Çoğu kimse gibi bende unutmuştum başlıktaki sloganı uzun bir süredir. Lakin son yıllarda, özellikle Suriye’de kadın ve çocuklar dahil sivillere yapılan katliamlar, kadın ve kızlara yapılan tecavüzler ile Myanmar – Arakan’da yapılan katliamlar vesilesiyle, tekrar hatırlamaya başladım bu sloganı.
Hatırladığım kadarıyla İran devriminin sloganlarından idi bu cümle. Hicri 61. yılın Muharrem ayının 10. aşure gününde peygamberimizin torunu Hüseyin (ra), ailesinden ve ashabından 72 kişinin, zamanın tağutu Yezidin askerlerince aç ve susuz katledilmek suretiyle şehit edildiği yere ve güne ithafen, devrim sürecinde verilen kayıpları yüceltici bir ifade olarak sık kullanılıyordu devrim sürecinde ve bilahare devrim üzerine konuşuldukça.
Devrimin heyecanı sönüp zaafiyetleri ortaya çıkmaya başlayınca, bu sloganda kullanılmaz oldu ve zamanla tamamen unutuldu. Hele İran’ın mezhebi politikaları ve son olarak Suriye kıyamındaki dehşetli bir hayal kırıklığı uyandıran tutumdan sonra zaten kimsenin hatırlayacak ve söyleyecek takati de kalmadı, şia ve iran aşıkları haricinde.
Bin üç yüz küsur yıldır Hüseyin (ra) ve ashabının yasını tutan, her aşure zamanı bu mezalimi ölçüsüz merasimlerle anan bu taifenin günümüz temsilcileri nasıl oldu ise, Suriye kıyamında; Hüseyin (ra) ve ashabı gibi tağuta kıyam edenlerin safında değil de, Yezid gibi mazlum kıyımı yapan Esed çetesinin safında durdular şaşırtıcı(?) bir şekilde. Hatta safında durmakla kalmadılar, Yezid Esed’e asker yazılıp mazlum Suriye halkının kıyımına fiilen iştirak bile ettiler ve etmekteler.
Kerbela katliamı üzerine okuduklarımız ile Suriye’de 40 yıldır ve özellikle son 2 yıllık süreçte yaşananları kıyasladığımızda, Yezidin adamlarının yaptıkları zulüm ve katliamların, Baas - Esed çetesinin yaptıkları yanında devede kulak bile olmadığını söyleyebiliriz rahatlıkla. Üstelik Kerbela’da 72 kişi katledilmişken, Suriye’de her gün asgari bu kadar insan katlediliyor. Sadece katledilmekle kalsalar yine iyi, Kerbela’da yaşanmayan türden en ağır işkenceler ve sistematik tecavüzler işin çabası. Yani kelimenin tam anlamıyla ve dahi fazlasıyla, Suriye’de 40 yıldır ve özellikle son iki yıldır her gün aşure, her yer Kerbela.
Bu gerçeklere rağmen, yüzyıllardır ve halen Kerbela şehitlerine ağlayanların Suriye şehitlerine ağlamaması, aşure gününü dört gözle bekleyenlerin yanı başlarında her gün yaşanmakta olan aşure günlerine kör ve sağır kesilmesi neyle ve nasıl izah edilebilir? Belki, avını yerken biyolojik yapısı nedeniyle gözünden yaşlar boşanan timsahın gözyaşlarına atfen, timsah gözyaşları olarak izah edilebilir.
Derdim Çoktur Hangisine Yanayım
Derdim çoktur hangisine yanayım diye bir türkü sözü var hatırladığım kadarıyla, kişinin başına gelen musibetlerin çokluğu karşısında ne yapacağını şaşırmasını ve yakınmasını ifade ediyor. Maalesef ümmetçe son iki yüz yıldır, ve hele son yüz yıldır hem başlığa konu olan sloganın, hem de bu türkü sözünün ifade ettiği durumu neredeyse istisnasız hemen her gün yaşamaktayız.
Elbette sadece son iki yüz yıldır yaşanmadı bu acılar, Hüseyin (ra)’ın şahadetinden bu güne değin yaşandı sık sık. Lakin hiç biri son iki yüz yıldır yaşananlar kadar acı ve devamlı olmadı bu acıların. Yaşanan acıların arasında soluklanılan zamanlarda, güzel günler ve süreçlerde yaşandı. Son iki yüz yıldır ise, kesintisiz bir acı sarmalı içinde kıvranıp duruyoruz maalesef.
Suriye’de son 50 yıldır yaşananlar ile 1982’de Hama’da yapılan katliam ve zulümlerin ardından, son 2 yıldır yaşanan ve en az 80 bin kişinin hayatına mal olan katliam ve zulümler neredeyse sıradanlaştı ve olağanlaştı. Günlük kayıplar 200’ün altında kalınca normal, 100’ün altına düşünce az sayılır oldu maalesef. Kaç kişinin hapishanelerde sistematik işkence görüp katledildiği, kaç kadının sistematik tecavüze uğradığını kimse bilmiyor bile. Artık sayılar, fotoğraf ve video görüntüleri kanıksanır oldu.
Suriye’deki acılara dayanmaya, sabretmeye çalışırken, Miyanmar – Arakan’da yıllardır devam etmekte olan katliamların tekrarlanmaya başladığını, son günlerde 100’e yakın müslümanın katledilip, 5 cami ve pek çok evin yakıldığını okumaya başladık medyadan. Yakılan ve yıkılan binalar ile sokaklarda yakılan Müslümanlara ait yanmış ceset fotoğraflarına şahit olduk. 20 civarında kızın katledilip yarı çıplak olarak direklere asıldıklarına dair iddialar var basında.
Suriye ve Myanmar, acıların ve zulümlerin en yakın ve en şiddetli olduğu iki yeri ifade ediyor sadece aslında. Lakin hala düşük dozda da olsa yaşanmakta olan zulümler, acılar da devam ediyor tüm acımasızlığıyla. Irak’ta, Bangladeş’te, Hindistan’ın tümü ve özellikle işgal altında tuttuğu Keşmir’de, Afganistan’da, Pakistan’da, Çin işgali ve zulmü altındaki Doğu Türkistan’da, Özbekistan ve diğer Türki devletlerde, Rusya’nın işgal ve zulmü altındaki Kafkasya’da ve burada sayılmayan pek çok yerde.
Hele, Suriye ve Arakan gibi yerlerde yaşanan katliam ve zulümlerin boyutu, İsrail’in işgal altında tuttuğu Filistin’de yaptığı katliam ve zulümleri aratır oldu. Buralarda yaşananlara bakınca, İsrail’in bu zulümleri yapanlara göre adeta zemzemle yıkanmış gibi temiz kaldığını düşünmüyor değiliz zaman zaman.
Bosna’da 1992 – 1995 arası Rusya’nın direkt ve batının dolaylı desteğiyle katledilen 250 bin Müslüman ve binlerce tecavüz zulmünün acıları dinmedi henüz. Bu süreçte sadece müslümanlara değil, gayrimüslim mazlumlara da büyük zulümler yapıldı batının teşvikleriyle batılı işbirlikçiler tarafından. Mesela Fransa’nın teşvik ve himayesi, batının göz yummasıyla Afrika kıtasında bulunan Ruanda’da 1994 yılında 100 gün içinde Hutu’lar tarafından 800 bin civarında Tutsi’nin en canavarca şekillerde katledilmesi bunun en çarpıcı ve bariz misali. Biz müslümanlar, 4.Nisa Suresi 75. ayette buyrulduğu üzere, tüm mazlumlardan sorumluyuz, sadece mazlum Müslümanlardan değil.
İlkel İnsanlar mı! Daha Canavar, Medeni İnsanlar mı?
Çocukluğumda tarihe dair kitaplar okurken, yapılan katliam ve zulümleri okudukça, bunların tarihte kaldığını ve artık tekrarlanmayacağını düşünürdüm (yada öyle düşündürülürdüm). Lakin gün geçtikçe fena halde yanıldığımı (yada yanıltıldığımı) anlamaya başladım. Anlaşılan o ki, 5.Maide Suresi 27’den 31’e kadar olan ayetlerde anlatılan, Adem’in iki oğlundan, suçsuz olan kardeşini (Habil) kıskançlık nedeniyle öldüren oğlu (Kabil) kıssası insanlık tarihinin öncesinden sonrasına kadar bu katliam ve zulümlerin devam edeceğini göstermek içinde aktarılmış bize.
Bu olayları gördükçe, 5.Maide Suresi 32’den 35’e kadar olan ayetlerin (Habil – Kabil kıssasını takip eden ayetler) hikmetini daha iyi anlıyorum. Kim bir insanı haksız yere öldürürse, tüm insanlığı öldürmüş gibi olur, kimde bir insanı kurtarırsa, tüm insanlığı kurtarmış gibi olur diyor ayetler ve bizi hayat kurtarmak için Allah yolunda cihada, zalimler ve katillere karşı durmaya, onları etkisiz kılmak, yola getirmek, olmuyorsa yok etmek için savaşa çağırıyor.
Daha iyi anlıyorum 2.Bakara Suresi 178 ve 179. ayetlerde, kasıtlı öldürmelerde kısasen öldürme karşılığını ve kısasta bizim için hayat olduğunu. Daha iyi anlıyorum 5.Maide Suresi 45. ayette İsrailoğulları için Tevratta niçin cana can, göze göz, dişe diş hükmünün yazılmış olduğunu.
8.Enfal Suresi 73. ayette kafirlerin bazılarının birbirlerinin velisi (himayeci, yol gösterici ve yardımcısı) olduğu bildirildikten sonra, Müslümanların birbirlerinin velisi olmazlarsa, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesad (bozulma ve bozgun) olacağını hatırlatıyor Yüce Allah bizlere.
Her Türlü Zulme Karşı Duralım ki, Hesap Günü Mazeretimiz Olsun
Hatırlatıyor hatırlatmasına da, adeta göz göre göre ihmal ediyoruz mü’minlere olan velayet görevimizi, yeryüzünü fitnenin ve fesadın kaplamasını seyrediyoruz sadece. Oysa Yüce Allah din yalnız Allah’ın oluncaya ve yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar kendi yolunda savaşmamızı emretmemiş miydi bize 2.Bakara Suresi 193 ve 8.Enfal Suresi 39. ayetlerde?
12.Yusuf Suresi 105. ayette Yüce Allah inkarcıların göklerdeki ve yerdeki nice ayetlerin yanında geçip gördükleri halde işlerine gelmediği için görmemiş gibi yüz çevirip geçtiklerini bildiriyor. Biz mü’minler kafirler gibi bu ayetlerden yüz çeviremeyeceğimiz gibi, günümüz iletişim imkanlarının ta gözümüzün içine soktuğu bu katliamlardan da yüz çevirmemeli, bu acı ve zulümlere kör ve sağır kesilmemeli, tüm acıları yüreğimizin derinliğinde hissetmeye çalışmalı, bu acıların dinmesi için elimizin erdiğince gayret etmeliyiz mutlaka. Bu alanda yapacağımız tüm çabaların az yada çok mutlaka etkisi olacağı gibi, hesap günü Rabbimiz huzurunda mazeretimiz olacaktır inşallaah.