HDP Kapatılmalı mı?

M. HASİP YOKUŞ

PKK’nin Garê’de işlediği vahşet sonrasında devletin Kürt Sorunu dolayımında aldığı pozisyonun biraz daha sertleşeceğini tahmin etmek zor değil. Esasında 2015 yılında Çözüm Süreci akim kaldıktan sonra böyle bir seyir zaten vardı. Masa devrildikten sonra doğal olarak silahlar yeniden devreye girdi. Ülke içerisinde kırsal alanda PKK’ye yönelik yürütülen operasyonlara ilaveten belediyeler başta olmak üzere PKK’ye lojistik sağlayan sivil/siyasal alanlara da müdahale edildi. İkinci aşamada PKK’nin Suriye’nin kuzeyinde (Rojava) oluşturduğu kantonlara yönelik Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı operasyonları düzenlendi. Akabinde ise Irak’ın Kuzeyine (Güney Kürdistan) PKK karargâhlarının olduğu bölgelerde Pençe/Kartal harekâtları çerçevesinde operasyonlar düzenleniyor.

İçeride yürütülen operasyonlar sosyal, siyasal ve hukuki boyutlarıyla; faili meçhuller, köy yakmalar, yargısız infazlar ve tüm Kürtleri potansiyel suçlu olarak gören doksanlı yılların anlayışından çok daha farklı bir anlayışla yürütülmesi, bölge halkı tarafından da PKK’ye karşı yürütülen mücadeleyi “haklı ve meşru” bir mücadele olarak değerlendirme ve PKK’yle aralarına mesafe koymasını sağlıyor. Nitekim hendek olayları sırasında PKK’nin canlı kalkan olmaları için yaptığı çağrıya bölge halkı hiçbir şekilde karşılık vermedi. PKK’nin çağrısını yaptığı birçok eyleme katılan kişi sayısı da iki elin parmağını geçmedi. Bölgede bağımsız mahkemeler kuran, insanları sorguya çeken, yol kontrolü yapan, haraç kesen, neredeyse paralel bir devlet gibi hareket eden PKK’nin eylem kapasitesi büyük oranda budandı.

Suriye’nin kuzeyinde İran ve Esed rejimi tarafından temeli atılan, ABD’nin destek ve himayesiyle daha da güçlendirilen rojava bölgesine yönelik Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları neticesinde PKK’nin etkinliği fıratın doğusunda Kamışlı ve Haseke’yle sınırladırıldı.

Irak’ın Kuzeyinde (Güney Kürdistan) yürütülen operasyonlara gelince; PKK’nin bu bölgeye yerleşmesinden günümüze kadar yaklaşık otuz yıllık süre zarfında muhtevası değişmekle birlikte karadan ve havadan birçok askeri harekât düzenlenmiş olsa da bu harekâtlar istenilen neticeleri doğurmadı. Ancak, Mart 2018 yılından beri yürütülen Pençe-Kartal harekâtları öncekilerden çok daha farklı olarak; bir bütünlük içerisinde, devamlılığı olan, sınırın öbür tarafında birçok askeri üs oluşturularak sonuç alıcı bir şekilde yürütülüyor. Bölgesel Kürt Hükümeti ve Merkezi Irak Hükümetinin bilgisi ve onayı dâhilinde yürütülen bu operasyonlarda Zaho’dan Süleymaniye’ye kadar PKK’nin Medya Savunma Alanları olarak isimlendirdiği bölgelerin tümüne yönelik bir kuşatma söz konusu.

Üç koldan yürütülen bu mücadele, bundan sonra atılması muhtemel adımlar hakkında da yeterince ipucu barındırdığı kanısındayım. İş, terörle mücadele boyutunu çoktan aşarak; siyasal, sosyolojik ve uluslar arası güç ilişkileri boyutuyla da Türkiye için öncelikli tehdit halini almış.

Türkiye’nin PKK’yle mücadelesinde geçmişten günümüze kullandığı enstrümanların değişkenliğine bakıldığında deneme yanılma yoluyla ve bir tecrübe biriktirerek yol aldığı söylenebilir. Nitekim devletin hukuk dışına çıktığı 90’lı yılların ceberut devlet uygulamalarından da, masanın kurulduğu ve PKK ile müzakerelerin yürütüldüğü Çözüm Sürecinden de kazançlı çıkan ve bu süreçleri kendi lehine bir avantaja dönüştüren PKK oldu.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım bu tablonun hülasası şu: HDP büyük ihtimalle kapatılacak veya kapatılmasa bile baskı altında tutulup hiç değilse bu şekilde bir siyaset yürütmesine müsaade edilmeyecek.

Sizlerden gelen yoğun itirazları tahmin edebiliyorum: “Parti kapatmak çözüm mü?” “Sivil siyasetin önünü kapattığınızda silahlı mücadele dışında bir seçenek kalır mı?” “Hangi çağda yaşıyoruz, hukuk, demokrasi…”  ve daha da uzatılabilecek itirazlar ve sorular. Şunu hemen belirtelim ki bunca tecrübe yaşanmadan önce örneğin doksanlı  yıllarda bu soru ve itirazlar belki anlamlıydı ancak bu gün bunların hiç bir anlamı kalmamış.

Esasında Kürt ulusalcılığı temelinde siyaset yürüten partilerin önünün açılması en temelde silahların susması ve dağdan inip ovada siyaset yapmanın önündeki engellerin kaldırılması amacına matuftu. Lakin, sivil siyasetin önündeki engeller tümüyle kaldırıldığı halde PKK silahtan vazgeçmedi. Sendikal faaliyetlerden, belediyelere kadar önüne açılan her kapıyı silahlı mücadeleyi daha da büyütecek bir imkân olarak kullandı. Dolayısıyla sivil siyasetin önünü kapattığınızda silahlı mücadele dışında bir seçenek kalmaz, yaklaşımının hiçbir geçerliliği kalmamış. Şu husus hep gözardı ediliyor: PKK, genlerinde taşıdığı stalinist karakter sebebiyle kendisi dışındaki hiçbir düşünce ve anlayışa hayat hakkı tanımaz. Farklı düşünce ve fikirlere saygı, başkalarıyla sulh ve esenlik içerisinde bir arada yaşama, düşünce özgürlüğü, ötekinin varlığına tahammül gibi yaklaşımların PKK’nin anlayışında yeri yok. Egemenlik kurduğu teritoryal bölgelerin tümünde gerektiğinde şiddet kullanarak o alanı bütün boyutlarıyla domine etme siyaseti güder.

Sözünü ettiğimiz PKK bağlantılı partiler, 80 Milletvekili ve 100’ün üzerinde Belediye Başkanlığı kazandıkları dönemde bile sivil siyasete pirim vermedikleri gibi PKK’nin güdümünden de çıkmadılar. Bunu HDP içerisinde etkili pozisyonlarda yıllarca siyaset yapanlar bile itiraf ediyor. Bu siyaset biçimi zımnen şu anlama geliyor: Devletin meri hukuku içerisinde sivil ve legal alanlardan da istifade edeceğiz ama silahtan da vazgeçmeyeceğiz. Devlet aklı açısından, rasyonalite boyutuyla, siyaseten, hukuki olarak veya hangi açıdan bakarsanız bakın bu anlayışla hareket eden bir partinin faaliyetlerine müsaade etmenin makul bir gerekçesi kalır mı? PKK’nin silahlı mücadelesine lojistik sağlayan bir partinin faaliyetlerine hangi devlet niçin izin versin ki?

Madalyonun öteki yüzünde daha farklı bir tablo karşımıza çıkıyor: Kürt Sorununu PKK Sorununa indirgeyen, PKK’yi de terör ve güvenlik sorununa indirgeyip kriminalize eden bir yaklaşım büyük hata ve yanılgılar barındırıyor. PKK tümüyle bitse bile bu Kürt Sorunu’nun biteceği anlamına gelmiyor. Kürt Sorununu asayiş ve güvenlik sorununa indirgeyen bir mücadele anlayışının en tipik örneği doksanlı yıllardaki devlet uygulamalarıdır. Bu anlayış ve yaklaşım Kürt Sorununu çözmek bir yana daha da büyüterek içinden çıkılmaz hale getirdi.

İkinci husus; “parti kapatma” başta olmak üzere bizzat Ak Parti iktidarı döneminde geriletilen eski Türkiye’ye ait anlayış ve uygulamaların yeniden  hayata geçirilmesi, Ak Parti’nin kendi varlık sebebini red ve inkar etmesi anlamına geliyor. 2015 yılı konjonktüründe arızi durumlar için hal çaresi olarak değerlendirilebilcek ve bir noktaya kadar anlayışla karşılanabilecek uygulamalar, gün geçtikçe Ak Parti’yi,  dolayısıyla da devleti kuşatan kalıcı bir anlayışa dönüşüyor.

Sonuç olarak; PKK ile mücadele meşrudur ama bunu yaparken ahlaki tutarlılıkla, milliyetçiliği yükseltmeden ve Kürtleri de hesaba katan bir dille yapılması gerekiyor. Ak Parti’nin gün geçtikçe tonunun koyuluğu daha da artan devletçi ve milliyetçi söylemden hem düşünsel anlamda hem de dil ve söylem olarak uzak durması ve on yılların birikimiyle kırılmış, incinmiş, gücenmiş bu kitleyle kardeşlik köprülerini yeniden inşa edecek politikaları hayata geçirmesi gerekiyor.