Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
Bu din, sadece camilerin dini değil, hayatın dinidir
İslam “dinlerden bir din” değildir. İslam, hayatın uzağında veya dışında birtakım dar alan alışkanlıklarıyla veya merasimleriyle yaşanabilecek bir din değildir. Hayatın bütün zamanlara ve mekânlara şamil hakikatidir. Dünyanın sancısı, İslam’a, Kur’an’a yaklaşma ihtiyacının sancısıdır.
Bir değerin ihyası, değersizin üzerinden yapılamaz. İyi olduğuna hükmettiğimiz bütün işlerde temel prensip şudur: Allah için yapılacak bir işin makbul olmasının ilk şartı, o işi Allah’ın istediği gibi yapmış olmaktır. Bu kural İslam adına yapılan hizmetler için de geçerlidir. İnsanlar arasında iyi görülüyor olması bir işe İslamilik kazandırmaz.
Şeriat’ı olan bir Peygamberi hakem tayin edemiyoruz. Hayata müdahale eden bir din bizi rahatsız ediyor. ‘Vahyin Kutsalı’ yerine kendi kutsalını tercih eden bir yapı ile karşı karşıyayız bugün. Dünyevîleşme tehlikesine dikkat çekip, ‘Dine hizmet edenler’in lüks, israf, konfor içinde yaşayışları, servet üzerine servet yığmaları doğal hale geldi. Normal yiyip içmelerin, gezmelerin, tatile gitmelerin bile mükemmel sofralarda, lüks otellerde, ‘tatilya’larda, merasimlerle yapılır hale getirildi. Bununla da yetinilmedi, başkalarını da tahrik, teşvik, özenti içine sokarak, ‘sade hayat’ unutuldu/unutturuldu.
İslâm, hayat tarzımızdır. İslâm, canlı-cansız her varlık için bir rahmettir. Şu ayetle: “Ey iman edenler! Hepiniz toptan barış ve güven dini İslâm’a girin! Şeytanın adımlarını izlemeyin!” amel edilmesi şarttır. Yani, hepiniz İslâm atmosferine girin; İslâm inancını ve ahlakını yaşayın. Bu sayede siz, aileniz, toplumunuz ve bütün insanlık barış ve huzura kavuşmuş olur. Son dönem yaşanan olayları tahlil ettiğimizde hâlâ hürriyeti kullanırken ‘kendi mukaddeslerimizi tahrip edip etmediklerinin muhasebesini bile yapmaktan âciz hale getirilen, dünyayı ve dünyalığı putlaştıran, bu anlayışın devam ettiğini görüyoruz. İslam’ın ruhu olan cemaat idraki aşağılara çekilmiştir. Akılcılık öne çıkmış, iman sahibi insanlar bile âyet ve hadislere karşı cüretkârane bir dille ‘bana göre’ diyerek karşılık verebilmişlerdir. Bu din, sadece camilerin dini değil, hayatın dinidir. İçimize sızan liberalizm ve onun yavruları olan bencillik, ‘ben’ eksenli hayat anlayışı, putlaşan dünya nimetleri, zevklerin ilahlaştırılması, insanımızı inandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan bir yapıya götürmüştür.
Dinimize, Kitabımıza hizmet eden ‘hizmet ehli teşkilatlar, cemaatler, müesseseler’ sınırlarının ve sorumluluklarının gereğini yerine getirmelidir. Kur’an ve sünnet; Müslümanların rehberi olmalıdır. Cemaatler gaye değil, vasıtadır, vesiledir. Cemaatleri, farklı Müslümanlar da birbirlerinin iman kardeşi oldukları unutulmamalı. Eğer bir cemaat kendi dışındakileri kabullenemeyecek kadar kapalı ise onun cemaat olarak mecazen bile adlandırılması doğru olmaz. İslam’ın, Allah Teâlâ’nın murat ettiği gibi yaşanması ancak cemaat hâlinde mümkün olduğu için cemaat, mecburi ihtiyaçları ve hizmetleri temin edeceğinden lazımdır. Müslümanların, yaşadıkları asrın şartlarına göre önlerine çıkan alanlarda cihad etmeleri de şarttır. İslam, Kur’an ve Sünnet eksenli olarak anlatılıp konuşulmalıdır. İslam’ın uygulanan ve beğenilen şekli olarak da ashabı kiram ‘üsveyi hasene’ (en güzel örnek) olarak gösterilip tanıtılmalıdır. Yazımı kuyucu kardeşlerimizden, işletme ve analiz, istatistik, değerlendirme gibi konularda eğitim almış değerli, Fehmi Yıldırım Bey’in gönderdiği mesajıyla bitireyim.
“Allah razı olsun. Ramazan ayı içerisinde birbirinden değerli yazılara imza attınız.
İfade ettiğiniz sıkıntıları bilmeyen alim neredeyse yok gibidir. Lakin bir türlü aşılamaması, her geçen gün iyiye değil kötüye gitmesi, şöyle bir soruyu akla getiriyor.
Müslüman alimler, rehberler, yol gösterenler nerede hata yapıyor? Biz İslam’ı düzensiz düzen olan Kapitalizm’in içinde mi yaşamaya, yaşatmaya çalışıyoruz. Kapitalizmin dışına çıkmadan meseleleri çözebilir miyiz? Son 400 yıl Kapitalizm zalimce sistemleşirken, Müslümanlar dünyada olup biteni tam anlamı ile idrak edemiyordu. Alimler daha çok kendini, ekibini korumaya yönelik tutum ve davranışlar içindeydi. Hâlbuki teknolojinin süratle gelişmesi, kapitalizmi akıl almaz büyütüyor, dünyevileşme, her geçen zaman eskisinden daha fazla hale geliyordu. Osmanlı, ıslahat dedi, tanzimat dedi ama hiçbir zaman meseleyi kökünden çözecek bir istikamet ortaya koyamadı. Günümüz dünyasına sürekli kapitalizme yenilerek geldik. En sonunda tüm İslam coğrafyası kapitalizmin yörüngesinde hareket eder hale geldi. Zalimler İslam coğrafyasını çeşitli tekniklerle kendi kalıbının dışına çıkarmayı başardılar. Kapitalizmin aleni düşmanı komünizm gibi görünürken, hakiki düşmanı İslam’dır. Biliyorlar ki, İslam yöneticileri doğru adım atmaya başlarlarsa, kapitalizm sadece İslam dünyasında değil, tüm dünyada yıkılır. Şeytanın başını çektiği, akıl hocalığı yaptığı, faizin had safhada uygulandığı, para ile para kazanma sisteminin içinde yer aldığı, zengine daha fazla, fakire daha az veren sistem olan kapitalizm huzursuzluğun ana kaynağıdır. Kapitalizmin dışına çıkmak öyle kolay bir hadise de değildir. Yönetici, yön veren kişidir. Lakin İslam topraklarında yönetici yön verebilecek konumda değildir. Öyle bir kapitalist dünyada yaşar hale geldik ki; bir tanıdığımız kişinin cenazesine katılıyor, dünya hayatının geçiciliğini idrak ediyor lakin cenaze definden çıkar çıkmaz aynı dünyanın meşgalesine, kapitalist şartlara uyarak devam ediyoruz. Daha önceleri de ifade etmiştim.
İstikametsiz istikamete doğru yol alıyoruz. Siz çok güzel iş yapıyorsunuz. Sabırla istikamet yazılarını ortaya koymak, hiçbir şey yapmamaktan iyidir. Yön verici noktada hareket edecek olan âlim ve bilge Müslümanlar, kurtuluş yolunun tamamını çözemese dahi, parçaları üzerinde çalışmalı, ortaya bir şeyler koymalıdır. Demek ki, taşlar yerine oturmadan Kapitalizm yıkılmayacak. Kapitalizm yıkılmadan İslam coğrafyası kendi kimliğine kavuşamayacak. Bir taşı da biz yerine koyalım ki, vakit yakınlaşsın.”