Alper Görmüş’ün konuyla ilgili Serbestiyet.com’da yayınlanan “AK Parti’lilerin AK Parti’ye Desteği Mutlak mı?” başlıklı yazısını okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.:
Hürriyet gazetesinin Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eşbaşkanlarına ve milletvekillerine yönelik gözaltına alma fırtınasının yaşandığı gecenin sabahında, CNNTürk’te olan biteni yorumluyordu... Zeyrek, aylar önce dokunulmazlıkların kaldırılmasında anlaşan üç partinin, milletvekillerinin tutuklanmamaları, yargılama süreci sonunda ceza ortaya çıkarsa bunun da yasama döneminin sonunda infaz edilmesi hususunda anlaştıklarını hatırlatarak şöyle devam etti (mealen): “Keşke HDP’liler kendiliklerinden gitselerdi ifade vermeye, çünkü nasıl olsa ifadelerden sonra serbest bırakılacaklar...”
Fakat öyle olmadı. HDP’lerin büyük çoğunluğu ifadelerinden sonra tutuklandılar...
İktidarı destekleyen gazeteler ve yazarlar, tıpkı Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyonda olduğu gibi olup biteni tümüyle onaylayan bir tutum sergilediler. Hepsi de sanki asıl mesele oymuş gibi, “Eee, herkes gidiyor, onların ayrıcalığı ne, ifadeye gitmezlerse işte böyle götürülürler” havasındaydı. Aralarında, “Tamam, ifadeye gitmedikleri için zorla götürdünüz, fakat bu tutuklamalar da ne?” diye soran dahi yoktu.
Görebildiğim kadarıyla iktidar kanadından tek itiraz Karabük milletvekili Mehmet Ali Şahin’den geldi: "Haklarındaki iddialar davaya dönüşüp kesinleşene kadar milletvekilleriyle ilgili bir tutuklama kararı verilmemesinin daha doğru olacağı kanaatindeyim."
Böyle, iğneyle kuyu kazmayı göze alırsanız, ileride iktidar siyasetçilerine ve medyasına “amma büyük hatalar yapmışız” dedirteceğine emin olduğum tuhaf tutuklamalarla ilgili bazı itirazlara ulaşabiliyorsunuz. (Cumhuriyet yazarlarına yönelik FETÖ’cülük ve PKK’cılık suçlamalarını ciddi bulmadığını söyleyen, “böyle şey olmaz” diyen eski AK Parti milletvekili Resul Tosun’dan da geçen yazımda söz etmiştim.)
Yine o yazıda, bu türden tek tük itiraz sahiplerinin sayısının gerçekte göründüklerinden de fazla olduğuna inandığımı belirtip, bazı AK Partili siyasetçilerin ve tabandan partililerin “tercihlerini çarpıttıkları”, başka deyişle konuştuklarında kendi gerçek fikirleriyle konuşmadıkları kanaatini taşıdığımı yazmıştım. Nihayet, bir sonraki (bugünkü) yazımda, “tercih çarpıtması” kavramı üzerinden bu kanaatimi açmaya çalışacağımı söylemiştim. Şimdi sıra ona geldi.
‘Tercih çarpıtması’
“Tercih çarpıtması” kavramına ilk olarak 2003-2004 gibi bir tarihte okuduğum Prof. Timur Kuran’ın “Yalanla yaşamak: Tercih Çarpıtmasının Toplumsal Sonuçları” adlı kitabında rastlamıştım. O zamana kadar herkes gibi, bireylerin fikirlerini şu ya da bu nedenle ifade etmekten kaçınması (susması) demek olan “otosansür”den haberdardım ama, bireylerin kendi kanaatlerini otosansürden çok daha problemli bir biçimde bastırması demek olan “tercih çarpıtması”ndan (gerçekte inandığının tam tersine inanıyor gibi yapmak) haberdar değildim.
Timur Kuran’a göre, kişi, algıladığı toplumsal baskı nedeniyle iki tavır içine girebilir: İnandığının tam tersini savunabileceği gibi (tercih çarpıtması), hiç konuşmayıp susmayı da (otosansür) seçebilir.
Kuran, kitabının başında, gittiği bir davette gerçekte evin dekorasyonunu beğenmeyen bir konuğun tam tersi görüşler beyan etmesinden yola çıkarak “tercih çarpıtması” ile “otosansür” arasındaki farkı anlatıyor:
“Dekorasyonu beğenmiyorsunuz, ama ev sahibini kırmamak için önce görüşünüzü dile getiriyor sonra kendinizi bir şey söylemek zorunda hissedip, ‘ince zevkine’ övgüler yağdırıyorsunuz...”
“Açık kamuoyu”, “Saklı kamuoyu”
Tam bu noktada Prof. Kuran’ın kullandığı “açık kamuoyu”, “saklı kamuoyu” kavramlarının da çok işe yarar olduğunu belirtmeliyim... Kuran’ın ABD’den verdiği çarpıcı bir araştırmanın sonuçları, “tercih çarpıtması”ndan kaynaklanan “saklı kamuoyu”nun gerçekliği nasıl perdeleyebileceğini mükemmel bir biçimde gösteriyor:
“Bir dizi araştırma, 1960 ve 1970’li yıllarda beyaz Amerikalıların, beyazların zorunlu ırk ayrımına verdikleri saklı desteği genellikle abarttıklarını ortaya çıkardı. Bir çalışmaya göre beyazların yüzde 18’i ırk ayrımını desteklerken, yüzde 47’si çoğunluğun bu ayrımdan yana olduğunu sanıyordu. (...) Bu araştırmadan çıkan en önemli sonuç şudur: Gerçekte ırk ayrımcılığını isteyen beyazların sayısı az olsa da, beyazların çoğunluğunun bu politikadan yana olduğuna ilişkin yanlış inanç nedeniyle pek çoğu ayrımcılığı destekliyordu.”
Yani: Beyazlar arasındaki gerçek “ırkçı” oranı sadece yüzde 18 iken, diğerleri bu oranı mesela yüzde 60-70 sandıkları için “kamusal alan”da tercihlerini çarpıtıyor, kendilerini “ırkçı yasakların sürmesinden yana” gibi gösteriyor ve böylece statüko, gerçeğe tekabül etmeyen bir enerjiyle varlığını sürdürüyordu...
AK Parti’de tercihini çarpıtanlar?
AK Parti adına konuşan her düzeyden siyasetçiyi ya da medyadaki AK Parti’yi destekleyen yazarları dinlediğinizde varacağınız sonuç şudur: AK Parti’ye yöneltilen otoriterleşme, iktidarın şahsîleşmesi, farklı fikirlerin bastırılması gibi eleştiriler tümüyle yersiz ve haksızdır... Keza, özellikle 15 Temmuz’dan sonra yargı marifetiyle ya da Kanun Hükmünde Kararnameler yoluyla gerçekleştirilen bütün pratikler doğru ve yerindedir... Nihayet, “FETÖ”cü suçlamasıyla yargı önüne çıkarılan ve kamuoyunun bir kesiminin “bu kişiler nasıl FETÖ’cü olur” itirazıyla karşılamasına rağmen tutuklanan gazetecilerle ilgili bütün tasarruflar da doğru ve yerindedir.
Bana gelince: Önceki yazımda da söylediğim gibi, iktidarın kendi kamuoyundan aldığı mutlak desteğin o kadar da “mutlak” olmadığını; görüntüde mutlak destekçi olanların bir bölümünün ya sustuğunu (otosansür) ya da gerçek fikirlerinin tam tersini dillendirdiğini (tercih çarpıtması) düşünüyorum.
Öne sürdüğüm bu hipotezi tabii ki kanıtlayamam; bir araştırma yapmış değilim, birebir temasta olduğum AK Parti’liler de yok... Sadece, yapılıp edilenlerdeki mantık ve adalet problemlerine bakan AK Partililerin hiç değilse bir bölümünün, bunlara sessizce (içlerinden) itiraz etmemeleri bana hiç makul gelmiyor.
Bu kadar kutuplaşmış bir toplumda, iktidar sahiplerinin, “Rakiplerimizi ne kadar baskılarsak baskılayalım, ‘sendelersek düşeriz’ korkusuyla hareket eden destekçilerimiz bizi mazur görür” hesabı yanlış bir hesap değil. Fakat bunun da bir sınırı var. O sınır aşıldığında bazı destekçiler ‘içlerinden’ de olsa söylenmeye başlar, ardından devamı gelir.
Ben o sınırın aşıldığı kanaatindeyim.