Her günümüz bir birine benziyor... Sanki günleri karbon kâğıdıyla çoğaltıyorlar... Ya da bilgisayar çıktısı alıyorlar...
İlk bakışta elinizde binlerce sayfa (gün) oluyor, ne var ki hepsi ötekine benziyor...
Aynı şeyler yazıyor (yaşanıyor).
Bu durumda ha tek sayfa olmuş elinizde, ha yüzlerce sayfa; hiç fark etmiyor.
Her sayfa aynı, her safha aynı: Hayatımızda hiçbir değişiklik yok!
Bir gün çoğaltılmış da çok gün yapılmış gibi...
•
Sabahın alacasında kalk... Duş, tıraş, makyaj sonrasında alelacele giyin...
Kahvaltı niyetine bir şeyler atıştır (çünkü o gün-yani her gün-acelemiz vardır)... Hızla evden çık (evdekilere “allahaısmarladık” demeyi mutlaka unut)... Arabaya bin (ya da durağa koş)... Trafiğe sinirlen... Zikzak yapanlara söylen... Burnundan soluyarak işe gel... Patrona içerle... İşçiye bağır... Bir sürü evrak imzala... Telefonlarla boğuş...
Geciken ödemeler yüzünden sinir küpü ol...
Hak ettiğini almak için debelen dur... İş arkadaşlarına söylen... Akşama kadar cebelleş dur!
Akşam beter bir trafik keşmekeşiyle savaşarak eve dön (evdekilere gülümseyerek selam vermeyi yine unut)... Yemeğini ye... Bir “eline sağlık” bile demeden, kanepeye uzan... Uzaktan kumanda aletini tekeline al... Kanalları zaplamaya, maç filan varsa zıp zıp zıplamaya başla...
“O kanal senin, bu kanal benim” dolaşmaktan ve insanın içini karartan haberlerle programlarda ölesiye yorulduktan sonra git, uyu.
Erkekler böyle de, kadınlar çok mu farklı sanki?
Yataktan kalkar kalkmaz ne pişireceğini düşün...
Buzdolabında kalan nevaleyi tek tek gözden geçir...
Bir taraftan da eşinin bitip tükenmeyen “Çoraplarımı nereye kaldırdın”, “Mavi kravatımı ne yaptın”, “Siyah elbisem neden ütüsüz”, “Mavi pantolonumu sen mi yaktın” (aslında kendisi sigara düşürüp yakmıştır) gibi sorularına cevap yetiştir...
Beyefendinin her sabah acelesi vardır (çünkü zamanında kalkmayı bilmez) ve bu yüzden her sabah sinirlidir ya, havasında gitmeye çalış...
İçinizden “Ben elbiselerinin bekçisi miyim?” şeklinde bir cümle kurmuşken, yutkun; daha beter sinirlendirmemek için sesini zoraki yumuşat, “Hayatım” diye başlayıp biten cümlelerle cevap yetiştir, bir yandan da kahvaltıyı hazırla...
“Eline sağlık” demeyeceğini bile bile akşam ne yemek istediğini sor... Gevelemelerine katlan... “Fark etmez” demesi karşısında (çünkü mutlaka fark edecek ve ne pişirseniz bir kusur bulacaktır) sinirlen, ama belli etme!
“Beyefendi” gider gitmez, dağıttıklarını toparlamaya başla... Her şeyi yerli yerine koy... Tıkış tıkış çekmecelere söylen... Yatakları topla... Evin bir gün içinde nasıl bu kadar kirlendiğini düşün... Neden erkeklerin ev işlerini işten saymadıklarını kavramaya çalış... Yine eline süpürgeyi al... Şöyle bir süpürdükten sonra, toz bezine yapış... Klasik koltukların Ege haritası gibi girintili çıkıntılı oymalarında dolaş... O iş de bitince gözlerin iki gün önce sildiğin halde zamansız yağan yağmurdan benek benek olmuş camlara kaysın: Öfkeyle bak... “Elim değmişken şunları da siliversem mi?” diye sor kendi kendine...
O sırada çocuklar uyansın... Gözlerini ovuştura ovuştura eteğine yapışsınlar... Büyük oğlan okul çantasını ararken, küçük kız mızmızlansın. Tam onu teskin etmeye çalışırken telefon çalsın... Telefon sesine uyanan kaynana, “Yine nereye kayboldu bu gelin?” diye söylene söylene çıksın...
Büyük oğlanla küçük kız yine kavgaya tutuşsunlar... Çıkan gürültüye sinirlenen kaynananın, “Süsleneceğine çocuklarını terbiye et” diye çıkışmasına yutkun. İçinizden “Anne” demek gelmediği halde, “Geliyorum anneciğim” diye seslen. Okula hazırlarken, çocuklara çıkış... Kardeş olduklarını, bu yüzden kavga etmemeleri gerektiğini bininci kez hatırlat... “Ama o başlattı anne” seremonisini kim bilir kaçıncı kez dinle... Kirlileri makineye atmak üzere renklerine göre ayıklarken, “Acaba çarşafları da yıkasam mı?” diye sor kendine. Banyoya girmişken, banyoyu da elden geçir. Tam biraz oturacakken, kaynananın sesine tosla: “Bu tuzlu peyniri yersem ölürüm, tansiyonum var benim, akşamdan peyniri suya bastırmadın mı yoksa?”
Unuttuğun için özür dile... Surat yapmasına katlan...
Yemeği ocağa koy...
Komşu ile iki çift lâfın belini kırarken, beyefendi arasın: “Hanım, akşam misafir var, özel bir şeyler hazırlarsın artık.”
“Verdiğin üç kuruşla mı?..” diye soramadan telefon kapansın. Boşu boşuna kısa bir sevgi sözcüğünü bekle dur.
Böylece akşam olsun... Sonra tekrar sabah... Sonra yine akşam...
Nihayet: “Haydi Abbas vakit tamam!”
“Rahmetli yetmiş beş yaşındaydı” desinler arkandan. Aynı yılı yetmiş beş kez yaşadığınızı nereden bilecekler?
VAKİT