Ercan Yıldırım / Star
27 Mayıs’a kadar genel olarak bir aydın hareketi biçiminde devam eden sol-sosyalist hareket Türkiye İşçi Partisi ile Türkiye sathına yayılabilecek, kitlelere ulaşma ihtimali bulunan siyasi parti boyutuna geldi. TİP bir yanıyla Türkiye’nin sosyalist bir dönüşüm geçirebilme imkânını gözetirken aynı zamanda “milli sol” inşa edebilme ihtimalini kolluyordu. Sol kendi tarihine yabancılaştığından, hudayinabit evrenselciliğe tutunduğundan bu tartışmaların uzağına düştü. Bugün HDP için söylenen “Türkiyelileşme” kavramı o gün solun toplumsal taban tutma, millet meşruiyetine dâhil olabilmesine dönük kapıları açmıştı.
Sosyalistler, 27 Mayıs Anayasasının verdiği imkanlar, dünya sisteminin Amerikancı yapısına karşı geliştirilen sistem karşıtı hareketler, II. Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan felsefi, sanatsal akımlara bağlı marjinal ve sivil itaatsiz tavırlar, Soğuk Savaş’ın bir kutbunun ithal edilmesi, Türkiye’de Tek Parti akabinde İslami gelişime bağlı alternatif laik arayışlara bağlı olarak hayli güçlendi. Maoist ve Sovyetik aktarmacılığın yanında bize özgü “devrimcilik”, romantik eylemlilik ile ittihatçılığın birleşmesiyle çok farklı gruplar, akımlar ve fraksiyonlar meydana geldi. Bu oluşumlar aynı zamanda sosyalizmin kendi içinde erimesine ve siyasi denklem dışına çıkmasına neden oldu. Leninist aksiyon, İttihatçı darbecilikle birleşince ortaya Yön Hareketi ile Devrim hattında mücessem hale gelen “orduyu kafalayarak” iktidara gelme anlayışı çıktı.
Millet mensubiyeti
68 romantizmi, sosyalist ihtimali Kemalist yaparken, sol Kemalizm ile Kemalist sol arasında kalan sosyalizm milli ve yerli olma ihtimalini saf dışına iterek, “dağ gerillalığı”ndan, köylü hareketine kadar geniş bir sahada “örgüt imali”ne gitti. İsmet Özel’in tecrübe ettiği gibi “Batılılaşmanın vicdan azabı olan” sosyalizm, daha imkan safhasını geçemeden kendi fişini çekmişti; sosyalizm “tez kızaran güllerden sakın” uyarısına aldırış etmedi. 1960-1980 arası sosyalist hareket aydın bakışından örgütçülüğe kadar çok farklı “radikal kötülük”, “yoldaşını öldürme” deneyimleri yaşadı. Bu süreçte Kürt solu yavaş yavaş kendi kulvarına çekildi, alandaki sosyalistleri temizleyerek muktedir oldu.
1980 sonrasında liberal aşılı sosyalistler, yoğun özeleştiri furyasına girince siyasal olarak merkez sol partilerin içinde zaman zaman SHP-CHP ayrışmasından, HEP deneyiminden PKK tartışması yapmadan medet umdu. 1990’lı yıllarda İslamcılık hareketinin siyasal olarak “kamuya inmesi”yle, sosyalistler 90’ların postmodern, Medine Vesikası, çokkültürlülük tezleri etrafındaki söylemleri vasıtasıyla İslamcı siyasetin bir tarafında yer aldı; Refah Partisi’ne olumlu yaklaştı ama ÖDP rüzgârına kapılmaktan kurtulamadı. 2000’li yıllardan sonra ise AK Parti’yi AB, radikal modernleşme, demokratikleşme ve Kemalist yapıbozum umuduyla destekledi. Sosyalistler hususen Birikim çevresi uzun 90’lar boyunca milli olan her gelişmeye, tavra “linç, şiddet” kavramlarıyla yaklaştı. 2011 sonrasında ise İslamcılarla olan ittifakın dağılmasıyla bu sefer şiddet, linç kavramlarını AK Parti üzerinden İslamcılar için kullanmaya başladı.
Sosyalistlerin, batılılaşmanın vicdan azabını yani “İslam düşmanlığı”nı temsil etmeyi demokrasi, özgürlükler ve çok hukukluluk kavramları üzerinden gerçekleşti. Devlet ve Kemalizmi birleştirerek, aslında sisteme yapılan tazyikler, bir yönüyle milli olan her duruma, geleneksel millet dindarlığından İslam tarihine, Osmanlı varlığından İslami yaşayış biçimine kadar pek çok alana teşmil edildi. Başörtüsü konusunda gösterilen “esnek” tavır, başörtüsünün kamudaki varlığını “insan hakları ve demokratik” haklara oturtan, hızlı modernleşmenin bir unsuru saydığı için destekleyen tutumları İslamcıların sosyalistler ve liberallere karşı hoşgörülü yaklaşmalarını sağladı. 2000’li yıllardan sonra AK Parti’nin demokratikleşme ve AB konusunda aldığı ivedi yol, sosyalist desteğin 2007’ye kadar kesintisiz ve şüphesiz, 2011’e kadar ise muhataralı ve talepkâr mızmızlık boyutunda devam etti. Birikim çevresi sık sık dile getirdikleri gibi “AK Parti’nin bu kadar uzun kalacağını” tahmin edememişlerdi.
Sosyalist hareket-Kürt siyaseti
12 Eylül darbesinden sonra sosyalizmin, solun toplumsal desteği marjinal boyutlara düştü. Kültürel iktidarını entelektüel planda sürdüren sol, siyasal olarak varlığını sürdürebileceği bir mecra bulamadı. 90’lardaki İslamcı desteği, Türkiye’de Müslüman millette mensubiyet geliştirmenin tek yolunun İslam, İslamcılar olduğunu keşfeden sosyalistler, siyasi konum sağlamak için öncelikle İslamcılarla büyük yakınlık içine girdi. 2011 yılı itibariyle Recep Tayyip Erdoğan’ın sol-liberal aydınları tamamen dışlamasıyla, sosyalistler sadece siyaseten değil millet mensubiyeti bağlamında da meşruiyetlerini kaybetti.
Türkiye’yi, milleti kendi kanaatleri ve ideolojik bakışlarıyla okuma, itham etme alışkanlıklarını siyasi platforma yerleştirme ısrarlarını sürdürünce kendilerine yeni bir partner arayışına girdiler.
Kürt kültürel hareketi siyasal zemine inme imkânını 1960 sonrasında bulabildi. Kürtler 1960 itibariyle sosyalistlerin içinde siyasal mücadele verebiliyorlardı. Bugün sosyalistler ancak Kürt siyasetinin içinde siyaset yapabilir duruma geldi.
Kıvılcımlı’dan Kadirizme!
HDP projesi, Kürtçülük dozajı azaltılmış, Türkiyelilik ve sosyalistlik etkisi yüksek; seküler ve milli karşıtı, sosyalistlerin Balibar’dan esinle savundukları “önleyici şiddet” ilkesi paralelinde Gezi’de olduğu gibi PKK’nın yaptığı eylemleri devlet şiddetine karşı bir tedbir ve savunma hatta özgürlük olarak gören bir ittifaktı. Kürt Hizbullah’ını terör kapsamında değerlendirdiler ama PKK’nın yaptıklarını devrimci romantizmle neredeyse baş tacı ettiler. 2013 sürecinde, Gezi olaylarıyla birlikte Erdoğan’a yönelik otoriter ve diktatör propagandası sadece siyasi bir söylem değil İslamcıların kamudan dışlanmasına, 90’ların öncesine dönülmesine, İslam düşmanlığının başka boyutta sürmesine dayanıyordu.
HDP ittifakı, Türkiye’de milli olanın, İslam’a ve millet temeline dayalı hissiyatın geriletilmesi projesi olarak medyadan, uluslararası kesimlere kadar pek çok mahfilden, mihraktan ve odaktan destek buldu.
Sosyalistler her ne kadar HDP’yi “Kürtçülük yapmamaları” hususunda uyarsa da, bekledikleri karşılığı bulamadılar. HDP üzerinde “vasi” olamayan sosyalistler, AK Parti ve Erdoğan düşmanlığı ile varolmaya çalıştı. 1 Kasım seçimleri her iki projenin de iflas ettiğini net biçimde açık etti.
2011 ayrışmasından sonra ‘Gülen Hareketi’nin iftarlarına oturan sosyalistler, son yerel seçimler öncesinde ve Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına giden süreçte 80’li yıllardan beri savundukları demokrasi ve darbe karşıtlığından vazgeçip tekrar 71 muhtırası sürecine dönerek, “demokrasi/sandık dışı yolların” aranması gerektiğini savundu. Erdoğan karşıtlığını marazi bir psikolojiyle sürdüren sol-liberal aydınların son yıllardaki “bildiri savaşları”, Merkel’e yazdıkları tükeniş mektupları, Aydın Doğan’ın Kelkitlilik mektubu, sosyalizmin, Kemalist beyaz aydınların fabrika ayarlarına geri döndüklerini gösteriyor. HDP’den geniş tabanlı bir muhalefet çıkaramayan, İslamcı iktidarı indirecek siyasallığı oluşturamayan sosyalistler, “entelektüel birikimlerini” kullanarak İslamcılar, sandığa giden millet ve Erdoğan üzerinde “linç” uygulayarak gösteriyorlar.
Kürt siyasetinin de dışladığı, tasfiye ettiği sosyalistlerin, yeni entelektüel ve siyasi mecraı merakla bekleniyor. 2011 sonrasında Rüstem Batum’dan Koray Çalışkan ve Nazlı Ilıcak’a kadar aydın-gazeteci tipine tahammül edip onları öne çekerek yürüttükleri muhalefeti, “diktatörlük söylemi”ni hangi boyuta ulaştıracaklarını şimdilik kendileri de bilmiyor. HDP ittifakında birleşenler arasında büyük bir “hesaplaşma” seçimlerin hemen akabinde başlamış; Ahmet İnsel’in yorumları, Murat Belge’nin yazıları üzerinden zirveye çıkmıştı.
Bu aşamadan sonra sosyalistler “komünist ufka” döner mi? Kapitalizm eleştirisini bırakıp, etnik tezlerin sözcülüğünü üstlenen sosyalistlerin açtığı boşluğu Kadir İnanır dolduruyor. Sosyalistlerin protokol sloganlarını Kafa dergisindeki yazısında dile getiren Kadir İnanır, anlaşılan o ki sosyalistlere sosyalistliği hatırlatmak istiyor. Hikmet Kıvılcımlı, Doğan Avcıoğlu, İdris Küçükömer, Sadun Aren, Mihri Belli, Mehmet Ali Aybar gibi isimlerden Koray Çalışkan ve Kadirizm’e kadar sosyalizm, entelektüel birikimini yeni “aktör”lere bırakıyor!