Hayrola, Emri Bil Marufu da Şiddet Kapsamında mı Değerlendireceksiniz? 

25 Kasım’da düzenlenen bir programda Emine Erdoğan’ın yaptığı konuşmada kullandığı cümleleri eleştiren Ali Karahasanoğlu, bir olay üzerinde konuşurken olayı ekseninden kaydırmamak gerektiğini belirtiyor.

Ali Karahasanoğlu’nun Emine Erdoğan’ın konuşması üzerine Yeni Akit’te yayımlanan yazısından bir kısım şöyle:

Emine Hanım’ın konuşmasını, kim hazırladı?

25 Kasım, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” imiş.

İthal tüm “gün”lerde olduğu gibi, bu günde de karanlık operasyonlar var.

Kadınlar toplanıp, “Şiddete hayır” diyecekler..

Ama arada, “Beden benim değil mi, size ne” deyip, kürtajı hak gösterecekler..

“Kürtaj”ın da aslında bir “şiddet” olduğunu gizlemeye çalışacaklar..

Kendilerine ihtiyaçları olsa da, olmasa da, çalışma özgürlüğü isteyecekler.. Bunun ekonomik bağımsızlık için gerekli olduğunu söyleyecekler..

Ama bu arada..

Çocukları kreşe bırakıp, onları anne şefkatinden uzaklaştırarak, manevi şiddete maruz bıraktıklarını görmezden gelecekler..

Konu hayli çetrefilli..

Ama bu çetrefilli konuya, bir de Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Erdoğan, hem de Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın da bulunduğu bir ortamda, bir konuşma ile müdahil olunca..

Belki de, günlük tartışmaların yoğunluğu içinde, Emine Hanım’ın kendisinin hazırlamadığı bir konuşma metni ile, 25 Kasım etkinliği düzenlenince..

Bakın neler denilmiş neler..

“Mahrem alan, şiddetin uygulanmasına zemin olduğu anda, insan hakları ihlali başlamış demektir.”

Feministlerin çok güzel kıvırıp, gündemimize soktukları, “Fiziki şiddet” diye söze girip, sonrasında “Ekonomik şiddet”, “Psikolojik şiddet” diyerek, “şiddet kavramı”nı çeşitlendirip, soyut bir düzleme taşımalarındaki çarpıtmanın tesiri ile, maalesef dindar kesim de nihai noktada sözün nereye gittiğini farketmeden, konuşuyor da konuşuyorlar..

Hemen belirtelim..

“Fiziki şiddet” olan yerde, Müslüman şiddeti savunmaz..

Buraya nokta..

Ama..

Şiddeti, somut bulgusu olan “fiziki şiddet”in ötesinde, ekonomik şiddet, psikolojik şiddet gibi boyutlara taşıdığınızda, hem olayı ekseninden çıkartmış oluruz..

Hem olayı, hepimizin karşı çıktığı fiziki şiddetten bambaşka bir yere taşımış oluruz..

Hem de..

Karşı çıkmamız gereken “fiziki şiddete” zemin hazırlamış oluruz..

Aynı konuşmada yer alan, şu cümleyi tartışmamız gerekir:

“Unutmayalım ki ahlak insani bir fazilettir. Cinsiyetten bağımsızdır. Başkasının ahlakından sorumlu olmak kimsenin görev tanımı değildir. Tüm bu yanlışlar, biyolojik bir cinsiyet olan erkek olma halini, adeta bir erkeklik ideolojisine çeviriyor.”

“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyuran bir Peygamber’in ümmeti olarak..

Değil kendi yakınlarımızın..

Değil erkekler kadınların, kadınlar da erkeklerin ahlakının daha güzel olması için çaba sarfetmeleri gerektiği..

Başkalarının da ahlakının güzelleşmesi için çaba sarfetmemiz gerektiği bir İslam inancına sahip iken..

“Başkasının ahlakından sorumlu olmak kimsenin görev tanımı değildir” cümlesini, nereye oturtacağız?

Evet, cümlenin devamında, “Şiddet ve kaba kuvvet, erkek olmanın unsurlarından biri olarak görülüyor. Halbuki, erkek ya da kadın herkes, insan olmak için doğar” deniliyor ama..

Dindarlarımızı tuzağa düşüren feministler, bu cümledeki “şiddet” kavramını o kadar geniş kullanıyorlar ki..

Çocuğunuza dinini öğretme bile, onların lügatında bir psikolojik şiddet olarak yer alıyor..

Bu durumda, çocuklarımıza dinlerini öğretemeyecek miyiz?

Erkek kadınına.. Kadın erkeğine, “Namazını kıldın mı?” hatırlatması yapamayacak mı?

“Görev tanımınızda bu yok” cevabı alırsak, ne yapacağız?

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!