Savaşta en çok kadınlar ve çocuklar yara alır. Gözleri önünde küçücük çocukları katledilen; eşlerini, dağ gibi oğullarını şehit veren, ya da onların hayatta olup olmadığını bilemeyen anneler.
Bazen çocukları için bir tas yemek bulma derdine düşerken, bazen de evladı üşümesin diye ona yorgan olmaya çalışan Suriyeli kadınlar da öyle. Ve en kötüsü Allah korkusu olmayan ahlaksızlar tarafından kızlarına, kız kardeşlerine ve kendilerine tecavüz edilen kadınlar.
Üç yıldır Suriye’de devam eden katliamı anlatmak mümkün değil elbette. Ve üç yıldır kadınların yaşamlarına sığdırdıkları acıları, yoklukları, ızdırapları…
Bu bağlamda yönetmenliğini Tülay Gökçimen’in yaptığı HAYKIRIŞ isimli belgesel Suriye’de üç yıldır devam eden savaşı, savaşın geride bıraktıklarını ve özellikle Suriyeli kadınların ortak acılarını en yalın biçimiyle bizlere aktarmaya çalışıyor.
Belgesel Suriyeli bir annenin devrimin hikâyesinin nasıl zuhur ettiğini anlatmasıyla başlıyor.
“Dera’da duvara yazı yazan çocuklarla başladı devrim. Sonra ne oluyor peki? Tırnakları sökülüyor, bedenleri kesiliyor o küçük çocukların.” Ve çocuklarını almaya giden babaların şöyle tehdit edildiğini söylüyor Suriyeli anne: “Babaları, çocuklarını ve eşlerini almak istedi ama onlara dediler ki: ‘O çocukları unutun! Biz, sizin hanımlarınızdan yeni çocuklar yaparız yoksa.’ Ve o zalimler o çocukları kestiler. İşte o cuma, devrim başladı Dera’da…”
Acılı annelerin acılı hikâyelerini dinliyoruz belgeselde. Aslında bize uzak olmayan gerçek hikâyeler bunlar. Her gün televizyon ekranlarından tanıdığımız ama sanki bizden uzakmış gibi bakıp geçtiğimiz…
Suriyeli Hatice anne 18 yaşında oğlunu şehit vermiş. Üniversiteyi kazanmış oğlu. “Oğlum yüreğine söz geçiremedi” diyor. “O şehit düştü. Ama ay parçası gibi güzeldi. Gülüşü, gözleri, her şeyi güzeldi…”
Uçaklarla bombalanan binalardan et parçalarının saçıldığını söylüyor anneler. Kollar, kafalar, bacaklar, eller ve bedenler… Ve parçalanan cesetlerde çocuklarını arıyor anneler. Bir gün koluna kavuşuyor, diğer gün bacağına. Ay parçası oğullarının, göz nuru eşlerinin ve çocuklarının bedenini bir araya toplamaya çalışıyor kadınlar.
“Dünyada en çok sevdiğim insan büyük oğlumdu” diyor Suriyeli Fatıma anne. “Oğlum gitti… Daha 19 yaşındaydı. O Allah yolunda şehit oldu. Ölen çocukların, tecavüze uğrayan kızların ne suçu vardı?” diye haykırıyor yaş dolu gözlerle…
Belkide ismini ilk defa duyduğumuz Cisrilşugul’da ki şeker fabrikasına hapsedilen kadınları anlatıyor belgeseldeki anneler. Hapsedilen ve ses çıkardığında öldürülen, katledin, taciz edilen kadınları… Ve bütün sıkıntılara rağmen Allah’a hamdetmeyi ağızlarından düşürmeyen kadınları…
Belgeselde aynı zamanda Suriyeli muhacir ailelerin yaralarına merhem olmaya çalışan, Ensar olma bilincini kuşanmış kardeşlerimizin çabaları da yer alıyor. Kimi evine, kimi aşına ortak etmiş Suriyeli muhacirleri. Kimisi ise savaşta anne ve babasını kaybeden yetimlere aile olmaya çalışıyor.
Belgeselin son bölümünde ise yaralanmış mücahit kardeşlerimizin bir hastane odasındaki görüntüleri yer alıyor. En fazla yirmili yaşlarda ki mücahitlerin kimi bacağını, kimi kolunu kaybetmiş. Kimi karnından, kimi de kafasından yaralanmış. Bir tank füzesi sonrasında ayağını ve bir kolunu kaybeden ve diğer ayağı ile Esed’e basmayı düşünen genç mücahit kardeşimizin yüzünden düşmeyen tebessümü ve bacağı kopan bir mücahidin şu ifadesi oldukça anlamlı geliyor insana: “Allah yolunda kaybolan hiçbir şey yoktur.”
Evet, HAYKIRIŞ, Suriye’de yaşanan insanlık dışı katliamı, yaşanan vahşeti ve dramı bir kez daha dünya kamuoyuna hatırlatmak ve sorumluluklarımızı hatırlamak açısından önemli bir belgesel. Yapımcılığını İHH’nınvemüziklerini Grup Yürüyüş’ün yaptığı belgeselin ilk gösterimi 23 Kasım Cumartesi günü saat 17.00’de Eminönü Halk Eğitim Merkezi’nde yapılacak.
Suriyeli kardeşlerimizin acılarına ortak olmak ve yaşanılan gerçeklikleri yeniden hatırlamak adına HAYKIRIŞBelgeseli’nde buluşalım.
Suriye’de yaşanılanları içerden bir isim olarak kaleme alan Yazar Samer Yazbek “Çapraz Ateşte Bir Kadın”adlı Suriye günlüğü kitabında şu ifadelere yer verir: “Roman yazmanın hayal gücü gerektirdiğini söylerler, bense gerekenin gerçeklik olduğunu söylüyorum. Ve romanlarda yazılanların gerçek hayatta olup bitenler kadar vahşi olmadığını…”
Yazbek’inde ifade ettiği gibi bu gün Suriye’de yaşanılan vahşet hayal gücünün sonucunda oluşmuş bir hikâye, ya da bir masal değil. Sözlerin yetmeyeceği, kalemlerin yazamayacağı kadar büyük bir katliam ve gerçek bir zulüm var ortada.
Son olarak, bir nebzede olsa suskunluğumuzu bozması ve vicdanlarımızı yeniden harekete geçirmesi açısından belgeselde yer alan Suriyeli bir kadının şu haykırışına hep birlikte kulak verelim.
“Siz Allah’a ibadet eden Müslümanlar; bizi duymuyor musunuz? Suriye halkına acımıyorsan, genç ve çocukların dökülen kanlarına üzülmüyorsan, bu sessizliğin hesabını soracak olan Allah’tan korkun!”