını talep ediyor.
Ancak burada ailenin karşısına bir engel çıkıyor!
Elazığ 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı ile Malatya 2. Ordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi olayla ilgili kovuşturmaya yer olmadığı kararı veriyor.
Anne Süsember Can isyan ediyor ve oğlunun intihar ettiğine inanmadığını belirtiyor. Baba Can da oğlunun ölümüne ilişkin iddialarla ilgili belge ve fotoğrafları gazetecilere veriyor.
Buraya kadar olanlar hiç şaşırtıcı değil. Beklenen seyirde. Ancak Baba Can şunu da ekliyor; "Otopsi, kriminal ve balistik incelemenin sivil kurumlarda yapılması taleplerimiz geri çevrildi!"
İşte meselenin bam teli de burası!
Yok, askeri yargı-sivil yargı, militarizm-sivilleşme tartışmalarına girmeyeceğim. Bunlarla ilgili gelişmeleri yeni anayasa çalışmalarında bekleyip göreceğiz.
Ben bugün "biyometrik hassasiyet" meselesine takmış durumdayım. Üniversiteye alacağın öğrencilere "teröristlerin kaydını kolay tutabilmek amacıyla" ABD ve Almanya'nın geliştirip yaygınlaştırmaya çalıştığı bir yöntemi uygula ama emanetin altındaki bir askerin ölüm sebebinin incelenmesi için ailesinin "otopsi, kriminal ve balistik incelemesinin sivil kurumlarda yapılması" talebini gereksiz görüp reddet!
Eğitim amacıyla başörtüsüyle okula geleni zora koşmak için "hassas tanıma/ölçüm" modeli uydur ama kendi kurumunda ölen bir kişinin ölüm sebebinin öğrenilmesi, gerçeğin olanca çıplaklığıyla ortaya serilebilmesi ve ailesinin mütmain olabilmesi için talep edilen otopsi raporuna gerek yoktur hükmüyle karşılık ver! İşte adalet!
Bu zihniyetin hala tepemizde demokles kılıcı gibi sallandığının misalleridir bunlar...
Baba Oktay Can, iç hukuk yollarının tükenmesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurduklarını bildirdi.
Baba Oktay Can, oğlunun "şehit" ilan edilmesini de talep etmiş...
Ateş düştüğü yeri yakıyor. Yüreği yanan aileye başsağlığı dilerken, şunu da eklemeden edemiyorum;
Kızınızdan "biyometrik fotoğraf" isteyenlerin kızlarınıza biçtiği paye ne ise, oğlunuza bu mezalimi reva görenlerin de (eğer iddianız doğru ise demiyorum, iddianızı ispatlamanızın ve adaletin ortaya çıkabilmesinin hukuksuzca önünü tıkayan kurumsal yapıdan bahsediyorum) size ve oğlunuza da biçtikleri paye aynı!
Bu zihniyet yıllardır, sadece iç hukuk yollarını tüketmekle kalmıyor, aslında kadınıyla erkeğiyle bütün bir toplumu tüketiyor. Bunların "hukuk"unun kestiği parmak, hem acıyor, hem kanıyor, hem de yanan nesilleri işaret ediyor!