Hem yaşarken hem de ölürken ve elbette öldükten sonra bile peşinizi bırakmaz bir incelik vardır. İnce bir çizgi. İnce fakat hayatınıza yön veren belirgin bir çizgi.
Kökleriniz ile bağlarınız arasındaki ince çizgidir bu ve asla peşinizi bırakmaz.
Düz ya da sonradan düzeltilmiş bir çizgi üzerinde bir hayatı yaşamayı önemsemiş iseniz ve bu önemseyiş sizin karşılaştığınız olumluluk ya da olumsuzluklarda, bir ışık ve enerji kaynağı olmayı başarabilmiş bir iradeye dönüşmüşse, hayatınızda çıkmaz sokaklar, nemelazımcılıklar, adamsendecilikler ya hiç olmamıştır ya da olsa bile oradan çıkabilecek bir kulpa sapasağlam tutunmuşsunuz demektir.
Düzlüklerden sıyrılıp, hayatın gerçeklerini fark ettiğinizde ise asıl sorun ve imtihan başlar. Bu fark ediş ilk defa sizi bir çaresizliğe bir bunalıma sokacaktır ama aynı zamanda hemen dibinde bulunduğunuz eşiğe ve o eşiğin mutlaka atlanması gerektiğine de işaret eder.
Yönünü el yordamıyla çizen ve bunu yaparken kafasını kolunu kıranlar iki nokta arasındaki mesafeyi bitmez tükenmez bir çile olarak görürlerse bu mesafe gözlerinde büyür ve adeta baş edilemez bir deve dönüşür. Aklını kurcalamaya başlar, akıl kurcalandı mı ise artık doğal ve fıtri olana dönüş denen başka bir sürecin takip edilmesi öncelik haline gelir ve bu belki diğerinden daha anlamlı bir şeydir.
İşte bu kurcalanmış aklın siz deyin yüz yıl ben diyeyim sekiz yüzyıldır süren mücadelesidir ve aynı zamanda da yorgunluğudur önce kalplerdeki ve hemen ardından tüm eylemlerdeki hedefsizlik.
Asırların biriktirdiği sorunlar yumağını birkaç hamlede çözmeye endeksli toptancı anlayış ile böyle gelmiş böyle giderci arabesk tutum arasında ikisini de dışlamadan, ikisini de ıslahla yükümlü olduğunu bilerek ve kavrayarak kopmayacak bir bağla bağlanmak gerekir “dedikodulara” kulak asmadan.
Nicedir unutturulan değerlerimiz ve buna bağlı olarak nicedir devam eden kalp ağrılarımız. Derinden geldiği ortada olan fakat teşhis ve tedavisinde şaşkınlaşmış bir halde bulunan bir toplum. Öne atılsanız bir dert ve omuzları göçerten bir sorumluluk arkadan seyirci kalsanız bu da size yakışmaz.
Sanki çok bilindik bir hikâyeye bir kompozisyon bir senaryo yazmalısınız ve sonra da üzerine uygun, yerinde ve zamanında karakterler oturtmalısınız.
Yaşarken, yaşamın tam ortasındayken toplumu bağlarından kopartmayı örgütleyenlerin çabalarını görüp bilip siz tam aksine o bağları diriltmek diri tutmak kazanımları adeta bir merdiven gibi basamak basamak elde edip kalıcı hale getirmek için kimsenin kimseye göstermediği özverileri göstermekle yükümlüsünüz.
Üzerinize gelenlerin sosyal siyasal işlevleri ekonomik etkinlik alanları medyatik güçleri uluslar arası tipolojilerinden aldıkları teminatların en başta bir amacı vardır:
Bağlarınızı sağlayan ipleri gevşetmek, kardeşlerinizle aranızdaki yakınlıkları sınıra dönüştürmek sonra bu sınırlarda sırlarla dolu ajancılık oyunlarıyla sizi ebed müddetçi bir akla mecbur ve mahkûm etmek çok bilindik, çok insani düşünce ve davranışlarla aranıza yüksek duvarlar örmek.
Ne kadar da tanıdık bilindik argümanlar(günahlar) değil mi?
Şayet o duvar bir kaderse (ki size öyle olduğunu belletmek isterler) o duvarı yıkabilecek bir “Ademoğlu” çıkmadı, çıkmayacak fikrini aşılamak isterler. Kabul edip kanıksadığınızda artık “bi dakka” bile diyecek bir gücü bulamazsınız tarihe.
Peşinden etrafınızı sarıp sarmalayanların birer ikişer serin gri sulara açılarak uzaklaşıp kıtalar aştıklarını görürsünüz. Sonrasında artık kendilerine bile akıl sır erdirilemeyen yarım yamalak bir kadronun sanki hayatlarının patlayan frenleriyle karşımıza çıktıklarını fark edersin. Toz duman olmaya adaydır artık her yer.
İş işten geçmiş değildir yine de!
Hiçbir şey geçmiş değildir daha doğrusu hiçbir şey için geç değildir ve zararın neresinden dönülürse dönülsün olumludur ve bu olumluluktur seni tekrar bağlarına kavuşturacak olandır.
Kulakları ağır işitse de bir baba evlatlarının haylazlık, serserilik yapmalarına rıza göstermez?
Yavan ve şefkatsiz bir ruh ne kadar arzu ederse etsin hiçbir ilişkiyi diri tutmayı başaramaz.
Nereye atılacağı belli olmayan adımların hissedilebilir zeminlerde atılan adımlardan bir farkı yoktur.
Rotası belli olmayan veyahut rotasını başkalarının belirlediği gemilerimiz olsa ne olur? Kimin hedefine ve limanına yük taşır? Hem de yüreksiz.
Kapısından kovulacağını bildiğin halde ve tarih diye bir nimet arkanda durup dururken köklerin ve bu köklerle irtibatını kuracak bağlarının sana çok uzak olduğunu iddia edenlere itimat etmemek önemlidir. Bu mevsim liberal mevsim ve senden sonra da bu mevsim sürecek diyenlerin yaptığı sihirden başka bir şey değildir.
Tertemiz ve apaçık mesajlarla dolu Kuran’a başvurduğumuzda iki tip insan modelinden bahsedilir Nahl Suresi 75 ve 76.ayetlerde;
Birisi; hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasına bağımlı, efendisine sürekli yük olan, dilinden emin olunmayan, elinden doğru dürüst bir iş gelmeyen, efendisi hangi işi verse eline yüzüne bulaştırıp efendisini mahcup eden;
Diğeri ise; özgürlüğü pazarlık konusu yapmayan, kendisine bahşedilenleri doğru yerlerde, doğru zamanlarda efendisini de gözetecek harcamalarla yapan, doğruluk ve adaleti ilke edinerek işlerini buna göre ayarlayan ve bu şekilde dosdoğru bir yolda yürümeye çalışan ve bilgeliğiyle efendisinin de yüzünü ağartan;
Bu iki insan bu iki toplum/topluluk hiç bir tutulabilir mi?
Toptancı bir dil ile birincisine hayır diğerine evet deyip kafası karışıkların kafasını iyice karıştırmamak lazım.
Bir söylem tutturmuşlar “kutuplaşma” diye. Çok tutan bir kavram bugünlerde. Bunun üzerinden toplumu kutuplaştırıyorsunuz diyerek doğruluğu ve adaleti etkisiz kılacaklar akıllarınca. Ancak şu var ki toplum kutuplaşmıyor tam tersine bütünleşiyor. Hem de tarihten bulabileceğimiz çok çok az örneklikleriyle.
On yıllarca totaliter bir rejimi payidar kılmak için her türlü çirkefliği, cinayeti, yasağı, baskıyı, zorbalığı makul ve mantıklı gösterenler şimdilerde tahkim ettikleri rejimde açılacak gediğin farkındalar da o yüzden çenelerini sonuna kadar açıp avazları çıktığı kadar bağırıyorlar.
Bu ülke artık kafası karışıkların ülkesi olmaktan çıkıyor. Bilgelikleriyle adaletleriyle ve doğuluklarıyla topluma öncülük edecek olanların ülkesi olmaya doğru hızla yol alıyor.
Yeter ki bilgelerin adil ve doğru olanların sesleri kısılmaya çalışılmasın.
Yeter ki bilgeler, adil olanlar ve doğru olanlar da gözlerini, kulaklarını ve gönüllerini ellerinde tuttukları ecnebi meşalelerle topluma yol gösterdiklerini zanneden budaklardan sakınmasınlar.