"Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar..." (6/51)
Çalınan kapımı açtığımda karşımda iki genç. Temiz giyimli, yirmili yaşlarda ellerinde ne olduğunu önce anlayamadığım birşeylerle bana bakıyorlardı. Daha iyi baktığımda ise 'İncil'i farkettim. Tesbih ve çeşitli broşürler vardı ellerinde. Yumuşak bir ses tonuyla bana bunları hediye etmek istediklerini söylemeleri ve tesbihleri ellerime tutuşturmaları bir olmuştu. Tesbihleri incelemeye başladığımda ise her bir tesbihin üzerinde 'Jesus'un çarmıha gerilmiş figürlerini farkettim. Şaşırmıştım. Bir yandan bizlerdeki tesbihleri düşünerek, dinler arasındaki o ince noktaları hafızamdan hızlı bir şekilde geçirdim diğer yandan da gençlerin fedakarca kapı kapı dolaşıp dinlerini tebliğlerine hayran kaldım.
Aktardığım bu olayı Almanya'da yaşadım. Buna benzer olaylarla çok sık karşılaşmamız olağan burada.
Köşe başlarında, iyi giyinmiş her yaştan ve her ırktan insanları, dinlerini sana anlatmak için bekler görmek de mümkün burada. Sana dinlerini anlatmak için broşörleri ve kitapları bedava verirler. Özellikle 'Yehova Şahitleri' adlı grup bunu çok sık yapmakta, kapı kapı dolaşıp her dilden kitaplarını hediye etmekte. Çünkü düşüncesini açıklama özgürlüğüne sahip birer vatandaş onlar. Bu herkesin 'inanç ve ifade özgürlüğü' hakkını kullanması demek ayrıca.
İnanç ve ifade özgürlüğü, Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde ilan edilen, birçok ülke tarafından da kabul edilen bir haktır.
Çağdaş toplumlarda temel bir hak olarak görülür. Bu özgürlük o kadar geniştir ki, her bireyin düşüncesini, düşündüklerini söyleme/ifade etme ve bunları her türlü yayın organlarıyla (gazete, dergi, kitap vs.) kitlelere ulaştırma hakkını kapsar.
Almanya'da da inanç ve ifade özgürlüğü anayasal güvence altında. Ne yazık ki, pratikte farklı uygulamalarla karşılaşabilmek de mümkün.
Basın özgürlüğü de bu çerçevede kabul edilmiştir. Bu alanda sık sık siyasetçiler ile gazeteciler arasında bir mücadele sahasına dönüştürülebilinen bu durum en son, Almanya'nın eski Cumhurbaşkanı Wulf'un, Bild gazetesine karşı, kendi söylemiyle 'savaş' tehdidi açması, halkın tepkisine yol açmıştı. 'Siyasetin medyaya ayar yapmaya çalışması' olarak tanımlanmış ve Cumhurbaşkanı'nın istifasına kadar olayın farklı boyutlarda cereyan ettiğine şahit olmuştuk.
Ne Almanya'daki siyasetçileri ne de gazetecilerin yaşadığı sıkıntıları anlatma niyetinde değilim. Ama Alman Gazeteciler Birliği’nden Hendrik Zörner'in bu konudaki görüşünü belirtemeden de geçemeyeceğim: "Basın özgürlüğü açısından diğer Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında Almanya orta sıralarda yer alır." diyor Zörner. Basının özgür olduğu ülkeler sıralanırken Almanya'nın ilk otuza dahi girememiş olması ise ayrıca düşündürücüdür.
Müslümanlara yönelik ciddi endişelerin yaşandığı bir ülke Almanya. Basında sık sık ismi terör ile yanyana zikredilen, ötekileştirilen, şüpheyle bakılandır Müslüman deyim yerindeyse...
Hal böyleyken, selefiler adlı bir grup büyük kentlerde ve internette "Lies/Oku" ismiyle bir kampanya başlattı. Almanya'da evlere bedava Kur'an-ı Kerim dağıtma kampanyası beklenen ilgiyi fazlasıyla görmüşe benziyordu.
Selefilerin bu bağış kampanyası çeşitli spekülasyon ve tartışmaları da beraberinde getirdi. 25 Milyon Kur'an-ı Kerimi bedava dağıtanlara ölçüsüz bir şekilde karşı çıkanlar, anayasanın teminatı altında olan 'din hürriyetini' görmezden gelebiliyordu.
Gazeteler ise grubun 'fanatik, sayıları her gün artan, eleştiriye tahammülleri olmayan, saldırgan ve temel insan haklarını tanımayan'lar olarak tanıttı bizlere. Hediye edilen Kur'an'ın içeriğine değil de kimin bu hediyeyi verdiğinin önemine binaen karşı çıkılıyordu bu eyleme kuşkusuz!
Siyasi arenada ise bu konuda farklı görüşler ileri sürülüyordu. Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU), yasaklama yönünde renklerini belirlediler. Koalisyonun ortağı Hür Demokrat Parti (FDP) ise dağıtımın yasaklanması için sebep bulunmadığı yönünde fikir beyan ediyordu.
Olay adeta bir öfke seline dönüştü. Üye sayısını arttırmaya yönelik bir eylem olarak isimlendirenlerin yanısıra, selefilerin ideolojilerine yakınlaşmaların başlayacağı uyarısını yapanlara kadar geniş bir yelpazede mesele konuşuldu. Camilerin sayısının her gün arttığından dem vuranlar bile oldu. Kimse camilerin seçim malzemesi yapılıp, pankartlarda üzeri çizilerek kullanıldığını görmedi ya da görmek istemedi. 'Basın özgürlüğünün engellendiğine' yönelik uyarı mahiyetinde açıklamalar ise çok cılız kaldı.
Hızlı bir şekilde baskının durdurulma çabası kısa sürede sonuç verdi. Zira yayınevi baskılara daha fazla dayanamadı ve baskıyı durdurma kararı aldı.
Konu o kadar ileri boyutlara taşındı ki, Müslümanlarla toplum arasındaki diyaloğun arttırılmasına ve müslümanların topluma uyum sağlamasını hedefleyen Alman İslam Konferansı genel kurul toplantısının ana gündem maddeleri arasına dahi alındı.
"(Ey insanlar) Rabbinizden, size indirilene uyun ve O'ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! " (7/3)
'İslam düşmanlığının dillere pelesenk edildiği' bir dönemde önümüzdeki günler ve aylarda bu ve buna benzer meselelerin konuşulacağı aşikar.
Başka birileri aynı eylemi gerçekleştirdiğinde hoşgörünün gösterilip gösterilmeyeceği sorusu hiç bir şekilde gündeme gelmedi/getirilmedi. Can yakıcı olan ise 'Müslüman(!)'ların var gücüyle bu meselede 'taraf' olarak karşı duruş sergilemeye yeltenmeleri idi. Müslüman kökenli siyasetçiler de grubun hal ve hareketini eleştiriyor, Kur'an-ı Kerim'in mesajının ulaştırılmasının engellendiği gerçeğini gözardı ederek, layıkıyla okunmayacağını ve çöplere atılma tehlikesinin ürkütücü boyutunu düşündüklerini ifade ediyorlardı. Bu konudaki hassasiyetlerini bizlerle kanal kanal dolaşarak paylaşıyorlardı.
Sorunların yumağında esas sorunların dillendirilmediği gerçeğinden önce, sahip çıkılması gereken değerlerimizi yeniden gündeme taşımamız, doğru tanımlamamız, dik duruşumuzdan ödün vermeden gerçeklerimizi haykırarak, Kuran'ın aydınlığıyla insanları buluşturma çabamız var olmalıdır.
"Her kim Allah'ın davetçisine uymazsa bilsin ki, yeryüzünde Allah'ı aciz bırakacak değildir. Onun Allah'tan başka dostları da yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler." (46/32)
Kapımda, kendi ana dilimde bana broşör veren ve ısrarla yeniden görüşmek için çaba sarfeden gençlerin çabasını ve kimsenin engeline takılmadan bunu yapmalarını düşündüm bir daha.
'Her eve bir İncil' adlı bir kampanya başlatılsa, kampanyayı başlatanların kim olduğuna bakılacak mıydı acaba? Aynı muamele ile karşılaşacaklarına ihtimal bile veremiyorum.
Ne gariptir ki; halkı müslüman olan ülkelerde İncil'lerin bedava (posta yoluyla) ulaştırıldığını biliyoruz. Hem de hiç bir engelle karşılaşmadan...
Herkese aynı muamelenin yapılacağı bir dünya hayali kurdum ve dilimden: "Siz yeryüzünde (O'nu) aciz bırakamazsınız..." (42/31) ayeti döküldü.