Fatma Barbarosoğlu / Yeni Şafak
Hayvan sevgisi bu değil, yapmayın!
Hayvan sevgisi konusunda kafamız bir hayli karışık. Kafamızı karıştıran durumlardan biri, cani karakterli insanların, hayvanlara verdiği zarar. Gün geçmiyor ki ya bir kedinin ya bir köpeğin iki ayaklı caniler tarafından işkence görüntülerine tanık olmayalım. Bu görüntüler hepimizi üzüyor. Hayvanlara olmadık işkenceyi yapan iki ayaklılarla aynı varlık kategorisini paylaşıyor olmak kanımızı donduruyor. Fakat bu durum marazi hayvan sevgisi gösterilerini görmemize engel olmamalı.
Hayvan severlerin besledikleri hayvanlar için sınırsız özgürlük alanı kullanmaya kalkmaları, bazen hayatımızı bir hayli zorlaştırabiliyor. Mesela boyu neredeyse 1,50 m civarında olan bir köpeği marketin önüne bırakıp, “Hadi oğlum sen burada bekle” diyerek alışveriş yapan kadının “köpek terbiyesi”; marketteki çoluk çocuk bir sürü insanın içerden dışarıya çıkamamasına sebep olduğu gibi, “annesi”nin terbiyesini ihlal etmek isteyen “oğul”un markete şöyle bir dalması ile market küçük bir deprem sarsıntısı geçirebiliyor. Kim suçlu? Elbette (!) boyu 1,50 m olan köpekten korkan bizler. Sahibi “Bir şey yapmaz, bir şey yapmaz” dediği halde biz korkmaya devam ettik. Biz, yani 70 yaşlarındaki karı koca, 5 yaşındaki kız çocuğu, kızını nasıl susturacağını bilemeyen anne ve bendeniz.
Kafeteryada, restoranda, hastanede köpek dostlarımızın aşırı yakın iletişimlerine dair tanıklıklarımı yazmakla bitiremem. Ama sahiplerinin “Bir şey yapmaz, aşıları tam” cümleleri ile köpeklerine yer açmaları karşısında yapacak pek bir şey yok. Ki ben böyle bir sahibin köpeğinin “bi şey yapmazlığı” yüzünden evladıma dokuz yaşında göbeğinden kuduz aşısı yaptırmak zorunda kalan bir anne olarak yazıyorum bunları... Üzerinden yıllar geçtiği halde o günleri unutmam mümkün değil.
Köpek severlerle bir şekilde anlaşabiliriz, hâlâ umudumu yitirmedim... Lâkin karga severlerle anlaşabilmemiz imkânsız ve durum çok vahim. Evet, yanlış okumadınız, başımıza bir de karga bahsi çıktı.
Şehirli insanın hayvan ile iletişimi doğal olmadığı için, hayvanı sevme potansiyeli ile etrafına nasıl zarar verdiğini bir türlü görmek, kabullenmek istemiyor.
Biraz sonra anlatacağım olayı ...’nin sosyal tesislerinde yaşadım. Lâtif bir İstanbul gününde kan tahlili için gerekli olan 12 saat açlığın ardından kahvaltı yapmak için kendimi mekâna attım. Aman ne kadar sâkin, ne kadar hoş derken olanlar oldu. Yaşı 50 civarında bir karı koca oturdu masalardan birine. Otursunlar. Oturur oturmaz kargalara ekmek atmaya başladılar. Düşünebiliyor musunuz, şemsiyelerin altında biz ve başımızın üstünde uçan kargalar. “Hayvan sever karı koca” hayvan severliklerini kem gözlere karşı tescillemiş olmaktan pek mutlu mesut, bizim korkmamızdan olağanüstü zevk alarak lokma lokma ekmek atmaya devam etti.
Ne yapacağız? Bir “hayvan sever” ile tartışamayacağımızı biliyoruz.
Kalktım masadan. Oysa en az iki saat daha oturmaya niyetliydim. Kahvaltı edip çay içip, biraz okuyup... Sonra tekrar çay içip... Dayak mı yedim yemek mi yedim bilemeden acele terk ettim ortamı.
Mekânı terk ederken, garsona karga beslemenin çok tehlikeli olduğunu, müşterilerini uyarmaları gerektiğini söyledim. “Uyarıyoruz ama dinleyen kim!” dedi delikanlı.
Kargalarla ilgili sahneye bir de serçe bahsi eklendi. Yanlış anlamayın, kuşları çok severim. Vakit bulduğum her an göklere bakarak kuşların kanat çırpışını izlerim. En büyük zevk ânı, kuşların göklerdeki süzülüşünü izlemektir ve her havai fişek ile birlikte kuşların endişesini yüreğimde hissederim ve de canımdan can gider. Fakat biraz sonra anlatacağım sahneye tanık olunca insanların hayvan sevgisine eşlik eden izansızlık karşısında dondum kaldım.
Yer, bir otobüs garı. Otobüs garlarında o yöreye ait yiyeceklerin satıldığı yerlere uğramayı çok severim. Ama bu defa sevemedim. Lokum alacağız. Lokumların içinde serçeler. Bir, iki, üç. “Serçeler!” dedim... Lokum tartan delikanlı “Evet,” dedi oldukça mütebessim bir eda ile. Lokumların üzerinde serçeler kanat çırpıyor, lokumların üzerine konuyor, kanat çırpıyor. Ben iki üç serçe karşısında dehşete düşmüş iken bu defa delikanlı bana edep öğretmeye pek gayretli bir eda ile “Herkes rızkının peşinde” dedi.
Evladım “Onun rızkı lokum tezgâhında değil.” desem anlayacak mıydı? Sustum.
Susmak kolay olmayabilirdi. Böyle zamanlarda, Calvino’nun Polamar isimli kahramanını kendime yoldaş ediniyorum. Ben değil de susan Polamar’mış gibi düşünmek iyi geliyor:
“Suskunluk, kimi sözcükleri dışlamaya ya da daha iyi bir olanak çıktığında kullanılmaları için yedekte tutmaya yarar. Bunun gibi, şimdi söylenen bir sözcük, yarın yüz sözcüğün söylenmesini gereksiz kılabilir ya da bin başka sözcük söylenmesini gerektirebilir...” (Calvino, Polamar, s. 85)
Mekânda susuyorum ama zamanda susmak yerine sorunu harflerin gövdesine yüklemeyi tercih ediyorum.
Velhasıl kargalara, kanatlılara dair bir “kamu spotuna” ihtiyacımız var. Hayvan severlerin kedileri ve köpekleri beslemek için yol kenarlarına, parklara döktükleri hazır hayvan gıdaları kargalara yarıyor.
Kargalarla birlikte yaşamak her an bir sorun haline gelebilir. Evvelinden söylemek istedim.
Diyeceksiniz ki, “köpek sorunu” halledilmedi, şimdi bunun sırası mı? “Beslenen kargalar çocukların gözünü çıkarttı!” manşetleri atılmadan önce uyarmak istedim. Bir sorunun dile getirilmesi, başka sorunların çözülmesine engel değil.