“Hayır, Biz Batı Medeniyetini Savunmuyoruz!”

Avrupalı “Anti-Emperyalist Kamp” adlı sol örgütün Charlie Hebdo olayına ilişkin analizi Türkiyeli solculara nazaran çok daha nitelikli ve adil.

HAKSÖZ-HABER

Avrupa’da örgütlü “Anti-Emperyalist Kamp” adlı sol örgütün Charlie Hebdo olayına ilişkin analizini sunuyoruz. Anti-Emperyalist Kamp’ın Batılı sömürgeci tutumun propaganda savaşında etkin bir rol biçilen Paris olayına ilişkin tavrının, Türkiyeli solculara nazaran çok daha nitelikli ve adil bir içerik taşıdığı görülmekte.

Anti-Emperyalist Kamp'ın konuya dair analizini sitemiz okuyucuları için Salih Orhan tercüme etti.

***

Frantz Fanon’u Charlie Hebdo’ya Tercih Etmek!

Biz anti-emperyalistler, medeniyetler çatışmasının bir parçası değiliz.

Hiciv dergisi Charlie Hebdo’ya düzenlenen saldırı gittikçe bir kültür savaşı (kulturkampf) ya da medeniyetler çatışması halini alan Batı ile İslam dünyası arasındaki oransız karşılaşmada fazladan bir gerginlik sebebidir. Charlie Hebdo’ya düzenlenen saldırıyı kınıyoruz ama aynı zamanda, bu saldırıya tepki olarak ortaya çıkan ve emperyalist Batı ve onun ‘üstün medeniyeti’nin “savunulması için oluşturulan birleşik cephenin saflarına da katılmıyoruz. Fransa’da, bu cephenin ön saflarını seküler sol ve Jean-Marie Le Pen’in radikal sağı dolduruyor.

Anti-emperyalistler, sosyal devrimciler ve ‘aydınlanmış’ rasyonelce düşünen insanlar olarak biz şunlarda ısrar ediyoruz:

1- İnsanlığın çoğunluğunun herhangi bir gelişme perspektifi, herhangi bir şekilde kendi kaderini belirleme hakkı olduğunu inkar eden ve herhangi bir direnişi şiddet ve savaşla bastıran bugünkü dünya düzeninin emperyalist karakterini unutmamak gerekir. Bu adaletsiz yapıyı görmezlikten gelmek veya hoşgörüyle karşılamak cihadizmin yükselişini anlama ve bu durumun üstesinden gelmeyi imkansız hale getirir.

2- Toptan sosyal dışlamalara ve özellikle Fransız şehirlerinin çevrelerindeki geniş varoşlarda, banliyölerde yaşayan göçmenlerin maruz kaldığı ayrımcılığa, onlar için ‘batı medeniyeti’ ve ‘demokratik cumhuriyet’ in fakirlik, işsizlik ve polisin gaddarlığından başka bir şey olmadığı gerçeğine gözlerimizi kapamamamız gerekir. Beyaz üst tabakanın refah dünyasının tam ortasında alt tabakalara dönük bu kapsamlı şiddet var olmaya devam ettiği müddetçe –ki bu şiddet batının önemli merkezlerinde artmaya devam ediyor- nefreti ve karşı-şiddeti besleyecektir.

3- Batı değerlerini –demokrasi, insan hakları, sekülerizm- batının herhangi bir bileşeni ya da bütün bileşenlerine karşı bir savaş politikası ve emperyalist ülkelerdeki sivil hakları ve sosyal hakları yürürlükten kaldırma politikasına dönüştürme ideolojisini takip etmemek gerekir. Kitlelerin özgürleşme başarıları olan bu değerler asıl manalarından uzaklaştırılmış, batıdaki seçkinlerin savaş çığlıklarına dönmüştür. Şayet emperyalizmin bu ideolojik hegomonyasının üstesinden gelemezsek, bu durum batıdaki merkezlerde sosyal huzursuzluğa sebep olacak ve yeryüzünün lanetlilerini bu ‘batı değerleri’ne karşı da savaşmaya itecektir.

Biz bu durumu kabul etmeye istekli değiliz, bu yüzden soldan sağa her tarafa yayılan ve Charlie Hebdo’ya düzenlenen saldırıyı gittikçe dayanılmaz hale gelen hakimiyetlerine ilave çimento olarak kullanan batıdaki bu cepheyle aynı kortejde yürümüyoruz.

Bu ifade özgürlüğüyle alakalı bir şey değil. ‘Güvenliğimiz’ için Guantanamo’da insanlara işkence yapılırken neredeydiler? Amerika Birleşik Devletleri ‘Yeni Avrupa’ ya (AB) işkence için taşeron görevi verirken ya da Avrupa vatandaşları işkence edilmek için başka yerlere kaçırılırken ne söylediler? ‘Özgürlüğün maliyeti’ hakkında sesiz kaldılar, tıpkı Soğuk Savaş sırasında olduğu gibi.

Bu, iddia edildiği gibi Batı demokrasinin savunulmasıyla değil, sadece acımasız güç politikasıyla, yani Batı hakimiyeti ile alakalı bir şey!  

Kazanan: Kendi Rejimimiz

11 Eylül modeli kendi kendini tekrar ediyor. Egemenler masum pozları takınıyor ve İslam tarafından temsil edilen ötekinin barbarlığı karşısında bütün farklılıkları ve ayrımlarıyla ‘Batı medeniyeti’nin saflarını sıklaştırması gerektiğini ileri sürmek üzere bir histeri krizi sahneye koyuyor. François Hollande, Nicolas Sarkozy, Bernard-Henri Levy ve sair zevat caddelerde boy gösteriyor ve kendilerini halk kahramanları olarak lanse ediyor.

Bir taraftan, kapitalist seçkinler karşısındaki sosyal ve politik muhalefet geri plana atılıyor. Bu seçkinler geniş kitleler hesabına pis bir şekilde zenginleştiler; çöküş ve kaos karşısında gerçek kurtarıcılar oldukları şeklindeki alaycı iddiayla birlikte ekonomik kriz süresince de bu durum devam etti.

Diğer taraftan ise söylenen şu: “Biz ulusal güvenliği, kamu ve şahıs güvenliğini sağlamak için buradayız; Güney ve Doğu’dan gelen vahşi insan güruhlarının istilasına karşı korunmak zorundayız. Bunun için de elbette polis devletini güçlendirmek ve sivil hakları kısmak zorundayız. Ne şanslıyız ki bu aynı zamanda sosyal ve politik protestolarla savaşta bize yardımcı olacak bir şey!”

Medeniyetler çatışması içinde tepetaklak olmuş kimselerden hiçbiri bu çatışmanın altında yatan tarihi köklere asla değinmiyor.

Yeryüzünün Lanetlileri

Cezayir’deki sömürge savaşına bir doktor olarak şahitlik etmiş siyahi Fransız psikiyatr Frantz Fanon bilindiği gibi aşırı şiddetle ezilen kimselerin buna sömürgeci-karşıtı şiddetle karşılık verdiği ve böylece yabancılaşmanın üstesinden geldiklerini öne sürmüştür.

İslami uyanış batı sömürgeciliği ve sömürgecilik sonrası dönemin– politik, ekonomik ve kültürel anlamda-  başarısızlığına tarihi bir tepkidir. Bu başarısızlığın sembolü yerli Arap nüfusunu hiçbir karşılık görmeden süren ve öldüren tüm bu süre zarfında Orta Doğu’daki yegane demokrasi tanımlamasıyla destek gören bir batılı sömürge rejimi olarak İsrail’dir. Sınırsız bir kinizm oyunu içinde, Yahudilere karşı gerçekleştirilen soykırım – ki Alman seçkinlerinin desteğiyle işlenen Alman faşistlerinin bir suçudur- Araplara yapılan zulmü meşrulaştırmak üzere kullanılıyor ve herkim buna karşı çıkarsa, hararetle bu tür karalamalarda bulunan Alman seçkinlerin bugünkü halefleri yerine, işte onlar antisemitist ithamına maruz kalıyor.

Sadece Gazze’de değil Fransız banliyölerinde de olan bu adaletsiz sistemin karşısındaki toptan güçsüzlük içinde birisinin “Peygamber Muhammed’in intikamını alma” fikriyle çıkagelmesi anlaşılır bir şey değil mi? Dini hararetle eleştiren seküleristler nasıl olur da bu sloganın sosyal ve politik bağlamını görmezlikten gelir? “Din kitlelerin afyonudur” diye yazmıştı Marx, ama nasıl olur da bu sözün başını hatırlamazlıktan geliyorlar? “Din, ezilenlerin iç çekmesidir.” Aslında hatırlamak istemiyorlar gibi görünüyor, çünkü sistemin bir parçası olmuş durumdalar. Artık medeniyetler çatışmasını yapı çözüme uğratmak istemiyorlar, basitçe medeniyetler çatışmasının kazanan tarafı olmak istiyorlar.

Bu bir izah, yargılama değil. Cihadizm -bilhassa Avrupa’nın varoşlarındaki cihadizm- bir paroksizm son derece marjinalleşenin (kendi kendini) imhası sürecinde son bir çırpınış, bir kolektif öfkedir. Mevcut küresel sistemin ölmek dışında bir yol bırakmayan saldırganlığından umutsuz olanların bir tepkisi, mümkün olduğu kadar çok kimseyi beraberinde ölüme götürerek sisteme karşı alınan bir intikamdır.

Her şeyden önce cihadizm kendi kaderlerini belirleme hakkı için ve sömürgecilik ve emperyalizme karşı daha önce savaşmış olan ve hala savaşan Orta Doğu’daki milyonlarca insana haksızlık ediyor, Filistin direnişi ve Arap Baharındaki Tahrir’de olduğu gibi. Aynı zamanda, cihadizm,  cihadizm tarafından rehin alınan bu hareketlerin politik krizlerinin bir ifadesidir. Özgürlük mücadeleleri, yenilgiyle sona ermesi mukadder bir medeniyetler çatışmasına dönüştü.

Medeniyetler Çatışması Değil,  Sosyal Devrim ve Anti-Emperyalizm

Geçmişteki kölelik, sömürgecilik, faşizm ve nükleer silahlar tarafından geçekleştirilen toplu sivil ölümlerini kınadığımız gibi günümüzdeki açlık, serbest ticaret, neo-liberalizm, Siyonizm, batı işgalleri ve teröre karşı savaşın yapısal şiddetini kınıyoruz. Aynı zamanda bizi medeniyetler ve dinler çatışması girdabının içine sürükleyen ve böylece emperyalizm ve işgale karşı direnişe stratejik bir şekilde zarar veren cihadist şiddeti de kınıyoruz. Ama çoğunlukla insanlığın batılı efendilerinden kaynaklanan şiddet hakkında asimetrik bakışı kaybetmemek ve aynı şekilde küresel zalimlerin şiddetiyle küresel mazlumların şiddetini eşitlememek gerekiyor. 11 Eylül’ün hemen ardından biz İncil’den alıntıyla “Rüzgar eken fırtına biçer” demiştik. (http://www.antiimperialista.org/node/244446, September 17th, 2001.) Bu bağlamda ayrıca Charlie Hebdo’ya düzenlenen saldırıyı da kınıyoruz.

Bu saldırı batı düzenin çıkarınadır. Güç yapılarını belirsizleştiren ve böylece ifade özgürlüğü ile demokrasiyi tehdit eden medeniyetler çatışmasını yoğunlaştırıyor. Ayrıca batıdaki alt tabakadaki Müslümanları marjinalize ediyor ve Müslüman dünyasını aynı zamanda batı düzenini sürdüren kanlı iç savaşın içine çekiyor.

İfade özgürlüğü güzel bir araçtır, yönetici seçkinlerin istismar ve demagojisini bırakmak için güzel bir araç… “Özgürlük her zaman muhaliflerin özgürlüğüdür.” der Rosa Luxemburg. Luxemburg o zaman da haklıydı, şimdi de haklı: demokratik haklar demokrasiye muhalefet edenler için de geçerlidir, İslami ya da seküler fundamentalistler olduklarını bakmaksızın biz onların durdukları yeri reddetsek bile… Daha da önemlisi: haklar için savaşmak, sosyal ve ekonomik güç yapılarını görmezlikten gelemeyiz, yoksullar ve ezilmişlerin haklarını savunmak için savaşmalıyız.

Bir zenginin cennete girmesi bir devenin bir iğnenin deliğinden geçmesinden zordur denilmiştir, yoksa şimdi bu da bir fundamentalist nefret söylemi mi sayılacak? 

-------------------

http://www.antiimperialista.org, 12.01.2015

Çeviri Haberleri

Clarissa Ward'ın 'kurgulanmış' Suriye haberi CNN'in önyargısını bir kez daha ortaya çıkardı
Suriye’nin ‘gulyabanisi’ Mahir Esed nerede?
Baas çetesini deviren 11 günün hikayesi
Bir zalim, Filistin'in özgürlüğünün gerçek müttefiki olamaz!
Ölüm her yerdeydi: Kimyasal silah kurbanları yaşadıklarını ilk defa korkusuzca anlatabiliyor!