Her enkazdan sağ çıkan İslamofobi

İsmihan Şimşek bazı kesimlerinde afeti bahane ederek icra ettikleri İslam düşmanlığına dikkat çekiyor.

İsmihan Şimşek / Düşünce Günlüğü

Her enkazdan sağ çıkan İslamofobi

Ülkemizde yaşanan her olay kimi insanların kalbinin kirini ortalığa saçması için elverişli bir ortam sunuyor. Toplumsal olayların bir turnusol görevi görmesi, her durumda linçlenecek bir kişi ya da kurumun bulunması, bitmek tükenmek bilmeyen bir nefretin sürekli canlı tutulması tetikte bekleyen bu insanların tutunacakları tek şey belki de…

Başkalarının ne yaptığına odaklanmaktan kendine dönüp bakmayan bu empati yoksunu insanlar, suni korkuların ve kaos ortamının oluşturulmasını kendi zaaf ve eksikliklerinin ortaya çıkmaması için sürekli sürdürmeye çalışıyorlar. Sosyal medya ile bunu artık daha etkin ve kolektif bir biçimde yapabilmeleri “suni” korkuların “sanal” bir platformda yayılma hızının amaçlarına hizmet etmesinden kaynaklanıyor.

ACIDAN NEMALANMAYA ÇALIŞANLAR

Bu suni korkularla fobi oluşturanlar ülkenin karın ağrısı olarak hep vardılar, görünen o ki hep de var olacaklar. Deprem gibi büyük bir felaket ve acıdan bile nemalanmaya çalışan bu güruh, kederimizin bizi birleştirmesine, birbirimize dayanıp sarılmamıza bile tahammül edemiyor. Suni fobilerden biri olarak bulduğu her aralıktan çıkan İslamofobi, Türkiye’de Tanzimat’tan bugüne doğrudan İslam’ı karşısına alamadığı için Türk İslam’ı diye yeni bir kavram oluşturdu. Çerçevesini çizdikleri ve toplumsal hayata müdahale etmeyen İslam’ın dışında kalan dine de Arap İslam’ı diyerek aşağılamaya, yobazlık, gericilik, medeniyet düşmanlığı gibi klişelerle yaftalamaya, bir asırdır din adına yapılan tüm talepleri de dinin suiistimal edilmesi olarak tanımlamaya devam ettiler. 19. yüzyılın sonlarına doğru Batı’nın mutlak hâkimiyetiyle birlikte Türkiye ve onun gibi ülkeler sahip olduklarıyla değil, eksikleriyle kendilerini tanımladılar. Bu ülkeler Batı’nın gelişmesine alternatifler sunmak, ilim ve bilim üretmek yerine, genellikle Batı’nın gerisinde kaldıkları mesafeye göre konumlandılar. 

ENGİN DİNİ BİLGİLERİNİ PAYLAŞTILAR!

6 Şubat depremi sonrasında da gördük ki bu kompleks hiç azalmadan ve düşmanlıkları perçinleyerek devam ediyor. Depremde enkazdan kurtarılanlar olduğunda kurtarma ekiplerinin tekbir getirmesine sanki yeni bir şeymiş gibi “Bu da nereden çıktı, enkazdan çıkanlar Allahu Ekber denmesinden korkar, yeni bir travma yaşatıyorsunuz” diyerek tepki gösterdiler. Daha sonra engin dini bilgileriyle tekbirin hangi durumlarda getirileceğine dair açıklamalarda bulundular. Deprem bölgesine gönderilen mobil mescit için “Onca ihtiyaç varken bu çok mu lazımdı?” diye saldıranlar ibadetin en az diğer ihtiyaçlar kadar elzem olduğunu anlayamadıkları gibi mobil mescidin barınma ihtiyacı için kullanılabileceğini de akıl edemediler. Enkaz altından çıkarken başörtüsü talep eden kadının hassasiyeti için böyle bir durumda dahi başörtüsü takmayı düşündüren bir din olur mu diye isyan ettiler fakat kısmen yıkılmış, ağır hasarlı binaya girip Atatürk levhasını duvardan alan adama methiyeler düzdüler. 

Influencer ya da Youtuber olamadıkları için yaptıkları görülmeyen imamlar hakkında, “Papazlar afetlerde ön safta çalışır, imamlar ve sarıklılar nerede, tarikatlar neden deprem çalışmalarında yok?” diyerek yapılan onca yardımı ve hizmeti hiçe saydılar. Bira firmalarının giyim yardımlarının üzerinde logo olduğu gerekçesiyle AFAD tarafından kabul edilmediği yalanını yaydılar. Bu da yetmedi depremin faturasını “coğrafya dersini kaldırıp din dersi koyarsanız olacağı budur” diyerek din derslerine çıkardılar. Üstelik coğrafya dersinin kaldırıldığı falan da yoktu…

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın deprem bölgesini ziyareti sırasında yanında oturan iki sakallı adam, bazı siyasetçiler ve sosyal medya fenomenleri tarafından tepkiyle karşılandı. Akar’ın yanındaki kişilerin tarikatlarla bağlantılı olduğunun ima edildiği paylaşımlarda, Milli Savunma Bakanı’nın böyle kişilerle yan yana bulunmasının uygun olmadığı mesajı verildi. Saldırıya konu olan kişilerin Hatay Samandağ Alevi dedeleri olduğu ortaya çıkınca da sosyal medya paylaşımlarını silmek zorunda kaldılar.

DEĞİŞMEYEN HEDEF TAHTASI: DİYANET

Depremde kimsesiz kalan çocukların İHH’ya ve tarikat evlerine teslim edildiği iddiası ise yaşanan akıl tutulmasının ve İslamofobi’nin geldiği noktayı bir kez daha gösterdi. Beykoz Çavuşbaşı Mahallesi’ndeki sitede alıkonuldukları söylenen çocukların, anneleri ile birlikte olduğu, İHH ile ilgisi olmayan bir yardımsever tarafından kendilerine barınma imkanı sağlandığı ortaya çıktı.

İslam düşmanlığı için her fırsatı değerlendiren İslamofobiklerin sürekli hedef tahtası olan Diyanet İşleri Başkanlığı bu süreçte de tabii ki es geçilmedi. Önce Türkiye Diyanet Vakfı’nın deprem nedeniyle bağış kabul etmesini topa tuttular. Vakfın afetlerde ne gibi görevler üstlendiğine ve yaptıkları yardımlara dair en ufak bir fikirleri yoktu. Saldırmaları için Diyanet isminin geçmesi yeterliydi. Bağış meselesinden sonra evlatlık edinme fetvasını da anlamak istedikleri gibi anlayarak yeni bir linç başlattılar. Hukuk nedir, böyle bir fetvaya neden gerek duyulur, neseb nedir bilmeden… Bu sınırların uzun vadede aslında ensest ilişki ihtimalini tamamen ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu anlamadan…

DEZENFORMASYON YAYARAK GENÇLERİ ETKİLİYORLAR

İslam’a dair bilgisizlik, sosyal medyada yayılan bu tür dezenformasyon içeriklerinin geniş kitleleri özellikle de gençleri etkilemesine neden oluyor. Mensup olduğu dine karşı en ufak bir merakı, araştırması, bilgisi olmayanlar yayılan bu yalan yanlış bilgilerle dine karşı cephe alıyor. Dindarlar ise başta İslam’a mâl edilmiş hurafeler olmak üzere bütün bu olumsuz durumların Müslümanlıkla ilişkisi olmadığını açıklamaya ya da sessiz kalmaya çalışıyor ve her zaman bir suçlanma/savunma pozisyonunda kalmaya mecbur ediliyor. 

Aslında meselenin en temel sorunu kendini Müslüman olarak tanımlayan kitlelerin ilgisizliği, bilgisizliği ve nihayetinde içine düşülen tuhaf durumdur. 2017 yılında Mak Danışmanlık tarafından 5.400 kişiyle yapılan Türkiye’de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı araştırmasına göre Kur’an-ı Kerim’in vahiy yoluyla geldiğine inananların oranı yüzde 76 iken, evinde düzenli olarak Kur’an okuduğunu belirtenlerin oranı yüzde 25... Kur’an’ın Türkçe mealini okuyanların oranı ise yüzde 17, arada sırada vakit namazlarını camide kıldığını belirtenlerin oranı da yüzde 13…  Böyle bir sonuç, sosyal medyada okuduğu dinle ilgili her içeriğe inanma eğilimi gösteren kişiler ortaya çıkararak yanlış bilgilerin yayılımına ciddi bir etki oluşturacaktır.

Tefrikanın yaygınlaşması; inanan inanmayan zıtlaşmasından da öte inanan insanların bile kendi aralarında çekişerek farklı din ve inanç sistemleri belirlemesi ve bunu dikte etmesi toplumsal ayrışmayı körüklüyor. Kurumların zayıflaması, bu ayrışmayı daha da içinden çıkılamaz hale getirecektir. Başta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurumsal itibarından taviz verilmemesi, İslamofobiklerin suiistimallerinin önüne geçebilmek için fetva vb. açıklamaların net ve anlaşılır bir biçimde revize edilmesi son derece önem arz ediyor.

Yorum Analiz Haberleri

Gerçek bir lider, ‘övgü, yergi ve tehdit'lerle aslî hedefinden sapmaz!
CHP'nin ideolojik körlüğü Suriye meselesinde ayyuka çıktı!
“Suriyelilerin genelinde zalim bir diktatörü devirmenin onuru var”
Suriye'de yaşananları insani pencereden değerlendirebilmek...
Ezher'in tarihinden neler öğrenebiliriz?