Ahmet Yusuf Özdemir / Perspektif
İsmail Haniye: Filistin için bir umut ihtimalinin ardından…
İsmail Haniye bir devrin sembol ismiydi. 1962 yılında dünyaya geldiğinde Gazze o tarihlerde henüz Mısır idaresi altındaydı. 7 Ekim’den itibaren defaatle bombalanan ve Batılı ülkelerin yardımları kestiği Filistin’deki Birleşmiş Milletler okullarında ilk eğitim hayatını tamamlayacaktı. Ardından üniversite hayatına yine yakın zamanda İsrail bombardımanında yerle bir edilen Gazze İslam Üniversitesi’nde devam edecekti. İsmail Haniye’nin hayatının en veciz özetlerinden birisi, belki de kendisini Gazze ile özdeşleştiren bir kimliğe sahip olmasıydı.
Üniversite yıllarında İslami hareketin Gazze’deki önemli oluşumlarından Müslüman Kardeşler içerisinde önemli noktalara gelecek ve Hamas’ın kurucu lider kadrosuyla bu tarihlerde tanışacaktı. 1987 yılında İsrail işgaline karşı tabandan gelen bağımsız bir hareket olan İntifada döneminde, 25 yaşında artık siyasi bir aktivist olarak İsrail karşıtı eylemlere katıldı, aynı tarihlerde kısa süreli de olsa tutuklandı.
1992 yılında İsrail, Hamas ve diğer İslamcı grup üyelerinden 400 kişiyi Güney Lübnan’a sürgüne gönderdiğinde, bu kişilerin arasında Haniye de vardı. Güney Lübnan tecrübesi Hamas’ın küreselleşmesi açısından bir dönüm noktasıydı. Bu sürgünü daha sonrasında Ürdün, Suriye, Türkiye ve Katar takip edecekti. Ancak İsmail Haniye İsrail’in bütün baskılarına rağmen Gazze’den kopmamayı başardı. Hamas’ın, 2006 yılındaki seçimlerden zaferle çıkıp Gazze’de iktidar olmasından itibaren grubun bölgedeki liderliğini sürdürmesi hareket içerisindeki önemini gösteriyor.
İsmail Haniye, Oslo Barış Anlaşmaları sonrası kurulan Filistin yönetimine karşı bir alternatif ihtimali olarak Gazze ve Filistin’de popülaritesini sağlamlaştırmayı başardı. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, Gazze’de hükümeti yönettiği süreçte bölgedeki kadim Hristiyan toplumu ile de sıkı ilişkiler içerisinde olmayı sürdürmüş olmasıydı. 2006 yılında Lübnan’ın işgali ve İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına karşı kilise üyeleriyle birlikte protestolar düzenleyecek, bunu takip eden yıllarda da yakın irtibatlarını koruyacaklardı.
7 Ekim’in ardından Gazze ve Batı Şeria’da “Filistin Politika ve Anket Araştırmaları Merkezi” tarafından yapılan çalışma, İsmail Haniye’nin güncel Filistin siyasetinde ve soykırım sona erip yeni bir barış masası kurulduğunda oynayacağı rolü gözler önüne seriyor. 22 Kasım ve 2 Aralık 2023 tarihinde yapılan araştırmanın sonuçları şu şekilde özetleniyor:
“Bugün yeni bir başkanlık seçimi yapılsa ve sadece iki aday, Mahmud Abbas ve İsmail Haniye katılsa, seçmen katılımı sadece yüzde 53 olurdu ve Abbas oyların yüzde 16’sını, Haniye ise yüzde 78’ini alırdı (üç ay önce oranlar, Haniye için yüzde 58 ve Abbas için yüzde 37’ydi). Gazze Şeridi’nde Abbas’ın oyu yüzde 24, Haniye’nin yüzde 71 iken, Batı Şeria’da Abbas yüzde 10 ve Haniye yüzde 82 alıyor.”
“Başkanlık yarışı Marwan Barghouti, Abbas ve Haniye arasında olursa katılım yüzde 71’e yükselir ve Barghouti yüzde 47, Haniye yüzde 43 ve Abbas yüzde 7 alır. Üç ay önce Barghouti’ye destek yüzde 49, Haniye’ye yüzde 36 ve Abbas’a yüzde13’tü.”
“Cumhurbaşkanlığı yarışı Barghouti ve Haniye arasında olursa katılım yüzde 69’a yükselir ve Barghouti yüzde 51, Haniye ise yüzde 45 alır. Üç ay önce Barghouti’ye destek yüzde 60, Haniye’ye ye ise yüzde 37 idi.”
Dolayısıyla İsrail’in gözünden İsmail Haniye’nin sunduğu tehdit, yeni bir barış masası kurulduğunda tabanın Haniye’ye göstereceği destekti. Yeni bir düzenin umudunu hedef alıyordu aslında İsrail, Haniye’yi “ortadan kaldırarak”.
Muhalifleri parçalamak için politik suikastlar
Suikastlar genelde yasa dışı, şiddet kullanan devlet dışı aktörlerle ilişkilendirilir. Ancak günümüz dünyasında devletlerin suikastı içselleştirmeye, profesyonelleştirmeye ve teknikleştirmeye başladığını da görüyoruz, özellikle söz konusu ABD ve İsrail olduğunda.
Elbette, “suikast” kelimesini “hedefli öldürme” ile değiştirirseniz, kulağa cerrahi veya meşru bir eylem gibi gelebilir, ancak sonuç aynıdır, düşmanları “ortadan kaldırmak.” İsrail, özellikle Filistinli muhaliflere karşı mücadelesinde bu uygulamanın en belirgin örneğidir ve tehdit sınır tanımamaktadır.
İstihbarat ve güvenlik çevrelerinde, şiddet yanlısı devlet dışı bir grubun liderini hedef alarak onu tasfiye etmenin iyi bir strateji olup olmadığı uzun süredir tartışılıyor. Bu konuda hâlâ somut bir cevap yok. Yine de İsrail’in bu suikast politikasını benimsemesindeki genel zihniyetin, hedef aldığı hareketi sekteye uğratmak, içeriden değişime zorlamak ve üstünlüğün kendilerinde olduğu mesajını vererek İsrail vatandaşlarının yaygın desteğini kazanmak olduğu söylenebilir. İsrail’in “hedef gözeterek öldürme” stratejisi, 2007’de Gazze’nin ablukaya alınmasından bu yana görüldüğü gibi, günlük işgal uygulamalarına ve zaman zaman askeri saldırılara ek olarak işletiliyor.
Mevcut dinamikleri anlamak için Steven Spielberg’ün 2005 yapımı Münih filminde beyazperdeye yansıdığı gibi 1970’lerin ortalarından başlayabiliriz. Ve bu belki de pek çoğumuzun ‘dile getirirsek gerçekleşir’ şeklindeki korkusundan bahsetmekten çekindikleri bir konu. İsrail Avrupa şehirlerinde de Filistin direniş üyelerini öldürmeye cesaret edebilecek mi?
İsrail grup içi tartışmayı körüklemek için iki numarasını hedef aldığı bir saldırıyı daha önce Filistin Kurtuluş Örgütü’ne yöneltecekti. 1988 yılında Tunus’un başkentinde FKÖ’nün iki numaralı ismi Ebu Cihad’ı öldürülmesi önemli bir kırılmaydı. Bu tarih, daha sonra Birinci İntifada olarak anılacak, İsrail işgaline karşı Filistin sokaklarında tabandan gelen, lidersiz bir ayaklanmanın yaşandığı zamanlara denk geliyordu. Ebu Cihad’ın öldürülmesi İntifada atmosferiyle birleşince insanlar şiddetin artmasını bekleyebilirdi. Aksine, sadece beş yıl sonra, 1993 yılında, FKÖ lideri Yaser Arafat’ın Beyaz Saray’da ABD Başkanı Bill Clinton’ın huzurunda Yitzhak Rabin ile el sıkıştığını görmek herkesi şaşırttı.
İsrail suikast için asıl hedefini buldu: Oslo Anlaşmalarına açıkça karşı çıkan siyasi hareketler. Filistin’deki İslami direniş hareketleri ve özellikle de bunları temsil eden iki ana örgüt olan Hamas ve İslami Cihad bunların başlıca örnekleriydi. Ancak Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) gibi Arafat’ın sadık Marksist-Leninist seküler eleştirmenleri de İsrail’in hedefleri arasındaydı. Fathi Şikaki (İslami Cihad), Yahya Ayyaş (Kassam Tugayları), Ahmed Yassin (Hamas), Abdel Aziz al-Rantisi (Hamas), Mustafa Ali Zabri (FHKC) gibi üst düzey liderler İsrail tarafından öldürüldü. İsmail Haniye de bu listedeki isimlerin birçoğuyla arkadaştı ve öldürülmelerine bizzat tanık oldu. Yıllar sonra İsrail ilk defa bu terör politikasını yeniden gündeme aldığında, bu sefer Haniye hedef olacaktı.
Bundan Sonra Ne Olacak?
75 yıllık direnişinin tarihinde Filistin işgalin her türlüsünü yaşadı ve direnişin her şeklini gösterdi. Suikastlar da bunlardan birisiydi. Umut ne zaman yeşerse önemli isimler zorla sahneden çıkarıldı. Örneğin, 2004 yılında Ahmed Yasin ve Abdel Aziz al-Rantisi’nin bir ay arayla öldürülmelerinden kısa bir süre sonra Hamas, Filistin seçimlerine girmeyi kabul etmişti. 7 Ekim’den sonraysa Filistin direniş hareketleri üzerindeki baskı hiç olmadığı kadar yoğun bir şekilde sürüyor. Yeni aktörler, Oslo düzeninden başka bir masa kurulmasına olan ihtiyacı anlamış olacaklar ki Filistinli grupları bir araya getirmenin yollarını arıyorlar ve Çin’in başkenti Pekin’de olduğu gibi başarılı da oluyorlar. Buna rağmen sürecin değişmesinin yaratacağı hoşnutsuzluk, Yaser Arafat, Yitzhak Rabin ve Bill Clinton’ın Beyaz Saray’daki fotoğrafını Filistin’in tek çözümü olmaya zorlamaya gayret ediyor. İsmail Haniye suikastındaki sis perdesi, operasyona ilişkin detaylar halen aydınlığa kavuşturulabilmiş değil. Saldırının İran’ın başkentinde yaşanmış olması, İran’ın bölge politikaları ve Hamas üzerinde etki kurma çabası gibi farklı açılardan değerlendirmelere imkân veriyor. İsrail ise Gazze’de kitlesel sistematik bir soykırıma devam ederken konuyu olabildiğince karmaşıklaştırılmaya çalışıyor ve cepheleri genişletmeye gayret ediyor. Esasında mesele 6 Ekim 2023’te neyse bugün için de o: Filistinlilerin özgür ve bağımsız bir devlet olma hakkı.