İran "hedefteki ülke". Ne olup bittiğini soğukkanlılıkla anlayabilmek için resmin bütününe bakmamız lazım.
Çünkü İran konusu, hem bizi yani Türkiye'yi, hem İslam dünyasının geleceğini yakından ilgilendiriyor.
Noam Chomsky, Amerikan istihbaratı ve Pentagon'un hazırladığı rapora dayanarak İran'ın tehdit teşkil eden faaliyetlerinin sanıldığı kadar büyük olmadığını söyler. Şöyle ki:
a) İran'ın askerî harcamaları, kendi bölgesinin diğer ülkeleriyle mukayese edildiğinde daha azdır;
b) Askerî doktrini muhtemel bir işgali yavaşlatarak çözümü zorlayacak şekilde tasarlanmıştır.
c) İran, milli sınırları ötesinde sınırlı bir güce sahiptir;
d) Nükleer program, düşmanlarını caydırıcılık stratejisinin merkezî bir parçasıdır.
Yine de İran saldırıya uğrayabilir. Çünkü Amerika'nın hem Huntington'ın "kimliğin inşaı" çerçevesinde somut bir düşmana ihtiyacı vardır, hem İsrail her ne olursa olsun İran'ı vurulmasını istiyor. Bu yüzden 2004'te İsrailli askerî tarihçi Martin van Creveld, "Dünya, nasıl Irak'ın sebepsiz yere işgal edildiğine tanık olduysa da, İran'ın işgaline de tanık olabilir." demişti.
Washington merkezli Uluslararası Güvenlik ve Bilim Enstitüsü (ISIS), İran'ın 2012 yılında nükleer silah yapmakta başarısız olacağını rapor ediyor. Nükleer uzman David Albright, açıklıkla ABD ve müttefiklerinin aksine, İran'ın nükleer programının endişe edilecek düzeyde olmadığını kaydediyor. İngiliz emekli diplomat Jeremy Greenstock da "İsrail farklı düşünse de İran'ın bölgesel tehdit imajının çok abartıldığını ve İsrail'e yönelik tehdit retoriğine rağmen askerlerini sınırları dışında kullanmaya tevessül edeceğini düşünmediğini" söylüyor. Greenstock'un işaret ettiği başka gerçek şu: "Amerikan güçleri Irak'ta, Katar'da, Afganistan'da. Ayrıca Türkiye ile yakın ilişkiye sahip. Bu şartları göz önüne alan İran, yeni bir dış politika geliştirmeye çalışıyor." İran'a tehdit sadece ABD ve İsrail'den de gelmiyor. Wikileaks belgelerinde Suudi Arabistan'ın, İsrail'in İran'ı vurması için telkin ve tekliflerde bulunduğu bilgileri yer alıyordu.
Merkezi Londra'da bulunan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nün Başkanı Mark Fitzpatrick'e göre, "İran'ın nükleer programı Kuzey Kore ve Pakistan'dan sonra üçüncü sıradaki sorundur, çünkü henüz İran nükleer silaha sahip değil."
Esasında Amerika ve İsrail'in -elbette AB'nin de desteğiyle- İran'a karşı savaşı çoktan başlamış durumda. Sıcak çatışma ve belki arkasından gelecek olan askerî işgalin öncesinde başlayan suikastlar, patlamalar, bilgisayarlara gönderilen virüsler ve psikolojik savaş teknikleri ile medyanın propagandaları savaşın çoktan başladığının göstergesi. Eski Temsilciler Meclisi sözcüsü Newt Gingrinch, geçen yıl kasım ayında CBS Televizyonu'nda "İran'ın nükleer programını durdurmanın bir yolunun İranlı bilim adamlarına yönelik suikastlar düzenlemek olduğunu" söylüyordu.
Kısaca İran, can derdine düşmüş durumda.
Bu durumu yerinde tespit eden Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, uluslararası sistemin İran'a karşı çifte standart bir tutum izlediğini, abartılan İran tehdidinin hiç de inandırıcı olmadığını söylüyor. Fakat elbette çok daha çarpıcı olanı İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'ın şu sözleridir: "Dediklerine göre İsrail'in elinde nükleer silah var. İran'ın yerinde olsaydım ben de nükleer silah sahibi olmak isterdim." Ehud Barak'a göre sorun sadece İran değil, Türkiye dahil çevredeki İslam ülkelerinin nükleer silahlara sahip olmaya ehil olmamalarıdır: "Dünya ABD'nin nükleer bir güç olmasını kaldırabilir. Belli şartlarda Rusya'yı, Çin'i, hatta Hindistan'ın bile nükleer silahlara sahip olmasını kaldırabilir. Ama düşünün; İran nükleer silahlara sahip olursa, Suudilerin de nükleer silah üretmemesi mümkün değildir. Türklerin de nükleer silah üretimine başlamasını önleyemezsiniz. Hatta ileride Mısır hükümeti bile. Bu da çok daha sorumsuz ellerde bir nükleer yarışı başlatacaktır. Bu çok tehlikeli bir şey." (Daha geniş bilgi için bkz. A. Bulaç, "Hedefteki Ülke: İran,- -İslam, Devrim ve Cumhuriyet-", Çıra Yayınları, İstanbul.)
ZAMAN