Ne zaman kronikleşmiş sorunlara ciddiyetle el atılsa, ne zaman ülkenin önünü açacak girişimler gündeme gelse 'tuhaf' eylemlerle sarsıldık yıllardan beri. '33 asker olayı', Danıştay saldırısı, Tokat pususu... Bu ülkede 'provokasyonlar tarihi'ni statükonun tahkimi sürecinden ve dinamiklerinden ayrı düşünemezsiniz.
Provokasyon aslında değişimi durdurmak için icat edilen bir yöntemdir. Kritik bir eşikte, hem değişimin aktörleri hem de toplum nezdinde tereddüt yaratmak hedeflenir. Böylece ya geri adım attırılacaktır ya da, en azından, değişimin aktörünün arkasındaki toplumsal destek azaltılacaktır.
Provokasyonlarla DEĞİŞİMİN, ÇÖZÜMÜN, AÇILIMIN 'istikrarsızlaştırıcı', hatta yıkıcı, şiddeti tahrik edici 'kötü' bir şey olduğu algısı yaratılmak istenir. Böylece 'statüko' ve çözümsüzlüğe sıkıca sarılacaktır halk; 'sorunla yaşamayı öğrenmiş olmak', değişimin ve çözümün getireceği 'belirsizlik'ten daha anlamlı görülecektir. Değişimin 'bedel'ine katlanmak yerine, statükoya razı hale getirilecektir 'bedel'in hesaplı bir önalma girişimi olduğunu bilmeden. Bazen boşa çıksa da bu 'tezgâh', genellikle amacına ulaşmıştır.
Şimdilerde gündemde anayasa değişikliği var. 12 Eylül'ü mahkûm eden, 1961'de kurulan 'bürokratik vesayet rejimi'ni ciddi olarak zayıflatan, özgürlüklerin alanını genişleten bir değişiklik teklifi bu. 'Vesayetçi rejim'in ideolojik dayanaklarını olmasa da kurumsal araçlarını kısmen etkisizleştiren bu değişikliklerin gerçekleşmesi son derece önemlidir. Son yıllarda gerçekleştirilen demokratikleşme hamleleri anayasal bir dayanağa kavuşturulacaktır. Üstelik muhtemelen, 'tam demokratik' bir cumhuriyetin anayasasına yol açacak bir sürecin de ilk adımıdır bu.
Böyle bir tarihî kavşaktayken şiddet eylemlerinin yükselişi dikkat çekici, ama hiç şaşırtıcı değil. Hep uygulanan bir şablon bu. Sadece bizde de değil; İspanya'dan İngiltere'ye, Filistin'den Güney Afrika'ya birçok ülkede, bölgede yaşandı benzer olaylar.
Anayasa tartışmalarına paralel bir şekilde 'provokasyonlar' dalgası yayılıyor. Önce DTP eski genel başkanı Ahmet Türk'e yumruk atılıyor Samsun'da, sonra bir polis otosuna yapılan saldırıyla iki polis şehit ediliyor aynı ilde. Ardından Şırnak'ta bir araca yapılan saldırıda 5 güvenlik görevlisi şehit ediliyor, ardından şehitlerin birinin cenaze töreninde Enerji Bakanı Taner Yıldız'a yumruk sallanıyor. Son on günlük bu olaylar bir tesadüf olabilir mi?
Çok açık; birileri değişimi durdurmaya, toplumu yıldırmaya çalışıyor; değişimin öncülerini geri adım atmaya zorluyor.
Saldırıların 'çeşiti'ne bakılırsa her kesimi tahrik etmeye uğraşıyorlar. Toplumsal infial ve tepki yaratacak bu eylemlerin anayasa değişikliği süreciyle birden yükselmesi tesadüf olamaz.
Statüko ve statükoyu korumaya ve meşrulaştırmaya ayarlı kesimler direniyor. Anayasa değişikliğine direnmenin türlü yolları var. Kimi Meclis'te barikat kurar, görüşmeleri kilitler, olmadı Anayasa Mahkemesi'ne gider, kimisi de sokakta, dağda, şehit cenazesinde, mahkeme çıkışında provokasyon yapar.
Bu yöntemlerden birincisinin, yani meşru muhalefetin, provokasyonlara zemin hazırladığı bir durumdan kaçınmak gerekir. Meclis'te başlayan anayasa görüşmelerinde, bu bağlamda, muhalefete ciddi sorumluluk düşüyor. Anayasa görüşmelerinde Meclis'te tansiyonu yükseltmeye kalkışmak şiddet olarak geri dönebilir. Doğrudur, değişim bazıları için acıdır, acıtıcıdır. İstemezler değişimi, iktidar ve imtiyazlarını kaybetmekten korkarlar. Ama değişime muhalefetin meşru sınırlarında durmayı bilmezlerse, üsluplarıyla provokasyona uygun sert bir siyasal iklim yaratırlarsa bundan herkes zarar görür.
Ne demek istediğimi anlamaları için bir Doğan Grubu çalışanının Ahmet Türk'e yönelik saldırı üzerine neler yazdığını, o meşum yazının ardından provokasyon zincirinin nasıl birbirine eklendiğini hatırlamalarını tavsiye ederim. Aynı hataları siyasiler yapmamalı. Medeni dünyada koruma görmeyen tek bir fikir vardır; şiddeti ve ırkçılığı övmek, teşvik etmek ve özendirmek.
Hazırlıklı olalım; provokasyonlar bu defa değişimi durduramasın...
ZAMAN