HAKSÖZ-HABER
Batman Özgür-Der haftalık seminerlerinde bu hafta Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya’nın sunumuyla “Çözüm Süreci ve Milliyetçi Körleşme” başlığı altında ‘Kürt Sorunu’ ele alındı.
Konuşmasında Kürt sorununun ele alınış biçimlerini irdeleyen Rıdvan Kaya, genelde tarihsel süreç üzerine çok fazla yoğunlaşıldığını ve bugüne ise pek gelinemediğini belirterek, bugün sorunun farklı biçimlerde tezahür ettiği gerçeğinin atlandığının görüldüğünü söyledi.
Yalnızca Kemalist Zulümler Değil, PKK’nin Baskı ve Tahakküm Siyaseti de Gündeme Alınmalı
Bu bağlamda Kemalist zulümleri görmek kadar PKK’nin sistematik bir tarzda yürüttüğü baskı ve tahakküm siyasetinin de görülmesi gerektiğinin altını çizen Rıdvan Kaya şunları kaydetti:
“Bu yüzden Kemalist sistemin on yıllara yayılan ve bir kısmı da geçmişte kalan dayatmalarını zulümleri ayrıntılı ve rahat biçimde tartışılırken Kürt sorunu bağlamında bugün yüz yüze olunan sıkıntıların ana üreticisi ve dağıtıcısı konumuna oturmuş bulunan PKK'nin sistematik bir tarzda yürüttüğü baskı ve tahakküm siyaseti görmezden gelinebiliyor. Bu bağlamda bugün için Kürdistan coğrafyasında yaşanan her kesimden halkın hayatını zorlaştıran, çekilmez kılan politikaların asıl sorumlusunun kim olduğu sorusunun adil biçimde gündemleşmediğinin, gündemleşemediğinin altını çizmek gerekiyor.”
Kürt Sorununun Adil ve Kalıcı Çözümünden Söz Edilebilir mi?
“Hiç kuşkusuz PKK Kürt sorununu doğurmamış bilakis Kürt sorunu PKK’yi ortaya çıkarmıştır.” Diyen Rıdvan Kaya, sorunun çözümü yönünde atılan adımların olumluluk arz ettiği ve halihazırda PKK’nin baskı ve tahakküm siyasetinin sorunun aşılması önünde bir engel oluşturduğunu söyledi. Tüm bunlarla birlikte sorunun nihai kertede çözüldüğünü söylemenin, adil ve kalıcı bir çözüme ulaşıldığını iddia etmenin doğru olmadığını belirten Rıdvan Kaya, şunları kaydetti:
“Kürt sorununun tümüyle sona erdiğinin söylenebilmesi için Kemalist resmi ideolojik dayatmalarının tümüyle sonlandırılmasının bir ön şart olduğu, anayasa'dan başlayarak laik-ulusal kimlik dayatmasının sızdığı-yansıdığı tüm yasal-idari mevzuat ve pratiklerin toptan tasfiye edilmesinin gerekliliği şartsız, şerhsiz kabul edilmelidir.
Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendisini ‘Türk devleti’ vatandaşlarını da ‘Türk vatandaşı’ şeklinde tanımlamaya devam ettiği müddetçe Kürt sorununun adil ve kalıcı bir çözümünden söz etmenin imkan dahilinde olamayacağının altını bir kere daha çizelim.”
Hendekler-Barikatlar Kürt Kimliğinin mi, Örgütsel Hâkimiyet İnşasının mı Araçlarıdır?
Gelinen noktada bambaşka bir zeminin söz konusu olduğunu belirten Rıdvan Kaya, konuyu ajitatif bir tarzda doğrudan Kürt sorununa, Kürt halkının kimliğinin ve haklarının Kemalist resmi ideolojik dayatmalarla inkârına bağlamanın yeterli olmadığını, oluşan yeni zeminde PKK’nin icraatlarının neye-kime hizmet ettiğinin de mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiğini söyledi.
Rıdvan Kaya sözlerini şöyle sürdürdü:
“Halen Kürdistan coğrafyasının belli merkezlerinde yaşanan çatışma olgusunun derin, en derin kökleri Kürt sorununa uzanabilir belki, bu doğaldır. Aynı şekilde yaşanan sıkıntıyla gerilimde asırlık Kürt sorunu arasında belli bağlantılar, irtibatlar da kurulabilir elbette ama mevcut Kürt kimliğinin inkârından çok, örgütsel zeminde inşa edilmeye çalışılan ‘alan hâkimiyeti’ politikasının bir uzantısı olduğu görmezden gelinemez. Bu noktada hendeklerle, barikatlarla tesis edilmeye çalışılanın ‘ne olduğu’ ve ‘neyin kimden korunmak istendiği’ sorularının cevabı net olarak verilmelidir.
Halen birileri ilçeleri savaş alanına çeviren şeyin devletin Kürt düşmanlığı içerikli parti politikaları olduğu, bu politikaların da bahse konu özel harekât polislerinin duvarlara yazdıkları sloganlara doğrudan yansıdığını İddia edebilmektedirler. Oysa Herkes söz konusu ilçelerde yaşanan sıkıntının temelinde Kürt halkı için çok da doğru bulmadığımız ‘özyönetim’ taleplerinin ve bu talepleri sürdürmeye yönelik hendek-barikat siyasetinin yattığını bariz bir şekilde görmektedir.”
Milliyetçi Çılgınlıkla Yüzleşme Mecburiyeti
Kürt sorununa yaklaşımda İslami cenahta öne çıkan zaaflara dikkat çeken Rıdvan Kaya, milliyetçilik virüsünü tam olarak kapmış olmamakla birlikte bundan etkilenen bir yaklaşımın mevcut olduğunu belirtti. Rıdvan Kaya bu bağlamda şu vurgularda bulundu:
“Milliyetçiliğin belirleyiciliğinin, tahakkümünün kendini giderek daha fazla hissettirdiği Kürdistan coğrafyasında geniş kitlelerle diyalog kurabilmek, bilhassa gençleri etkileyebilmek adına ne yazık ki bazı Müslümanlar milliyetçi söylem ve pratiklere yakınlaşmakta ve çareyi burada aramaktalar.
Bu tutum uyuşturucu müptelası olmuş birilerine krizlerini yatıştırmak için biraz daha uyuşturucu vermeye benziyor. Her defasında dozunu biraz daha artırıyorsunuz ama sonuç değişmiyor. Bu şekilde ne muhatabınızın tedavisi mümkün olabilir, ne de sizin zihninizi, kimliğinizi, duruşunuzu muhafaza edebilmeniz.
Bu yol sağlıklı bir yol değildir. Çıkmaz sokaktır. Öncelikle ilkesel açıdan bizi savurma, ölçülerimizi bulandırma, asli Kimliğimizi yitirme riski barındırır. Ayrıca sonuçsuz kalmaya, başarısızlığa da mahkûmdur.
Şunları birbirinden ayırmak gerekiyor; Nasıl ki kadınlar ile ilgili hakların savunulması için Feminist olmamız gerekmiyorsa, Kürt kimliğinin yok sayılması, bu halkın zulme uğraması ve bizim bu halkın haklarını savunmamız için de Kürt milliyetçisi olmamız gerekmiyor. Müslüman olmamız ve sadece bu isimle anılmaya özen göstermemiz akidemiz ile ilgili önemli bir hassasiyettir.”
Rabbimizin Razı Olmayacağı Hiçbir Şeye Razı Değiliz!
Rıdvan Kaya konuşmasını özetle şu vurgularla tamamladı:
“Hiç kimse bir halkı İslam’dan uzaklaştırmaya yönelik bir siyasete hangi gerekçeyle, hangi adla olursa olsun Müslümanların destek vermesini bekleyemez. Zalimlere meyletmenin ateş azabıyla cezalandırılma sonucunu doğuracak bir tuğyan hali olduğunun bilincinde olan Müslümanlar konjonktürel gayelerle, siyasi pozisyon kaygılarıyla, belli çevrelerden yöneltilebilecek tutarsızlık ya da tutum değiştirme suçlamalarına muhatap oluruz endişesiyle asla batıla, harama, yanlışa evet demezler, diyemezler. Cahili asabiye duygularının oluşturduğu kirliliğin her türlüsünden beri olmak zorundayız. Her durumda Kürtlerin de Türklerin de tüm halkların da en temel haklarının vahyin ilkeleriyle belirlenmiş bir ortamda yaşamak ve asli vazifelerinin ise Rablerinin razı olacağı bir hayatı inşa etmek olduğunu hatırlamalı ve hatırlatmalıyız!”
Seminer soru-cevap bölümüyle sona erdi.